Olvido Ayşe Akan
Hayata başlarken
Şartları sen koymadın ki
Sana sanal bir dünya
Sundular
Gözlerini bağladılar
Seni hep korkuttular
İnanmanı sağladılar
Şimdi bir kıyıda durmuş
Uzaklara bakmaktasın
Heyecanlısın
Okyanuslar bilinmez
Ürkütebilir seni
Uzat elini
Hayat her gün yeniden başlar
…
İşte ben de bundan korkuyorum. Her yeni başlangıç bana kim olduğumu hatırlatmak zorunda. Bütün çocukluğum zaman zaman tekrarlanan o soruyla yerin dibine girip çıkma nöbetlerini yaşayarak geçti. Hayata başlarken şartları ben koymadım ki. Teleferik bir kadının karnabahar bir herif tarafından iğfal edilmesi sonucu dünyaya geleceğim bana söylense kabul etmezdim elbet. O karnabaharı fırına atıp sonra da yoğurtlayın derdim. Öyle lezzetli olur, belki biraz da sevilebilirdi ama baba olarak inanın sevilmiyor.
Tatil biter okul başlar. Çocuklar cıvıl cıvıl, ben bir kenarda oturmuş o sorunun bana sorulmasını bekliyorum. Baban ne iş yapıyor. Bir iş yapmıyor efendim. Haşlanıp sarımsaklanmadan kısa bir süre önce onu Nişantaşı Pazarı’ndan alan yaşlı kadının poşetinden Maçka Parkı’nda staj yapan genç ve güzel Teleferik anneciğimin içine atlamış. Annem ne olduğunu bile anlamadan yaşlı kadın babamı kaptığı gibi poşete geri koymuş. “Hafif bir değişiklik fark ettim ama böyle olacağını hiç anlayamadım.” diye anlatır annem. Sarımsaklı yoğurtla midelere inmeden az evvel hayata son kez tutunmaya çalışmış, bakmış yaşlı kadın tarafından fark edildi, bari soyum devam etsin diye genlerini anneme bırakıvermiş. Annem kendinde oluşan değişime anlam veremiyormuş. Hayatına garip bir koku dâhil olmuş o günden sonra. Patates desen değil, soğan desen o da değil, güzel bir koku değil ama çok da rahatsız etmiyor. Bu kokuyla yaşarken işini yapamaz olmuş. Yolcular ona binmek istemiyor, binen geri iniyor, inmeyen yol boyu söyleniyormuş. Dört hafta sonra annem yolcu koltuklarının altında kıpraşan garip bir yaratık fark etmiş. Kokunun bundan, yani benden geldiğini anlamış. “O kadar çirkin fakat o kadar masum ve sevimliydin ki insanlar seni görüp zarar verecek diye aklım çıkıyordu. Seni görür görmez o karnabaharın hüneri olduğunu anladım.” der. Annem annelik içgüdüleriyle ne yer ne içerim tahmin ederek beni beslemiş. Baba tarafım bitki olduğu için güneşten besleneceğimi düşünmüş. Arada kendi bakımlarından kalan yağları, cilâları da bana uygulamış derken bu yaşıma beni tek başına getirmiş.
Ona minnettarım ama hatalı olduğu çok nokta var. Beni büyütürken kendi korkularını işledi bana. Makine yağı, güneş ışığı ve korkuyla besledi. İnsanlar kötü olabilir ama bazıları… İnsanlar acımasız olabilir ama bazıları… Eğer annem beni korkutup saklamasaydı, onlardan kaçmam gerektiğine inanmamı sağlamasaydı şu anki imkânlarıma çok daha gençken ulaşabilirdim. Evet, amacı sadece beni korumak ve varlığımı sürdürebilmemdi ama bir yolcu koltuğunun altında geçen otuz yıl varlık sayılır mıydı?
“Ben Maçka Karnabahar, annem bir teleferik, babam karnabahar. Babamı hiç görmedim. Buraya, sizin yanınıza gelirken, ağır maskelere maruz kalıyorum. Annem bu hayatta tek bir kişiye güveniyor. Belediyenin temizlikçisi Deli Suzan abla. O bana makyajlar yapıyor, beni insana benzetiyor ve alıp buralara getiriyor. Hayır, sınıfta kimse osurmadı. O koku benden geliyor. Hayır, altıma yapmadım, ben böyle kokuyorum. Sirkeli sularla yıkansam da karabibere bulansam da bu benim kokum, saklayamam.” Okul yıllarım, içimden bu tiradı tekrarlayarak geçti. Bir kere olsun sınıfın ortasında bas bas bağırabilseydim bunu, belki her şey daha erken gerçekleşecekti ama annem yanımda olmasa bile içime ektiği korkular hep benimleydi. Kim olduğumu haykırmak benim sonumu getirecek sanıyordum.
