Olvido Ayşe Akan
Madam Oralet uyandı. Yatak odasının üçgen penceresinden görünen uçsuz bucaksız yeşilliğin üzerindeki kızıl, mor, turuncu bulutlar ona henüz güneşin doğmadığını anlatıyordu ve çok güzellerdi. Madam Oralet içlendi. “Bu bulutların güzelliği uykumu kaçırıyor.” diye mırıldandı. Beyaz pamuk kedisi ona doğru döndü uykusundan. “Bir şey mi dedin?” der gibiydi. Belki de demişti. Madam Oralet “Ay yok canım sana demedim uyumana devam et sen.” dedi. Madam beyaz pamuk terliklerini giydi ve yataktan kalktı. Boy aynasının karşısına geçti. “Hala ne kadar da güzelim.” dedi. Kendisinden ve bu hayattan memnundu. Tuşa bastı. Evin her katına eşsiz bir müzik yayıldı o dakikadan itibaren. Zevkli kadındı. İyi müzik eşliğinde aşağı inerken ipek sabahlığı merdivenlere doğru kaydı gitti. Banyonun kapısından girmeden ipek geceliği de sıyırdı dışarıda. Müzik sesini bastırmasın diye suyu azıcık açtı. Aheste aheste aldı duşunu. Beyaz pamuk kedisini de uyku tutmadı arkasından merdivenleri inerken sabahlığı gördü. “Oralet Allah seni kahretmesin yine soyuna soyuna mı indin bu merdivenleri cenabet..” diye söylendi. Oralet mis kokular ve su buharıyla birlikte banyonun aralık kapısından gözüküyordu. Duştan çıkmıştı. Saçlarını havluyla kuruturken aynadan kendisini izliyordu yine hayran hayran. Bunu görünce beyaz pamuk kedi iyice sinirlendi. “Nasıl da beğeniyor kendini buruşuk muşamba.” dedi. Kedisini duyan Oralet “Ah tatlım sen de mi geldin günaydın benim pamuk kızım.” diyerek kucakladı onu. Birlikte mutfağa geçtiler. Oralet kendisine bir kahve aldı sonra da kedisinin mamasını kabına döktü. Gün iyice doğmuştu. Mevsim her zaman olduğu gibi bahardı. Kuş sesleri ve evinin önünden akan çay onu dışarıya davet etti. Oralet koşarak çıktı merdivenleri. Yatak odasından geçilen giyinme odasına aceleyle girdi. En güzel elbiselerini giydi, mükemmel bir şapka taktı. Kedisi peşinden ayrılmıyordu. O da icabet etmek istiyordu kuş sesleri ve akan çayın davetine. Oralet ayakkabılarını giydi, küçük çantasını koluna taktı, beyaz asil eldivenlerini de giydi ve hızlıca kendini dışarı attı. Kedisi içeride kalmıştı. Minik çantasından kırmızı bir ruj çıkardı, keyifle yürürken bir taraftan da rujunu sürüp çantaya attı. Beyaz teni güneşe doyuyordu. Rüzgar estikçe etekleri çayın suyu gibi dalgalanıyordu. Bu hayattan ve kendisinden çok memnundu.
Yürürken kaygan bir şeye bastığını hissetti. Minik bir fareciğin ölmüş bedenine bastığı düşüncesi ona çığlık attırdı. Beyaz potinlerinden biri kıpkırmızıya bulanmıştı, kan kırmızı. Hemen ayağını kaldırdı. Bu bir fare değildi, bu bir memeydi. İyice yaklaştırdı yüzünü bastığı şeye. Madam Oralet sinir krizi ve merak arasında gidip gelirken bastığı şeyin nasıl olur da bir meme olabilirliğini düşünüyordu. Etrafta bir çubuk aradı, sonunda buldu. Yere çömeldi. Çubukla az önce üzerine bastığı memeyi evirip çeviriyordu. “Kimin memesi acaba?” diye düşündü. Kendi memelerini kontrol etti, eksik yoktu. Civardaki kadınları düşündü. Pastacı Hamur Hanımın memesi bunun üç katından beş fazlası büyüklükteydi. Onun olamazdı, süpürgeci Çalım Hanımın zaten memesi yoktu. Sarrafın hanımı Altın Hanım memesini kimseye kaptırmazdı. “Bu olsa olsa terzinin yanına yeni giren
Nevrik’in memesidir.” diye geçirdi aklından. Kızcağızın ortalıkta fellik fellik memesini arıyor olacağını düşündü. “Bunu sahibine ulaştırmalı.” diye söylenerek çubuğun ucuna taktı memeyi. Elinde ucunda meme takılı bir çubukla şehrin içinde gezinmeye başladı. Aslında hedefinde terzi vardı ama yine de sağa sola sapıyor insanlara bunun kime ait olduğunu soruyordu. Belli mi olurdu belki de sahibiyle yolda karşılaşabilirdi. Memeden damlayan kanlar elbisesinin eteklerine bulaşıyordu. O ise bunu umursamıyor, şık hanımlara mahsus bir kibirle yolda ilerliyordu. Pastaneye girdi, yerlere kan damladığını gören Hamur Hanım sinirlendi. “Ne istedin Oralet?” dedi. Oralet bu sinirin sebebini tahmin ettiğinden soruyu cevaplarken kirlettiği yerleri ayağının ucuyla silmeye çalışıyordu.
