Türk Şiirinde Sanatlararası Etkileşimin Daralması: Divandan Günümüze Bir Okuma

İnceleme: Azimet Avcu

Osmanlı/Türk edebiyat geleneğinde şiirin musikiden tamamen ayrılıp bağımsız bir tür olarak geliştiğini söylemek zordur. Divan şiirinin merkezinde yer alan gazelin bestelenebilmesi, meşk kültürü ve edebî-musiki meclisleri, şiirin zaten çok-disiplinli bir ortamda üretildiğini gösterir. Cem Behar’ın Osmanlı-Türk musikisi üzerine çalışmaları ve Walter G. Andrews’un Osmanlı lirik şiir analizleri de bunu tarihsel ve biçimsel açıdan ortaya koyar. Şiir ses ve makamla birlikte dolaşıma girer; metin ile icra arasındaki sınır ise geçirgendir.

Minyatür, Meşk Kıraathane

Cumhuriyet döneminde de şiirin diğer sanatlarla kesişimi süreklidir. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun hem güçlü bir ressam hem de yayımlanmış şiir kitaplarına sahip bir şair oluşu, türler-arası dolaşımın popüler bir örneği olarak anılabilir. “Garip” kuşağından Oktay Rifat’ın tiyatro oyunları, şiirin sahneyle kurduğu bağın 20. yüzyıl ortasında da canlı olduğunu hatırlatır. 1950’lerden itibaren dergiciliğin Papirüs gibi yalnızca şiirin değil eleştiri, çeviri, görsel/grafik tasarım gibi alanların da buluşma zemini olması, sanatlararası dolaşıma kurumsal bir omurga sağlar.

1960’lar–80’ler arasında, şiir sinemayla da temas hâlindedir. Attilâ İlhan’ın senaryoları ve sinema yazıları, şairin film alanı içinde bir “meslektaş” olarak konumlandığını gösterir.  Aynı zamanda 70’lerde şairlerin yazdığı şarkı sözleri, şiirin popüler kültürde güçlü bir karşılık bulmasına vesile oldu (Batur, 1992). Bu, şiiri yalnızca “metin” olmaktan çıkarıp üretim ağlarına sokar: yapımcı, yönetmen, görüntü yönetmeni, oyuncu… Becker’ın diliyle, şiir “sanat dünyaları”nın ortaklaşa eylem gereksinimine katılır.

Lütfi Ömer Akad, Yalnızlar Rıhtımı, 1959

1950 sonrası kuşaklarda ressam-şair figürü de süreklidir. Metin Eloğlu’nun resimle iç içe üretimi, İlhan Berk’in desenleri ve resim defterleri buna örnektir. Bu figürler, şiirin görsel sanatlarla eşzamanlı bir “dil deneyi” olduğunu gösterir; kitabın sayfası ile tuval arasındaki geçirgenlik poetikaya içkindir.

İlhan Berk

Bu tarihsel kesitte görülen temel özellik, şiirin kendi kabuğuna çekilmek yerine diğer sanatlarla temas ederek beslenmesidir. Nurdan Gürbilek’in ifadesiyle “edebiyat, diğer sanatların ve kültürel kodların aynasında kendi mevcudiyetini sınar” (Gürbilek, 2010).

1980’ler ve 1990’lar: Bireyselleşme, Metropol ve Ayrışma

1980’lerin Türkiye’sinde darbe sonrası siyasî ve ekonomik yeniden yapılanma, piyasa odaklı kültürel iklim ve vitrin estetiği, kamusal hayatta gösterinin ağırlık kazanmasıyla sonuçlandı. Nurdan Gürbilek’in “Vitrinde Yaşamak” ve “Kör Ayna, Kayıp Şark: Edebiyat ve Endişe”deki çözümlemeleri, bu dönemin kültürel paradokslarını öznel içe kapanma ile arzunun dolaşıma katılması arasındaki gerilimi ustalıkla açar. Bu gerilim şiirde de hissedildi: bireyselleşme derinleşirken ortak üretim mecraları zayıfladı, disiplinler arası temaslar dergilerle kurulan gündelik iletişim ağlarında seyrekleşti.