Şapkalarım, makyajlarım, eldivenlerimle kışın bir nebze olsun normal gözüküyordum. Fakat yaz mevsimi benim için işkenceydi. Otuz yaşıma kadar yazlardan nefret ettim. Bir gün Taksim’de insan içine karışmaya heves ettim. Çok da sıcak bir gündü ama çıkacaktım. Suzan abla olmadan da kendimi hazırlayabiliyordum artık tabii. Makyajımı yaptım, aksesuarlarımı, şapkamı taktım ve çıktım. O günün, hayata gerçekten başlamamın ilk günü olduğunu bilmeden ama içimde bir coşkuyla çıktım. Tarihi tam bilmiyorum, kasımın sonlarıydı, iki bin yirmi bir. Ellerim ceplerimde yürürken, kendimin bana doğru geldiğini fark ettim. Üstelik şapkasız, makyajsız, gerçekte olduğum hâlim. O da beni tanır diye düşündüm, bana baktı ama tanımadı, geldi ve geçti. Ne yapacağımı bilemedim önce. Sonra dedim ki konuşmam gerek, sormam gerek, nasıl olduğunu bana anlatması gerek, gerekirse günlerce, gecelerce dinlemem gerek. Nasıl bana bu kadar benzerken benim korkularımı taşımıyor?
Tüm soruları birkaç saniyede zihnimden geçirerek bana çok benzeyen bu özgür ruhun arkasından koştum. O kadar tatlıydı ki! Onu o kadar sevdim ki! Kendimden nefret ederken bana bu kadar benzeyen şeyi böyle sevmem normal değildi. Bu duygularla yüklü bir tonla seslendim ona:
-Özür dilerim, yanımdan gelip geçtin. Beni önce gördün sonra neden görmezden geldin, o geçişin sebebini öğrenebilir miyim?
-Bilmem anlamadım ki ben de.
-Ben de anlamadım ki. Bana benzeyen ellerin mi, yüzün mü, saçların mı sebep oldu böyle arkandan koşmama anlamadım ama arkadaşın olmak istedim. Benim türümden olup nasıl böyle özgürce hayata tutundun dinlemek isterim. Bir yerde oturalım mı? Sen uzun uzun anlatırsın, ben saatlerce dinlerim.
-Beni nereden buldun, kimsin sen?
-Hiç. Sadece seni fark ettiğimde benzer olduğumuzu anladım. Sen kendini benim gibi saklamıyorsun. O yüzden geldim, senden öğrenmem gereken bir hayat var.
-Vallahi helal olsun.
-Ne anlamda?
-Senin kim olduğunu bilmem lazım. Böyle bir makyaj ve şapkayla konuşamam. Konuştuğum kişinin saçlarının rüzgârda dalgalanmasını görmem lazım.
-Tamam oturalım. Lâl’de oturalım mı? Sen bira içersin, ben kahve içerim. Sen anlatırsın, ben dinlerim.
-Sen heyecan arıyorsun galiba.
-Hayır, kim olduğumu öğrenmek istiyorum, mayası benimkiyle aynı olan birinden, senden.
Biraz tereddüt etti ama sonra benimle Lâl’de oturmaya karar verdi. O gece sabaha kadar oturduk ve bana sorular sordu. Neden kendimi sakladığımı, insanlardan korktuğumu sorgulattı. Korktuğum insanlar değil, sorumluluklardı. Beni ben olduğum için sevmeyeceklerse sevmesinler, beni sevmemelerinin karşısında ben ne yapacaktım? Bir şeyler yapmaya üşendiğim için kaçıyordum onlardan. Kalktı, çalan müziğin değişmesini istedi. Düş Sokağı Sakinleri- Özgürlük Emek İster çalarken şapkamı eliyle çekip aldı. Eldivenlerimi çıkarıp elimi tuttu. Şarkıya eşlik ederek çıktık mekândan.
Şimdi bir kıyıda durmuş
Uzaklara bakmaktasın
Heyecanlısın
Okyanuslar bilinmez
Ürkütebilir seni
Uzat elini
Hayat her gün yeniden başlar
Aç güzelim saçını
Savursun rüzgâr
Aç güzelim saçını
Güneş parıldatsın
Aç güzelim saçını
Yağmur ıslatsın
Süzülsün damlalar tellerinden
Biliyorum seni saran o çemberi
Biliyorum özgürlük emek ister
Okyanuslar bilinmez
Ürkütebilir seni
Uzat elini…