Şefkat Yorgunluğu

Hatice Gülas

Acımı mecazın içerisine sıkıştıramıyorum, çocukluğumu itemiyorum kelimelerin arkasına. Bir imge bulamıyorum 6 yaşında bir ufaklığın evcilik oynamaktan kaçmasına. Kimseye kızamıyorum, kızabileceğim hiç kimse suçlu değil. Sahiplendiğim tüm bu günahların altı yaşındaki bir kız çocuğuna ait olduğuna katılmıyorum, bu bir iftira. Ve on yaşındaki bir kız çocuğuna da ait değil bu günahlar, bir abla olsa bile günahkarlıkla suçlanacak kadar reşit değil. Tüm bu satırlar da buraya ait değil ne garip, günlüğümden alıyorum buraya yapıştırıyorum tüm travmalarımı.

Küçük kız kardeşimle Beyoğlu’nda, bir binanın dördüncü katında katarsisi konuşuyoruz. Ağlıyor, silemiyorum gözyaşlarını; ellerim çok pis geliyor. Sesimden utanıyorum konuşurken, fısıldıyorum; etrafta çiğ çiğ bağıran onlarca insan var ama duyuluyorum, ne büyük tezat. Ben bütün bu “ne”lerin arasında Rus-Ukrayna savaşının milliyetçilik açısından yorumlanmasını beşinci defa dinliyorum. Sıkılıyorum, bunalıyorum, sigaraya tekrar başlıyorum yavaş yavaş. Annem duyarsa üzülür diye ağlıyorum yine annemin omzunda. Bırakacağım diyorum, gün saymaya ve sütlü kahveli şekeri iki dişimin arasında kırmaya devam ediyorum.

Anneme anlatıyorum bütün olmayan sevgililerimi ve bütün insanlardan sevgi dileniyorum gizlice. Çünkü kimse beni sevmezse annem de, annemin annesi de çok üzülecek. Bir taşla iki anneyi üzmek istemiyorum. Üçyüzlü metrosunun meydana bakan çıkışında sevgi dileniyorum. Sevgi karşılığında dua ediyorum sürekli, yürüyen merdivenlerden yukarı çıkan insanlara; sevgi karşılığında bütün matemlerinde yanındayım kız kardeşimin; sevgi karşılığında öldürülmek istenen sokak köpeklerinin başlarını okşuyorum -ısırmıyorlar- ve sevgi karşılığında hiçbir kalkanın beceremediği yolla koruyorum sevdiklerimi. Danışıklı dövüşü sevmem ama danışıklı seviş hep kullandığım yöntem.

Annemi üzmek istemiyorum, diyorum. Sigarayı bırakıyorum dört ay daha, saçlarımı kestiriyorum. Kuaför fazla yakın davranırsa rahatsız oluyorum ama bir yandan da istiyorum saçlarımı okşamasını hep yaptığı gibi. Bütün bu karmaşıklığa dur diyemiyorum, bir uğultu duyuyorum yastığımda.

Yastığım nemli. Hayır, gözyaşlarımla ilgisi yok bu nemin. Asla kurutmadığım saçlarımdır yastığın üşümesinin nedeni. Bir fırıncının bedduasını yıkadım saçlarımın üzerinden. Bu tür kirli şeyler sıcak suyla çıkmaz daha da yerleşirmiş öyle söylerdi annem; soğuk suyu sonuna kadar açtım, titreye titreye temizledim saçlarımı. Üç defa anlamını bilmediğim bir tekerlemeyi sayıkladım. Temizim bakın, uslu uslu saçımın kurumasını bekliyorum. O kadar usluyum ki kusarken bile sesimi kısıyorum.

Karnım bomboş kalıyor, yemek yapmak lazım. Elime bir rende alıyorum, tüm mutfak şaşkınlıktan boşalıyor. Anneme sesleniyorum bulamıyorum ne salonda ne de balkonda. Bir bakıyorum annem namaz kılıyor ağlayarak. Neden ağladığını sonradan öğreniyorum, meğersen benim kılmadığım farzları kendine katıyormuş rekat rekat.

Bir ağaç, bir kedi ve de bir şiir için verdiğim tüm emekleri rendeliyorum artık. Suyu çıkıyor tüm emeklerimin bir nezaketsiz kurulda. Belki de çoğu kurul böyledir, diye düşünüyorum; normalleştiriyorum kurulların işbilmezliğini. Gözyaşlarını silmeye çalıştığım kız kardeşim binanın dört katını da üstüme yıkıyor sonra. Şaşırırım zannediyor ama dört katlık bir enkazın altında kahkaha atıyorum ben. Kahkahalarım ağlamaya falan da dönmüyor üstelik; üzerine düşünülmeyecek, düz, basit kahkahalar saçılıyor ağzımdan. Üzerimdeki dört katın hiçbiri dörde bölünmüş dişim kadar acıtmıyor canımı. Ama artık kalacak yerim yok Beyoğlu’nda, bu bir problem.

Beyoğlu’nda bir tanıdık buluyorum, kalacak yer istiyorum. Bana iki ıspanak, bir de fıçı bira veriyor. “Yahu bu ne” diyorum, bunları mideye indirsem babamlar ne der? İki ıspanağı geri veriyor, birayı yanımda götürüyorum; baba tarafını karşına aldın mı bütün hayat cehennemin bir şubesi oluverir en az sekiz kişi kadar biliyorum. Hayır daha önce yanmadım ben hiç, ama anneme sordum hep


“Anne ateşim var mı?”

