Sis

Dilara Elitaş

 

Bir anda ona bakakaldım. Bir süredir evde dikkatimi çekiyordu. Kimsenin içinden ona uzun uzun bakmak gelmez. Kötü değil, çirkin değil fakat uzun bir bakışı çekebilecek hiçbir özelliği de yok.

Üç gündür uyumuyorum. Aklımda hiçbir düşünce yok. Beni yoran veya fazla gevşek tutan bir durum da yok. Yine de zihnim, yaşamaya doyamayan bir yeniyetme gibi kapanmayı reddediyor. Zihnim benden bihaber. Bedenim bitkin, zihnim bulanık fakat bunları dert etmiyorum. İnsanın bedeni ve zihninden başka bir boyutu daha var belli ki. Tüm bunları göz ardı edebilen, bu iki gövdeye uzaktan bakabilen objektif ve kanaatkâr bir üçüncü vücut. İşte buradan bu uykusuzluğun bedensel gevşekliğinin ve zihnimin sisli festivalinin tadını çıkarabiliyorum. Yüzümün güldüğü görülmez bu esnada. Yüzüm bedenime ait; ben üçüncü bedenimden gülümserim bu hazzıma.

Evden çıkamıyorum. Bakışlarımı ele geçirdi. Öylece duruyor, hiçbir kıpırtı yok. Baktıkça büyüyor, baktıkça bir anlamın duyargacı dilime dokunacak gibi olup kaçıyor. Öylece var oluyor, hiçbir şey söylemiyor, hiçbir şey vaat etmiyor ve daha da ürkütücüsü hiçbir şey istemiyor; öylece var oluyor. Öylece oluyor. Kafamdaki sis gözlerime doluyor, dünya ona sığıyor bir anda. Her şey çözülebilir, her şey olabilir. Öylece olmaya devam ediyor. Neler yüklesem de ona, hiçbir şeyi kıpırdatmıyor, nabzı atmıyor, istemiyor, istemiyor. Bu delilik. Onun umursamaz, bencil, hazsız hazlı var oluşuna, gözsüz bakışına daha fazla dayanamam.

Evden çıkıyorum. Her şey var, her şey kıpırdıyor, her şey kurulduğu gibi rotasında akıyor. Taş bile kıpırdıyor, direkler geriniyor, tekerler dönüyor. İstencin coşkun nefesi her yerde atıyor nabız nabız. İşte bu rahatlatıcı. Ona katlanamıyorum. Onu düşünmemeliyim. Yaşamak, yaşamak, evet.

Çalışırken hiç olmazsa normal bir duruş sergileyebiliyorum. Hiçolmazsa güzel bir sıfat. Bir şeyin hiçolmazsası yeterlidir çoğu zaman. Kafamda dönenlerin yüzümden dökülmediğini umuyorum. İnsanlara en elimin altında duran robotik gülüşümü sunarken yerin ayaklarımın altında cıvıklaşıp geri katılaştığını bilmiyorlar. Bu, benim için eğlenceli bir oyun. Sadece ben gülebilirim buna. Belki bir de o, evdeki. Eve geri dönmeliyim, onunla yüzleşmem bitmedi.

