Levent Karataş’ın şiiri, modern Türk edebiyatında hem kişisel hem kolektif hafızayı kırılgan bir gerçeklik duygusuyla birleştiren, kendine özgü bir estetik ve duyuş biçimi sunuyor. 1972 doğumlu şair, 1992’de yayımladığı Düşüyorum Galileo adlı ilk kitabıyla dikkatleri üzerine çekmiş; ardından Masal, Bir Doğu Uykusu, Güzel Cumartesi, Piyano Fabrikaları, Bir Dünyalı’nın Mesafesi, Son Görüş ve Ona Yaşadığımı Söyle gibi kitaplarla şiirini sürekli derinleştirmiştir. Zaman içinde dili, temaları ve imge dünyası yoğunlaşan Karataş, 2020’li yıllarda yayımladığı Fantom Ağrı ve İmdat Dünya ile bugünün insanının politik, ruhsal ve ontolojik yüklerini benzersiz bir iç-sesle aktarmayı sürdürmüştür. İstanbul’da yaşayan Karataş, şiirini hem kişisel bir anlatı hem de çağdaş dünyanın kaotik çehresi arasında kurar.
Hayalet Jakoben, Levent Karataş’ın şiirsel anlatısının en yüksek yoğunlukta kesiştiği bir eşik. Kitap, baştan sona bir bütünlük içinde okunabilen, fakat her şiiri ayrı bir metafizik alan açan bir yapı sunuyor. Karataş, bu kitapta bireyin dağılmış benliğini, toplumsal şiddetin görünmeyen katmanlarını, aşkın kırılma anlarını, aile içi hatıraların acı ve içtenliğini, politik hafızanın derin yarıklarını ve insanın hem kendisiyle hem evrenle olan bitmek bilmez mücadelesini anlatıyor.
Açılış bölümü “ölümden sonra unutulmayan”, kitabın tonunu belirleyen bir şiir. Fantastik motiflerle kurulan anlatı, unicorn gibi masalsı figürlerin eşlik ettiği, çocukluk ve kozmik hafıza arasında dolaşan bir bilinç akışı sunuyor. Bu şiirde dünya, hem metafizik bir karanlık hem de insana ait acıların birleştiği bir yer olarak çiziliyor. Karataş, çocukluğun kırılgan doğasını, yetişkinliğin parçalanmış yüzleriyle bütünleştirirken okuru bir tür varoluş masalının içine çekiyor.
Kitabın ikinci bölümünde yer alan “hulâsâ”, insanlık tarihinin karanlığına yönelmiş sert bir yüzleşme şiiri. Şair burada sahte kahramanlıkları, iktidar biçimlerini, dinî ve politik manipülasyonları, zulüm tarihinin alt sınıflar üzerindeki etkisini yalın ama çarpıcı bir dille aktarır. Metnin ritmi, hem ağıt hem de bir öfke manifestosu taşıyor.
“dublin’de balo” ve “paradoks” gibi şiirlerde Karataş, gençliğin politik romantizmini, kırılgan dostlukları ve zamanın insan üzerindeki dönüştürücü gücünü ele alıyor. Dublin’den Eminönü’ne, adalardan Cihangir’in arka sokaklarına uzanan mekânlar, şairin hafızası içinde hem fiziki hem de ruhsal bir haritaya dönüşüyor.
“ilk taş”, “öteki”, “1994”, “1998” ve “kuleler kalbimde uyurdu” gibi şiirlerde ise Karataş, Türkiye’nin politik geçmişini, sınıfsal yarılmalarını, kimlik meselelerini ve bireyin toplumsal çalkantılar karşısındaki yalnızlığını otobiyografik bir akışla birleştiriyor. Bu şiirlerde hikâye parçaları, bir hatıra defteri gibi açılıp kapanıyor; şair hem kendi kuşağının hem de coğrafyanın hafızasını iç-ten bir dille özümseyerek aktarıyor.
Kitap boyunca dikkat çeken önemli unsurlardan biri, Karataş’ın dilindeki keskin samimiyet. Şair, kelimeler aracılığıyla okurla doğrudan konuşuyor; kimi zaman kırılgan, kimi zaman öfkeli, kimi zaman mizahi bir tonda ilerliyor. Şehrin karanlık sokakları, çocukluk evleri, politik çatışmalar, aşkın olağanüstü anları ve kayıplar, şiirlerde hem kişisel bir hafıza hem de ortak bir duygu haritası oluşturuyor.
Hayalet Jakoben, Türk şiirinin son dönemlerinde nadiren görülen bu yoğunlukta bir iç konuşma, yüzleşme ve estetik bütünlük sunuyor. Kitap, hem bireysel hem kolektif yaraların içinden geçen bir sesin, hem şiirsel hem felsefi bir arayışın izini sürmek isteyen okurlar için güçlü bir deneyim. Levent Karataş’ın şiiri, burada en olgun ve en sarsıcı hâliyle karşımıza çıkıyor.