“Sinirlenme Hamur Hanımcığım güzelim, elimdekini görüyor musun? Bir meme. Sana ait değil. Sence kime aittir? Buraya memesini kaybeden biri geldi mi bugün hiç?”
“Gelmedi. Hiç gelmedi. Kimse sormadı. İstersen şuraya bırak soran olursa ben veririm.” dedi Hamur Hanım. Oralet gidince memeyi bahçesine gömmeyi düşünüyordu. Oralet Hamur Hanım’ın kendisini geçiştirdiğini anladı. “Ah yok kuzum, teşekkürler. Terzi yamağı Nevrik’in olduğunu düşünüyorum, ona götüreceğim.” dedi. “Nevrik mi?” diye şaşırdı Hamur Hanım ve devam etti “Nevrik üç gündür ortalarda yok. Halası her yerde onu arıyor. Terziye de uğramamış hiç.” Madam Oralet “Anladım, o halde terziye gitmeyeyim.” diyerek dükkandan çıktı.
Çubuktaki meme iyice sünmüştü. Oralet çok üzülüyordu bu duruma. “Kızcağızın memesi küçüldükçe küçüldü, tazecik bir kız için bu ne hazin bir iş. Nevrik’i geç olmadan bulmalıyım.” gibi şeyler geçiriyordu içinden. Akşama kadar civarı gezindi ama Nevrik’i de bulamadı, memenin sahibini de. Bu yüzden artık memenin Nevrik’e ait olduğundan emindi. Madam Oralet öğlen yemeği saatini geçirmişti. Bari akşam yemeğime yetişeyim diye düşünerek evine yöneldi. Oldukça bitkindi. Evin bahçe kapısından girerken bir şeye takıldı. Aynı yumuşaklık.. Evet memenin diğer eşiydi bu. Madam birden sevindi. Memenin sahibini bulduğunu sanmıştı ruhu. Bu sevincin yersiz olduğunu kendisine anlattıktan sonra bir çubuk aradı yine gözleri. Uygun çubuğu bulunca diğer memeyi de o çubuğa taktı ve iki memeyle çıktığı evine dört memeyle geri döndü. Bu düşünce neredeyse onu güldürecekti. Memeleri buzdolabı poşetine koyup derin dondurucuya attı. Pamuk kedisi ilginç bir biçimde ortalarda görünmüyordu. Tuşa bastı, müziği açtı. Sesin her yerden duyulmasıyla birlikte banyodan aceleci tıkırtılar gelmeye başladı. Madam soyundu zaten duş alacaktı. Çıplak bir şekilde girdi banyoya. Pamuk kedisi duştaydı. Suyun altında kendisini temizlemeye çalışıyordu. Her yeri kana bulanmıştı. “Aşkım ne bu halin bir yerini mi kestin..” dedi Madam Oralet kedisine. Kedi sakin bir şekilde duşa devam ederken “Benim kanım değil telaş yapma.” dedi. Kedi ve Madam Oralet müzik eşliğinde duşlarını aldılar. Madam aynanın karşısında kendini izlemedi bu kez. Hemen odasına çıkıp dinlenmek istiyordu. Fakat merdivenlerdeki kan bulaşları dikkatini çekti. Kedisindeki kan buralara sürülmüştü ama kan kediye nereden sürülmüştü? Bunu anlamak istedi. Takip ettiği izler onu giyinme odasına götürdü. “Ah Nevrik burada mısın kuzum..” diye ünledi. Nevrik karanlık odada öylece oturuyor ona bakmıyordu. Madam Oralet yaklaştı. Memelerini kontrol etti, yerlerinde yoklardı. Nevrik’i teselli etmek için yanına oturmasıyla kızın on parçaya bölünmesi bir oldu. Birisi Nevrik’i önce parçalamış sonra da aceleyle parçaları üst üste koyup gitmişti. Karanlıkta dönüp arkasındaki kediye baktı. Pamuk kedisi bunu yapmış olabilir miydi? Kedi onun düşüncesini okumuş gibi sinirlendi. “Saçmalama be kadın, benim etim ne budum