Rüveyda G. Balcı
İnat
Benim benle yürüyen, tekdüzeliğiyle eski yaralarını gözleyen kalbim,
İçime doğru beni çökerten bu göçmen memelerim, köse bedenim,
Bu şehrin yağmurlarıyla bana,
——–anımsamayı hatırlatıyor.
Ben yürüdükçe misafirliği uzayan güleç bir çingeneyim.
Azalarak yankılanır içimde bir ses,
Her defasında gitmem gerektiğini fısıldar.
Bağrıma basılmış trafik ışıkları, — Kırmızı ya da gümüş
Kavruk saçlarımla beyazlaşan etime bir yol gösterir.
İri gözlü şık ceketlidir sağ gözüm.
Hakkıysa ölüm gibi geçer bakışlardan.
Sol gözüm ise içe dönük, işmarlarla dekor edilmiş,
Koca bir kara.
Maarif takvimlerde gördüm, yırtmadıkça hala Aralık,
Hava kapalı hala.
Yalnızca bir gölge olarak durur arkamda parlak gün,
Tam manzaraya dalacakken önüme kapanan bir ağaç,
İçimde işlenmeye meraklı bir ‘kal’ bırakır.
Pervasızım, biraz kafam karışık.
Yürürüm git çağrısına,
Dükkanların kapanan ışıkları, bıraktığı cızırtı,
Sarhoşluğunu dindirmeye çalışır gibi bu çağrının.
Bir göğüs kafesi kadar, es verir, boşalır şehir.
Dar sokaklarda ayaküstü misafirliği kalır adımlarımın.
Yağmur, çalıntı balık çorbalarıyla,
Gezinen yoksul bir karmaşa olarak bana
tekrar susacağıma, yeniden uyanacağıma,
Seni unutacağıma dair bir inancı taşır.
İşte sokaklar, hiçbir şey yapmayarak bana ölümü getirecek olan,
Aşık olduğum yokuşlarda işte ıslaklığım.
Bu işte madem inanç diyorsun, benim inancım bu.
Kaburga kemiğimden yoğruldu ateşli yüzüm,
Soğuğa ve çetinliğe gebe kalarak başladı her şey.
Bir emaneti taşır gibi acımasız küfürlerim.
Sana sustum. Şehre yeni bir ahenk
Yanımda olduğunu hatırlatan, yapayalnız yağmur.
Parçalayarak kelimelerin sözlük yükünü,
Yürür benle,
Ümidini kesmiş yüksek yüksek tepelerin,
Bangır bangır sevişen kedilerin, Bahariyedeki Gültekin abinin,
Ağaköylü Ceren kardeşimin, mezara giren Safiye teyzemin,
Trenlerin, uzuuuuun trenlerin, dilini göğsüme almaya geldim.
Uçucu yağlar ile bir müsveddeye dönüşmüş bu göğsümü
Meditasyon yanlısı bir oryantal olarak,
Kıvırarak açmaya geldim. Susmuştum ama anlatmaya geldim.
Tükenecek telaşı ile rüyalardan uyanmak istemeyen,
Koluna saat yapılmasına alışmış bir kız çocuğuyum ben.
Bana “İnat” diyin.
“Isır,” diyin.
“Anlat” diyin.
Isır
Toprak, kuru sessizliği ile gergin rahmetin yüzüne oturdu da
Verdi yeşilini taştan çıkacaksa çıktı en sonunda.
Taştan çıkan yeşile hayret edin,
Ben o sırada,
damarlarından içine bakıyor olacağım tomurcuklanmanın.
Kabuğundaki sızıntıyla anlayacağım büyümek ne demek.
Ben elmayı değil, duvarları dişlemek isteyeceğim.
Asansör kapılarını, yarım kalmış inşaatları, otopark sıralarını.
Seni.
Dişlerimle soyduğum bir yalan gibi dönecek bunlar bana, belli.
İşte bu yüzden, sokaklarda boğuntuları kadınların ve abilerin.
Bir kenara çekileyim, az sakin kalayım diye
kaldırımlar beni hizaya sokmaya çalışır.
Ben düz çizgiyi en son çok küçükken çekmiştim.
Geometriyi görkemli intiharlardan öğrenmiştim.
Evlerden çıkarmıştım, dönme dolapları, karınca atları.
Esrik ve şık rakamlarla dişlerimi göstermiştim.
Kaçan çorabımla yürürken, güneşi almıştım içime.
Fakat sokak bu, arsam benim. Otuz birim.
Kımıltılı bir gölge boynumdan beni tutarsa,
dalgın tabancamı ve ama inanır mısın ile başlayan cümlelerimi bırakacağım.
Etraf bomboş olsun.