İçeri telaşla girdim. Kıpırdamayacağını bilirken neden telaşla peki? Belki bunu umduğum için. Kendi umduğum şeyden korkarak, hem de korktuğum şeyle yüzleşmeyi arzulayarak koştum. Tabii ki kıpırdamamıştı. Ona teessüfle baktım. Beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Onun hissetmediği hangi duygu varsa hissettim bir gün içinde bile. Yani tüm duyguları. Bu şekliyle birbirimizin zıttıydık ama birbirimizi tamamlamıyorduk. Birbirimiz de değildik zaten. Çünkü bunu diyebilmek için birimizin de bunu diyebilmesi veya en azından düşünebilmesi gerekir. Oysa o bana yalnızca bir şeyler hissettiriyor, bunu artı veya eksi bir eylemle değil sıfır noktasından yapıyor, küstahça ve küstahlığının keyfine bile ihtiyaç duymadan. Kafamda büyüdükçe büyüyor ve başka bir şeye yer kalmıyor. Belki de çok fazla boşluk var diye bu kadar büyüdü. Onu düşünceme almak yerine savaşları veya bir paspası alsaydım yine aynı büyüklüğe ulaşırdı. Ve kafamı ele geçiren beni ele geçirmiş demektir. Uykusuzluk ve isteksizlik nedeniyle zaten azalmış benliğimin ele geçirilmesi yönetilmem açısından iyi olabilir. Hiç yoktan halklarıma faydası dokunabilir. Fayda mümkün olmazsa faydasızlık olacaktır ve faydasızlık hareket demektir. Ben onun gibi yaşamaksız olmayacağım. Kargaşa da çıksa halklarım savaşlara da girse bu yaşamaksızlıktan evladır. Hırsla bilgisayarımın başına geçip geçmiş gelecek tüm işlerimi bitirmeye koyuldum. Bir kahvelik iş, bir kahvelik iş daha… Saatle göz göze geldiğimde onun da şımarık bir emir eri gibi soluksuz koşturduğunu gördüm. Beni umursamadan üzerime vakit geçirip duruyor ve altındaki küçük çatlaktan bana müstehzi bir gülüş fırlatıyor. Her saniye onu yakaladım sanırken o an da kayıp gidiyor tüm yaşanan, benim bu yaşantıyı düşünüşüm oluyor hepi topu. Kapı ziliyle irkiliyorum. Sadece zaman düzleminde olduğumu deneyimlediğim için mekanım bu sesle birlikte piksel piksel oluşuyor. Hiçbir fikrim olmadan sırf kapının arzusunu yerine getirmek için yerimden kalkıyorum. Hayır, kapının arzusu olamaz. Yıllarca açılmasa sesini çıkarmaz. O da onun gibi yani. O… Onu düşünmemeliyim, ben kapıyı açmaya giden biriyim, kapıya yönelmiş biriyim, şu anda sadece buyum. Kapıyı açıyorum. Kimse yok. Her yere bakıyorum, apartmandan bile çıkıp hareket eden her şeye bakıyorum. Hiçbir şeye bakmıyorum, hiçbir şey hareket etmiyor. Kapının arzusunu yerine getirmiş oldum. Kızamıyorum ona. Arzusuna uygun olarak nesneleştirdi beni. Tüm varlık birbirinin nesnesidir, bu karşılıklı yaşamak dürtmeleri devasa yaşamakı oluşturur. Tabiatın devamı için boş kapıyı açmam gerekliydi, doğaya bunu borçluydum. Doğanın sadık hayvanı olarak eve geri dönüyorum. Ona bakıyorum, ona karşı birçok zafer kazandım bugün ama yine de içim soğumuyor, ona bakarken kasılan midemi susturamıyorum. Çalışmak gerek, çalışıyorum, uyumuyorum, çalışıyorum.