1990’lar, metropolün büyüdüğü ve kültür endüstrisinin hızlandığı bir on yıl oldu. Bourdieu’nün alan kuramıyla bakıldığında, şiir kültürel alanda değer üretmeyi sürdürse de, ekonomik karşılığının zayıf olması nedeniyle ticari görünürlük kazanmakta zorlandı. Adorno’ya göre kültür endüstrisinde üretim ne kadar standartlaşır ve hızlanırsa, niş türlerin geri planda kalma riski de o kadar artar. Büyük şehirlerde yoğunlaşan yaratıcı emek ise geçim sıkıntısı, uzaklıklar ve destek eksikliği yüzünden şairin yalnızlığını artırmıştır.

Tanıl Bora’nın 1990’lar Türkiye’sinde siyasal ve toplumsal dildeki değişimleri incelemesi (örneğin Zamanın Kelimeleri) ve ideolojileri geniş ölçekte yeniden okuması (Cereyanlar), kültürel alandaki ayrışmayı anlamak için yol göstericidir. ‘Risk, proje, marka, kimlik, güvenlik’ gibi anahtar kelimeler kültürel üretimin diline girmiş; edebiyatın kamusal dili ile gündelik siyasetin söz dağarcığı arasındaki bağlar, pratik faydayı öne çıkaracak biçimde yeniden düzenlenmiştir. Bu durum, şiirin diğer sanatlarla birlikte yürüttüğü uzun soluklu ortak projelerin (kolektif ajanslar, melez platformlar, disiplinler arası dergiler) zayıflamasına da yol açmıştır.

Son Otuz Yıl: Kabuğa Çekilme ve Dolaşım Sorunu

2000’ler ve 2010’larda şiir ortamı üretkenliğini korudu; fakat dolaşım kanallarının (basılı dergiler, “büyük” yayınevlerinin risk almama eğilimi, şiirin edebiyat çatısı altındaki payının daralması, şiirin öte sanatlarla gündelik temasını seyreltti. Burada Enis Batur’un hem 1980 tarihli Şiir ve İdeoloji’si hem de 1974–2000 arasını tarayan Smokinli Berduş’taki muhasebesi dikkat çekicidir. Şiirin iletişim kanallarını geniş kültürel bağlam içinde değerlendirme çağrısı bugün hâlâ geçerlidir. Bu yaklaşım, şiirin yalnızca biçim arayışını değil, aynı zamanda kiminle, nerede ve nasıl buluştuğunu da tartışmayı gerektirir.

2000’lerde bilgisayarın hayatımıza daha da girmesiyle en başta bloglar, kişisel siteler ve antoloji siteleri hayatımıza girdi ama matbu bütünlüğünü de korumaya çalıştı. Fanzin kültürü şiirin hem formunu hem de akademik yönünü sorgulattı. En büyük yenilikleri  de yine bu fanzinler getirdi diyebiliriz. 2020’lerin başında çevrimiçi dergiler alternatif bir dolaşım önermeye başladı. Ancak bu mecralar çoğu zaman geçici ve etkisiz kaldı. Bourdieu’ye göre alandaki iç farklılaşma arttıkça (edebî gruplar, küçük kamular), türler arasında kalıcı işbirliği için ortak kurallar ve kurumsal aracılar gerekir. Şiirin kendine özgü sesi korunmuş olsa da, resim, sahne, sinema ve müzikle kalıcı buluşmalar sağlayacak platformlar giderek azaldı.

Kısır Döngüyü Nasıl Kırarız? Somut Öneriler

  • Üniversiteler ve Akademinin Rolü:

Şiirin diğer sanat dallarıyla etkileşimini artırmanın en kurumsal yollarından biri, üniversitelerin ve akademik çevrelerin sürece aktif biçimde katılmasıdır. Türkiye’de edebiyat bölümleri genellikle kendi sınırları içinde kapanma eğilimi gösterir. Oysa şiirin canlılığını koruması için fakülteler arası iş birliğine ihtiyaç vardır. Güzel Sanatlar Fakülteleri, İletişim Fakülteleri ve Edebiyat Fakültelerinin ortak projeler yürütmesi hem şiirin görsel-işitsel sanatlarla hem de sinema-medyayla temas kurmasını sağlayabilir.

Bunun yanında, akademinin şiir dünyasıyla kuracağı bağlar yalnızca kuramsal düzeyde kalmamalıdır. Üniversiteler, şiir atölyeleri, sanatçı–akademisyen buluşmaları, ortak sergi ve etkinliklerle şairleri güncel sanatsal üretimin merkezine davet edebilir. Örneğin Mimar Sinan Üniversitesi’nde yapılacak çağdaş şair buluşmaları etkileşimi ve üretimi paralelinde artıracaktır. Bu bölümler tarihçilik yapmak yerine üretimi de desteklemek zorunda olduklarını hatırlamalılar. Böylece şiir, yalnızca kitap raflarına sıkışan bir tür olmaktan çıkarak, diğer sanat pratikleriyle aynı mekânı paylaşır. Fakülteler arası bu etkileşim, yalnızca öğrencilerin ufkunu genişletmekle kalmaz, şiirin güncel kültürle kuracağı bağları da kuvvetlendirir.