Cüretim, kendimden başka kimseye hesap vermez.
Islak ışıkların altında güzelleşiyorum demek istiyorum sana.
Yalnız yürümek doğalımken;
Utancın gölgesine düşmekten korkarak
Sekerek geçtim bazı sokaklardan.
Tavus kuşlarını uyandırmaktan korkak,
Tatarzadeler ve Rilke için
Cebimdeki zara yüz binlik olurum diye
bulaşmam gövdeleri kusmuktan ibaret adamlara.
Yokuşlarda sırtlı, keskin köşelerde delikanlıyken, sana yalnız sana.
Düzlüklerim, bayağı cümlelerim, abartılı cilvelerim.
Kuyudan yıldız alır gibi, gece ama, bu geceler sade sana.
Anlat
Sen çekinmeden, özenini hıza yaslayarak
Büyük adımlar atıyorsun.
Sarayburnu’nda kızıl bir ay, zamanı geriye itiyor,
Ağır ve ısrarcı.
Sen ne ağırlığı seversin ne de ısrarı,
Yan yana yürüsek bile değmiyor sana zaman.
Dönmüyorsun, ben dönüyorum.
Kesmeden gönül rahatlığıyla adımlarını sayıyorum.
Bir ses çıkarsam, kendimle karşılaşırım,
Oysa yanımda sadece izsizliğim var.
Toprakla yoğrulmuş kelimelerimi
Kaldıkça alta çöken şiirimi
Ellerimle, tırnaklarımla kazıyordum.
Kenar mahalleli bir ısrardım, ağırdım.
Beni sarsıyordu üstelik,
yükseklik,
fallar ve boğuculuğu beton Ocak ayının.
Buna rağmen söz vermiştim.
Vefa’da, Galata’da, Üsküdar’da bir şiiri özetleyecektim sana.
Fermante bir plazmanın içinde, başımı döndüren
Kelimeler birleştirecektim sana.
Gülüşümü bir kadın bölecekti, sen merhamet edecektin bana.
Çöktükçe şehre yağmurlar,
Yere yakınlaştıkça solmuş evlerin sıcaklığı beni anlıyor.
Gözlerime çizilen çizgiler adımı unutmuş gibi yerleşirken,
evi olan evine döner günün sonunda.
Evsiz beni anlıyor.
Sen, sessizce, fizik ihtisasından kararlı bir ayılma olarak,
Gözyaşlarıma ve çingen eteklerime karşılık beni anlamıyorsun.
Bekleyerek bilime inanıyor, beni ayıltmıyorsun.
Boğuluyorum diyorum sana.
Bana bir mezar seçtirir gibi sokakları gezdiriyorsun,
çaputlarımı çözüyorsun türbelerden.
İnançlarımla oynuyorsun.
Bıkmadan oynuyorsun ama tüm alkışları alıyorsun aferin.
Eve doğru çukurlaşan omuzlarımla,
Sokaklarda, boyalı duvarlarda,
Gülüşün çok provokatif, çok asılı kalmışsa,
bunu sadece ben görüyorsam akşam vakti Beyazıtta.
Benim beton alnım, derinleşen bir kuyuya hayransa?
Bana da aferin.
Bu duvarlar benim düşmüş kahkahaya yatkın
ve pişmeye hazır kadınlığımı
azdırıyorsa,
Ne çıkar?
Ellerin dudaklarıma değerken,
şirkten ve ocakta edepsiz gözükmekten
Bu sokağa sen olmazsan girmezdimlerden,
Annenden, annemden, annemizden, geri al, neşemi.
Giden neşemi ver bana.
Bir açılış ver, bir el ya da bir yatak.
Gözümü açtırmak için gerilen rüyalarımı ver.
Bayılana kadar oynadığım oyunları ver,
Tef ver tüfek ver.
Bana saçları benden uzun atların görüldüğü düzlükleri göster.
Yok, yürüyorsun, klasik sen işte.
Yakınına aşinalığın tenezzülünden geçmiyor.
Ateşin, sokakların nemini yalıyor.
Gecenin içi açılıyor adım adım.
Ne zaman ümitsiz olsam,
Bir yıldız seçtiriyorsun bana,
adı uzun oluyor.
Uzunca gidiyorsun, uzun bakıyorsun,
Uzuuuuuun çok uzun
Bir şiiri özetlemektir belki de bir şiiri
Üçe katlamak.
Adı uzun bir yıldız oluyor.
Bana inat diyor ısır diyor o da anlat diyor.
Bin güneşli geceydi bu,
Blue Mosque ve bin adım sığdırmıştık karanlığa.
Işığı bölüştük;
Ben ayı aldım,
Sen yıldızları.