Gözlerimi açtığımda parkelerin olağandışı büyüdüğünü fark ettim. Yanımda bir ahşap sütun yükseliyor göğe kadar. Gök mü? Evlerde gök olmaz. O halde bir şeye kadar yükseliyor. Durduk yere neden sütun yükselsin, buna kim inanır. Bu bir hareket değil, yükselmek her zaman hareket değildir. Kendimi ikna etmeye çalışmak istemiyorum. Gök neden bu kadar uzakta? Gök değil, tavan. Ellerime bakıyorum, bu kendinden emin olma taktiğidir ama hiçbir işe yaramaz. Her şeyden emin oldum. Her şey büyümüş veya ben küçülmüşüm. Masanın altında herhalde 5 santim kadarım ve bu halde hiçbir anlama gelmiyorum. Onu görmem gerek. Çok uykum var. Koşarsam ulaşmam uzun sürmez. Pek gücüm yok. Koşuyorum. Ucu katlanmış halı bile yoruyor beni. Oysa normalde o da anlamsız olurdu. Şimdi anlamı oldu, ne mutlu ona. Ona ulaşmalıyım, yaklaşıyorum. Çok ısındım koşarken, ayaklarım yanıyor, duman kokusu da alıyorum, tuhaf. Ona yaklaşmıştım ama yol bitmiyor nedense. Çok sıcak. Garip sesler var. Varamıyorum. Gözlerimi tekrar açıyorum. İlk kez açıyorum. Masanın üzerinde uyuyakalmışım. Hâlâ sıcak ve sesler ve koku… Kapıdan içeri ışık ve duman giriyor. Koşuyorum, gözlerim yaşarıyor, duman, sis… Ona bakıyorum, alevlerin kaynağı o. Biricik belam ve arzum cayır cayır alevler içinde kıpraşıyor. Etrafı saran ve beni boğan ateşe ve dumana aldırmadan arzusuz arzumun nihayet bir eylem içerisinde olmasına seviniyorum. Yere çöküp onu izlerken avucumun acıdığını hissediyorum. Uyurken elimde sıkıp sonra bırakmamış olduğum kibrit kutusu… Bu da nereden çıktı? Gözlerim bulanıklaşıyor. Benim kibritim var mıydı? Bu yangın… Başım dönüyor, uzanmalıyım. Çok sıcak, kalkmalıyım. Kibriti bırakamıyorum. Ona bakmalıyım. Bütün hareketlerini izlemeliyim, bu keyifle biraz uzansam belki… Uzanmalıyım… Nefes ala…

En Yeniler

Türk Sinemasında Entelektüel Bir Pencere: Reha Erdem’in A Ay Filmi Üzerine

İnceleyen: Azimet Avcu Reha Erdem’in A Ay (1988) adlı filmi,...

Tim Burton: Halloween Dehası

Gökçe Hilal Tırpan Gotik bir masal anlatıcısı, karanlığın içine mizahı...

Kapanan Tiyatro Kulübünün Oyunu: Ermişler Ya Da Günahkârlar

  Yıldız Teknin Üniversitesi - Yıldız Sahnesi Tiyatro Kulübü geçtiğimiz...

Reşit İmrahor’un “Kuvve’den Fiil’e” Kitabı 32 Yıl Sonra Tekrardan 160. Kilometre Tarafından Yayınlandı

Basın Bülteninden Reşit İmrahor 23 Ekim 1993’te TRT 2’de Enis...

Aforozun Gözünden – Gökçe Hilal Tırpan

tanrıdan düşmüş bir yankı cesaretimi savuşturdu teslimiyetin bu denli acımasız...

İki Kısa: Çığlık ve Yol Bizi Nereye Götürürse

Ozan R. Kartal   “Kültür ve sanatın Cihangir’deki yeni odak noktası”...

Benzer İçerikler

Solgun* – A. Afrail Gök

elimde kaygılarından solgun bir gül varbir buket mor sümbülgecenin göremeyeceği umutları, bitkileri topladımgüzelleştireceğim, ölümsüzleştireceğim güzel gülenleri ve sizler eksik çocuklar solukları kesikayakkabıları yırtık, gözleri çekik çocuklara...

bütün bunları pencelerden gördüm, Ferdinand Bardamu. – Kadir Çakır

  I kemik sesi, ağıran yağmurluk. TEMA sobelendiğim bütün çocuklar çanı kucağıma düşürdü lağvediliş. BENEDICTUS ne talihsiz ağ. kangren tektip. cenazeyi andıran ödünsüz kalamazsa şenliğe dönüşecek ilenç. ne talihsiz bağ. cenazeyi andıran...

Kırmızı Işıkta Duran Süt – Bilgehan Tuğrul

kan gitmeyi örebilseydi çeperleriyle kan gitmeyi töre bilseydi aşiretleriyle mektuplar dansözlük eder miydi virgül noktayla oynaşta cilalanması gereken yerlerde niçin ayetler toprağa dantel ordu bacaklar istiyor öpücükler vururken kafataslarını kan sevişmeyi örgütleseydi yine dağılır...