Tanık Olmayı Reddetmenin Bedeli: Kurtlar

“Sizinkiler böyle ölür,
Böyle ölür sizinkiler.”

Bazı hikâyeler, bütün büyük hikâyeler gibi, iki seçeneğin eşiğinde başlar: bir yabancı kente gelir ya da birisi bir yolculuğa çıkar. Ecre Begüm Bayrak’ın kısa filmi Kurtlar, ilk seçeneği tercih ediyor. “Yabancı”, bu kez köye iniyor. Tanıdık bir yabancı bu: gücün, iktidarın, imkânın ve vurdumduymazlığın ete kemiğe bürünmüş hâli. Daha önce defalarca görülmüş, ama her seferinde yeniden “şahit olunan” bir yabancı.

Film, sinematografik anlamda güçlü bir başlangıca sahip. Kurtlar, bizi sessiz bir köy panoramasıyla karşılıyor; toprağın ve gökyüzünün gri tonları, hikâyenin kaderini daha ilk saniyeden belirliyor. Yeni atanmış genç kaymakam Behçet (Anıl Ateş) ve senarist eşi Ilgın (Ceren Kaçar), lojmanlarının bulunduğu bu köye adımlarını atar atmaz bir trajediyle yüzleşiyor. Köyün arkasında bulunan su kanalı, uzun süredir çocukların içine düşerek öldüğü bir yer. Bu nedenle köylülerin ilk talebi çok açık: “Bu kanalı kapatın.”

Ancak talepler, her defasında duvara çarpıyor. Önce köy muhtarı (Hakan Karsak) iletiyor meseleyi Behçet’e. Sulh yolu tıkanınca köylüler bu kez Ilgın’a yöneliyor, onun üzerinden seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Fakat Ilgın da başka bir körlük biçimini temsil eder halde. Köylülerin anlattıklarını “not alan” bir yazar olarak o da olaylara duygusal bir mesafe koyuyor; ölümleri yalnızca yazıya dökülecek birer malzeme gibi görüyor. Böylece, adaletin yerini nihai bir sessizlik alıyor: kaymakam umursamıyor, senarist not alıyor, çocuklar ölüyor.

Ecre Begüm Bayrak’ın Kurtlar’ı, süresinin sınırlarını aşan bir derinliğe sahip; neredeyse uzun metraj ölçüsünde bir atmosfer, anlam ve gerilim barındırıyor. Bayrak, köyünün sessizliğini bir suç mahalli gibi resmediyor. Her plan, bir tür etik sorgulama niteliğinde. Uzun metraj muadillerine ders verircesine anlatıyor tanık olmayı reddetmenin bedelini.

Dil, sade ama sert. Bu sadelik, altta gizlenmiş olan öfkeyi daha görünür kılıyor. Renk paleti, hikâyenin soğukluğunu destekliyor: köyün grisi, alası, bozu, çocukların yokluğuyla kararan sular, her sahnede adeta boğucu bir ağırlık yaratıyor.

Müziklerde ise Aytaç Bayladı imzası var. Onun besteleri, filmin şiirsel ama gergin atmosferini tamamlıyor; yer yer sessizliğin yerini alıyor, yer yer sessizliği daha da derinleştiriyor. Özellikle doğa ve su sesleriyle birleşen yaylılar, bir ağıt gibi yankılanıyor.

Oyunculuklar da sade fakat etkileyici. Anıl Ateş, kaymakam Behçet’in mesafeli kibirini içten bir soğuklukla taşıyor; Ceren Kaçar ise Ilgın karakterinde hem merak hem suç ortaklığı duygusunu dengede tutuyor. Hakan Karsak’ın muhtar rolündeki sakin öfkesi, adeta köyün sesi gibi. Her biri, hikâyenin taşıdığı sembolik yükü ölçülü biçimde omuzluyor.

Kurtlar, kısa film olmasına rağmen güçlü bir sinematografik inşa ortaya koyuyor. Renk, ses, diyalog ve mekân birlikteliğiyle “küçük ölçekte büyük sinema” örneği sergiliyor. 20 dakikalık bir anlatıya bu kadar yoğun bir etik tartışma, bu kadar keskin bir sınıf eleştirisi sığdırmak kolay değil.

Filmin prömiyeri 2024’te Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapıldı. Ardından Luma, 12. Kayseri Altın Çınar Film Festivali ve Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali gibi seçkilerde yer aldı. Uluslararası prömiyerini ise İtalya’daki Mitreo Film Festivali’nde gerçekleştirdi. Neredeyse her gösterimde seyircilerin ve jürilerin benzer duygularla karşılık verdiği bu film, yerel bir hikâyenin evrensel bir yankıya dönüşebileceğini kanıtlıyor.

Sonuç olarak Kurtlar, yalnızca bir trajediyi değil, “görmezden gelmenin” bedelini anlatıyor. Kapkara göz gibi çıkıyor mezarların başı karın altından. Çünkü karlar ilk orada erimeye başlıyor.

En Yeniler

2025 Nobel Edebiyat Ödülü Macar Yazar László Krasznahorkai’ye Verildi

İsveç Kraliyet Akademisi, 2025 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü çağdaş...

Buzdokuz Dergisinin 28. Sayısı “İz İmza Özne” Dosyasıyla Yayınlandı

Buzdokuz bu sayısıyla 6. yılına girdi. Ekim–Kasım–Aralık 2025 tarihli 28....

Ama En Çok Bulantı – Onur Ocak

Günlerim böyle aynı olmasa Uyusam, uyusam Dünyanın anlamsızlığına ve buna gücenikliğime...

160. Kilometre’den Üç Yeni Kitap: “Adaletler”, “Gerçek Apt.” ve “Sizi Kaçırıyorum”

Bağımsız şiir yayınevi 160. Kilometre, son yayın döneminde üç...

Mustafa Köz’ün İç Odası: Söyle Sonsuzluğun Unuttuğunu

İnceleme: Handan Deniz Tinik Ağır aksak, tökezleyerek yürüdüğüm dünya; şiir....

Yavuz Çetin’in Ardından: “25 Eylül (Acoustic Versions)” Albümü Yayında

Her notasında hüzün, hasret ve içten bir samimiyet taşıyan...

Benzer İçerikler

bütün bunları pencelerden gördüm, Ferdinand Bardamu. – Kadir Çakır

  I kemik sesi, ağıran yağmurluk. TEMA sobelendiğim bütün çocuklar çanı kucağıma düşürdü lağvediliş. BENEDICTUS ne talihsiz ağ. kangren tektip. cenazeyi andıran ödünsüz kalamazsa şenliğe dönüşecek ilenç. ne talihsiz bağ. cenazeyi andıran...

Pamuk İpliğinde Nükleer Akrobasi: The War Game ve Threads.

Celalettin Durak Bir zamanlar, çok da uzak olmayan bir geçmişte, yani 20. yüzyılın ortalarında yok olmamız için bütün koşullar hazırdı. Dünya kabaca ikiye ayrılmıştı; iki...

Bir Sesin Peşinde: Ornella Vanoni’nin Müziğini Keşfetmek

Azimet Avcu Bir Sesin Peşinde: Ornella Vanoni’nin Müziğini Keşfetmek Ornella Vanoni’nin müziğiyle tanışmam yaklaşık on yıl önceye dayanıyor. Stelvio Cipriani’nin Anonimo Veneziano filmi için bestelediği unutulmaz...