ne.” dedi, haklıydı. Oralet bir kaç dakika ne yapması gerektiğini düşündü. Sonra evin en alt kısmındaki depoya indi. Az sonra elinde annesinin ona çeyiz diye verdiği içi elyaf dolu yorganla geri döndü. Yorganı yere bıraktı. Kızın parçalarını bir araya topladı, odanın zeminine serdi. Bir puzzle gibi her parçasını doğru yere yerleştirdi. Puzzleın eksik parçalarını da derin dondurucudan getirdi. Yorganı makasla açtı, içindeki elyafları çıkardı. Kızın sünmüş eksik olan etlerini elyafla tamamladı. Çuvaldız yardımıyla bir güzel dikti. Bir bez ve sabunlu su getirdi, pudrası, göz kalemi, rimeli ve rujunu da aldı. Kızı önce temizledi. Sonra kıza makyaj yaptı ve en güzel elbiselerinden birini giydirdi ona. Birkaç adım uzaklaşıp baktı, eski Nevrik’ten daha hayat dolu ve şık göründüğünü düşündü.
Madam Oralet kıza bu işi kimin yaptığından emin gibiydi. Kızın boynunda, dudaklarında ve omuzlarında diş izleri, yanıbaşında yerde de kanlı bir makas vardı. Yani önce iğfal edilmiş, sonra öldürülmüş ve makasla parçalara bölünmüştü. Bu kadar ustaca makas kullanan kişi terziden başkası olamazdı. Madam Oralet terziye kendisinden daha maharetli olduğunu göstermek istiyordu. Kızın beline bir urgan bağladı ve camdan aşağı sarkıttı. Sonra koşarak bahçeye indi. Birden bire çok fazla üşüdüğünü hissedince çıplak olduğunu farketti. Duştan çıktıktan sonra o kadar çok meşguliyeti olmuştu ki giyinmeye fırsat bulamamıştı. Evine döndü. Giyinme odasına çıktı, kanlı elyaflar, çuvaldız, makyaj malzemeleri arasından geçerek kıyafetlerine ulaştı. Giyindi, ayna karşısında biraz kendisini izledi. “Hep çok güzelim.” dedi ve koşarak Nevrik’in yanına gitti. Doldurulmuş Nevrik’i nasıl taşıyabileceğini düşünüyordu. Odunluğa geçti. Biraz bakındıktan sonra bir el arabası ve eski kiracıdan kalma bir bebek arabası gördü. El arabasındansa bebek arabasının daha estetik duracağını düşündü. Aldı ve Nevrik’i bebek arabasına yerleştirdi. Gün birkaç saate doğacaktı. Aceleyle terzinin dükkanına gitmesi gerektiğini düşündü. Sabah olmadan terziye hediyesini teslim etmeliydi.
Oralet dükkana vardığında terziyi içeride oturmuş, bir şeyler yazıyorken buldu.
Selamlaştı ve girdi. Terziden bir bardak su istedi, gözü duvarda asılı makaslara takıldı. “Sen suyu getirirken ben de dışarıdaki emaneti içeriye alayım kuzum..” dedi.
Pastacı Hamur Hanım ayakkabılarını giydi, büyük jüt çantasını koluna taktı, nasırlı ellerine vazelin sürdü ve hızlıca kendini dışarı attı. Kedisi içeride kalmıştı. Çuval gibi çantasından sigara paketini çıkardı, sinirle yürürken bir taraftan da sigarasını yakıp çakmağı çantaya fırlattı. Beyaz teni güneşten kızarmıştı. Rüzgar estikçe etekleri çayın suyu gibi dalgalanıyordu. Bu hayata ve kendisine küfürler savurdu.
Yürürken bir şeye bastığını hissetti. Minik bir fareciğin ölmüş bedenine bastığı düşüncesi ona çığlık attırdı. Takunyalarından biri kıpkırmızıya bulanmıştı, kan kırmızı. Hemen ayağını kaldırdı. Bu bir fare değildi, bu bir erkek üreme organıydı…