Bu soru da rendelediğim emeklerim kadar gereksiz oysa; sağ cebimde bir çakmak taşıyorum. O çakmağı alıyor kulaklarıma tutuyorum bazen, bir alevin sesini dinliyorum, ara ara zihnimde yaşayan birinin kulağıma fısıldadığını hayal ediyorum. Sonra gözüme tutuyorum, yüzünü var ediyorum hayatımda. Burnuma tutuyorum çakmağı, içime bir soluk çekiyor onun kokusunu hissediyorum boşlukta. En sonda dudaklarıma tutuyorum, dudaklarının dudaklarıma değişini düşlüyorum. Sonra düşlerimden dolayı günahkar sayıyorum kendimi. Daha öncesinde de günahkar diye nitelendirdiğim halime birkaç defa bağırıyorum.

“Beni duyuyor musun?”

Sarı bir odanın duvarlarıyla çarpışarak geri geliyor sesim. Duyuyorum, diyorum. Tüm bu telaşın içerisinde içerilediğim dudağı başka dudaklarda görüyorum. Bunun için dudaklara küsmeli mi insan, ben küsmüyorum. Takip ediyorum dudaklarını, sözlerini dinleyerek onu öpüyorum sanıyorum. Kendi kendime bağladığım bir düğümü koparıyor saçlarımdan karşımdaki beyefendiye veriyorum. Ben karşımdaki beyefendilere düğümlerimi vererek öpüyorum aslında onları.

Karşı kaldırımda babamı görüyorum sonra. Kafası otuz beş derece yana eğik, gözleri kıpkırmızı. Yüzü kaynak yaparken yanmış babamın. Ateşim var mı kızım, diyor babam. Kıpkırmızı alnını uzatıyor avuçlarımın içine. O an içerlediğim tüm dudaklar, saçımdaki düğümler, cebimdeki çakmaklar, işlemeyi düşlediğim günahlar bir yumak halini alıp yuvarlanarak düşüyor tren raylarına. Babamın elini tutuyor eve götürüyorum, elini yüzünü temizliyor yatağına yatırıyorum ve hatta alnından öpüp başını okşuyorum ağlama krizlerimde bana yaptığı gibi. İnkar ediyorum günahlarımı, yepyeni sevaplar var ediyorum yoktan. Biri varmış sevaplarımın biri yok. Sevaplarımı anlatırken uyuyakalıyor annem de babam da. Huzur içinde uyuyorlar. Bensiz uyumayın n’olur diye ağlamaya başlıyorum sonra. Uykularından ediyorum onları bir gece daha.

En Yeniler

Yeni Çıkanlar; 160. Kilometre etiketiyle Yiğit Bağcı ve Efe Murad!

Basın Bülteninden; Yiğit Bağcı – 5 İzmir’den İstanbul’a uzanan yolculuğunun rotasını...

Bağımsız Mizahın Ayakta Kalma Hikâyesi: İflas Şov

Ozan R. Kartal Son yıllarda dijital mecraların yükselişiyle birlikte bağımsız...

Satırlar Sahneler Doğurduğunda: Serdar Soydan ile Edebiyat ve Sinema Üzerine

Söyleşi: Ceyda Korkmaz Serdar Soydan’ı güneşli bir ada gününde tanıdım....

Köprüyü Geçerken Dinlediğim – İsmail Demir

Seni anlamak üzerine iki kol kestirdim Ağırlığınca altın verseler takmam...

Alptuğ Topaktaş’tan Bir Şiir Eleştirisi: Nâzım Hikmet Şiirinde Özne Sorunsalı

Bir şairin şiirle kurduğu ilişki, onun dünyayı nasıl kavradığını...

Sözün Ateşle Yazıldığı: Suriyeli Şair Adonis

Firuze Tekbülé Arap edebiyatının modernist yanını temsil eden Adonis, yalnızca...

Benzer İçerikler

Babannem ve Beyblade – Hasan Ay

Bir insan keşiş değilse neden Everest’e tırmanır hiç anlamadım. Keşişse de bir yere kadar anlarım zaten. Benim canım Everest’e tırmanmak isteseydi, “Bunun bir de...

Keşfedilecek Bir Hayat Bu Paylaştığımız Bilinmezlerle Dolu Gizemli Silsile Ve Ben De Korkuyorum En Az Senin Kadar – Beste Kaynar

      gelecek önümde bilinmeyen dalgalar ve bana yabancı sular. tanımaya çalıştığım taşlı zemininde el yordamıyla yolumu bulmaya çalıştığım, kimi zaman batıp çıktığım, yüzeyinde kalmaya çalıştığım. sırtını yaslamak ve göğe bakmak, ne denli...

Mor bir bilincin ötesine dokunmak istemenin* – Kadir Çakır

    hiçbir kara kedi sığamadıysa evimizin yarıklarına aynı noktada buluşmuş tortumuzun ne suçu var sanki bir yüzyıl kadar uyumadın- kimya ve tabletler, yakın geleceğin zorluğunu netleştirdiği için mi böyle...