“Birinin acısı öbürüne geçmiyor” Sergisi, Ressam: Meltem Şahin, Küratör: Elvin Eroğlu, Şiirler: Aslı Serin – Birhan Keskin
  • Kurumsal arayüzleri canlandırmak:

Belediyelerin kültür merkezleri, devletin sanat araştırma merkezleri ve bağımsız mekânlar, şiir–müzik–resim–sahne ortak üretimleri için çağrılar açmalı. “Şiir + [X] Laboratuvarı” formatı: 6–8 haftalık ortak atölyeler, kamusal sunum ve küçük fon. Becker’ın “ortaklaşa eylem” vurgusu, bu tür platformların etkisini açıklıyor.

  • Yayıncılıkta karma formatlar:

Şairlerin görsel defterleri (İlhan Berk örneği) ile ses kayıtlarını (şiir icrası, bestelenmiş şiir) aynı yayında buluşturan “multimedya kitaplar” ve dijital ekler. Bu, Divan geleneğindeki metin–icra bütünlüğünü bugünün teknolojisiyle günceller.

  • Mekânsal yakınlık ve rezidanslar:

Metropoldeki mesafe/dağınıklık sorununa karşı, 3–6 ay süreli “çok-disiplinli yazı–görüntü–ses” rezidansları. Şair–besteci–çizer üçlüleriyle sonuç ürünü: kitap + mini konser/sergi + açık arşiv.

  • Sahneye şiir geri dönüşü:

Oktay Rifat ve Attilâ İlhan hatırlatmasıyla, şiirin tiyatro ve sinemayla ortak üretimi desteklenmeli yeni oyunlara şiirsel librettolar, kısa filmlere şiir metni dramaturjisi, video ve sinemanın imkanlarıyla şiirin sadece yazın şekli değil de bir anlatıcı gibi video-şiir oluşturulmalı. Fonlama ölçütlerinde ise “türler arası işbirliği” zorunlu kriteri içermeli.

  • Eleştiri ve kamusal tartışma:

Şiire dair eleştirinin (Moran’ın disiplini ve Gürbilek’in bağlam duyarlılığı) dergilerde ve podcast/kanallarda sürekliliği sağlanmalı; yalnızca kitap tanıtımı değil, alanın kurumsal sorunlarını konuşan dosyalar açılmalı. Bugün romana açılan alanın yarısı dahi şiire açılsa bunun farkını toplumsal olarak hissedeceğimiz bilinmelidir.

  • Medya’nın etkin kullanırlığı:

Bugün sosyal medya ve dijital kanallar hayatımızın her alanında yer alıyor. Bu sayede kültürel alan da farklı sanat dallarında erişimini ve etkileşimini artırdı: müzik (Spotify, YouTube), sinema ve dizi (Mubi, Netflix, Amazon Prime, HBO, Gain, Exxen), roman ve öykü (Storytel, Kindle) gibi platformlar bunun örnekleri. Sosyal medyada etkin paylaşımlar ve kültür-sanat sitelerinde düzenlenen söyleşiler de görünürlüğü güçlendirdi. Hatta birçok yazar kendi adıyla ya da müstear isimle dizi ve film senaryoları yazarak maddi imkânlarını ve etkileşim ağlarını genişletti. Buna karşılık, şiirin hâlâ daha etkin bir medya kullanımına ihtiyacı var. Matbu dergilerin yerini, farklı sanat üretimlerine imkân veren çevrimiçi platformlar almalı. Avrupa’daki Versopolis ve Lyrikline örneklerinde olduğu gibi öncelikle Türkiye özelinde sonrasında dünya özelinde bir şiir arşivinin oluşturulması gerekmektedir. Banliyö Şiir Sanat’ın doğuşu, bu eksikliğe küçük bir katkı sayılabilir. Ancak bu çabanın farklı kişi ve oluşumlarla çeşitlendirilip büyütülmesi gerekir.

