Beyza Bala
Musluğu çevirip suyu açtı. Su bir anda çok soğuk geldi. Şofbenin ucunu hemen kazana doğru tuttu. Kazanda kaynayan suyu ılıştırmak için bir süre böyle bekledi. Ardından kazandaki suyu maşrapa yardımıyla kovaya boşalttı. Su olmaması için basma eteğini bacaklarının arasına topladı. Kovanın demir telinden tutarak bir- iki metre ötedeki banyo alanına taşıdı. Yerdeki oyulmuş taşta tıkalı duran tahtayı çekti, su yolunu açtı. Ardından banyo için soyunmaya başladı. Penyesini, sutyenini, eteğini, külotunu ve bezini çıkardı. Saçındaki iğneli tokasını kenara koydu ve banyoya girdi. Suyu, kestane saçlarından aşağı boşaltırken ağlamak istedi. Neden herkesin bir evladı vardı? Bu düşünce çok bencilce geldi. Sorusunu değiştirmek istedi. Neden onun bir evladı olmuyordu? Allah kendisine bu müjdeyi reva görmemiş miydi? Şirk koştuğunu düşündü. Sağına, soluna, yukarıdan aşağıya tövbeler etti ve ‘En doğrusunu Allah bilir.’ diyerek banyosuna devam etti. Zeytinyağlı sabunu alıp kafasına, saçlarına sürttü. Hıncını kendisinden çıkarır gibiydi. Sabun gözlerine aktı, gözleri kızardı ve kapanmak istedi ama açık tutmaya ve bu acıya dayanmaya devam etti. Başından aşağı suyu devirdi. Kaşlarını gerdirerek parmak uçlarıyla düzeltti. Gözlerini ovuşturdu. Birkaç kirpik kırpmasından sonra devam etti. Yeni ördüğü kırmızı- pembe lifi aldı. Önce biraz su döktü sonra köpürene dek sabunladı. Lifi vücudunun her yerinde sertçe gezdirdi. Vücudunda sanki hiç akmayan bir kir vardı ve sertçe ovalayarak bunun akabileceğini düşünüyordu. Akabinde bedenine sular savurdu. Son kalan suyu da kovayı tutup kafasından aşağı boşalttı. Saçlarını kıvırıp suyunu sıktı. Havlusuna sarınıp terliklerini giydi. Yatak odasına doğru yol aldı. Dolabının fermuarını açtı, temiz külot, sutyen ve laleli bir fistan çıkardı. Üzerini giyindi, saçlarını hınca hınç taradı, ördü. Yüzünü avuçladı. Sonra oturduğu yerden kalkarak tekrar banyoya gitti. Kirli çamaşırları leğene doldurdu ve bezlerini alıp dışarı çıktı. Ambara doğru gitti. Fistanının içinden bezlerini çıkarıp üzerlerine itina ile kırmızı boya döktü. Bir süre kurumalarını bekledi ve bezlerini alıp ambardan çıktı. Bezleri, leğendeki diğer kirli çamaşırların arasına karıştırdı. Yanına sabun, odun, çakmak ve bir leğen daha alarak dereye çamaşırları yıkamaya gitti. Lastikleriyle patikada yürürken gerçeği söylemenin ne kadar zor olduğunu düşündü. Dereye vardığında komşuları da orada çamaşır yıkıyordu. Onların yakınında bir yere eşyalarını bıraktı ve odunları alıp ateşini yaktı. Dereden leğenle su alarak leğeni, ateşte yanan odunların yanına koyduğu taşların üzerine bıraktı. O sırada komşularından, yaşça büyük olan biri seslendi:
-Hoş geldin Havva. Napisin, nasıl gidii uşak işleri?
-İyi gidiy Gülsüm abla, ne yapalım uğraşiğik işte. Allah ne dirse o olur.
-Eyle eyle guzum Allah’ın yolundan şaşmaycin. Olur inşallah.
-İnşallah ablam, inşallah…
Aldığı nefesin tonla fazlasını burnundan vererek işine koyuldu. Önce çamaşırlar arasındaki bezlerine baktı. Sonra onları tek tek alıp, biraz da komşularına gösterircesine kaynayan suya atıp çalı parçasıyla suda dövdü. İçinden ‘Umarım biri görmüştür.’ dedi ve umutsuzca kaynayan suyu karıştırmaya devam etti. O sırada Gülsüm, yanındaki komşusuna fısıldadı:
-Çoh üzüliyim şu gızcağza. Hem uşağ olmiyi, hemi de bize girli bezini göstermeye çalışiy. Bilmiy ki gocası gahfede benim herife Havva’nın girlenmediyni anladiymiş. Uşağ Havva’nın yüzünden olmiy ağam diyimiş. Bu gız da gusur benden değildir diyi her derede. Hergimseler biliy, bu gariban bilmiy… Yazığtır…