Bu öneriler elbette geliştirilebilir ya da eleştirilebilir. Özellikle şiirin bağımsız, aykırı ve muhalif duruşunu bir “fonlanma” mekanizmasının ya da kültürel sermayenin etkisine bırakmaktan rahatsızlık duyan gruplar olacaktır. Şiir tarihsel olarak daima iktidar karşısında mesafeli, bazen de muhalif bir pozisyon edinmiştir; bu nedenle onun kurumsallaşma ya da destek mekanizmalarıyla ilişkiye girmesi, bazı çevrelerce bir tür “evcilleştirme” riski taşıdığı için kuşkuyla karşılanır. Benim de bu noktada benzer kaygılarım olduğunu belirtmeliyim.

Ne var ki, günümüzün kültürel ekosisteminde şiirin yalnızca bireysel çabalarla ayakta kalması giderek zorlaşmaktadır. Diğer sanat türlerinde (örneğin sinema, tiyatro ya da çağdaş sanat alanında) belli ölçüde kurumsal destekler, fon mekanizmaları ve kolektif üretim alanları, sanatçıların hem üretimlerini sürdürebilmeleri hem de daha geniş kitlelere ulaşabilmeleri için vazgeçilmez hale gelmiştir. Şiir de bundan bütünüyle azade değildir. Burada önemli olan nokta, bu tür desteklerin şiiri tek tip bir estetik anlayışa zorlamadan, çoğulluğu ve deneysel alanı koruyacak biçimde örgütlenebilmesidir.

Dolayısıyla mesele, şiirin “saflığını” ya da “aykırılığını” koruyarak, ama aynı zamanda sürdürülebilir bir kültürel ortamda varlığını devam ettirmesini mümkün kılacak dengeli bir model yaratabilmektir. Bu modelin temelinde şairlerin özerkliğini zedelemeyen, eleştirel üretimi teşvik eden, çok sesliliği ve çeşitliliği garanti altına alan bir destek anlayışı yer almalıdır. Aksi halde fonlama ve kurumsallaşma süreçleri, şiirin varoluşsal özüne ters düşebilir.

Sonuç olarak Türk şiiri tarihsel olarak hiçbir zaman kabuğunda yaşamamıştır. Musikinin, resmin, sahnenin ve sinemanın yanı başında gelişmiştir. Kabuğa çekilme, daha çok 1980’ler sonrası kültürel alanın yeniden yapılanması ve 1990’larla birlikte hızlanan metropol/ekonomi dinamiklerinin sonucu. Bu kısır döngüyü kırmak, şiirin poetik gündeminden olduğu kadar kurumsal tasarımdan, fonlama modellerinden ve mecraların yeniden örgütlenmesinden geçiyor. Şiir alanını, Becker’ın tarif ettiği “ortaklaşa eylem” eksenine yeniden yerleştirmek, Bourdieu’nün uyardığı sembolik/ekonomik sermaye dengesini gözeten aracılar yaratmak ve Gürbilek’in teşhis ettiği kültürel iklimi veri alarak çoğul mecralar kurmak… Tüm bunlar, şiirin dışarıyla görüntü, ses, hareket ve mekânla yeniden doğal bağ kurmasını sağlayabilir. Bu bağ yeniden kurulduğunda, şiir yeniden gündelik dolaşımın içinde üretilir, paylaşılır ve tartışılır hâle gelecektir.

En Yeniler

İnce Gezmelik – Osman Erkan

dönerken dünya mavi bir ses çıkarır, o sesi şairden başkası...

Bir Şairin İzleri: Nilgün Marmara Belgeseli

Yönetmenliğini Tolga Oskar’ın üstlendiği Nilgün belgeseli izleyiciyle buluşmaya hazırlanıyor....

İki Şairin Filmi: Tekerleme (1984)

Leyla Bayrı 1984 yapımı Tekerleme, Merlyn Solakhan’ın Berlin Film ve...

Ozan R. Kartal ile Haydi Etek Giyelim üzerine Söyleşi – Ceren Avşar

Ceren Avşar   “Roald Dahl’ın Charlie’nin Çikolata Fabrikası kitabındaki her yöne...

Arşivlen: yahut – Kadir Çakır

ipliklerin ucundan tanın- efil bir madalyon, göğsün tam ortasından yaşaman gerek...

Renk, Şiir ve İstanbul: Burhan Uygur’un Resim Dünyası

Burhan Uygur, Türkiye resim sanatında 1970–1990 döneminin en kendine...

Benzer İçerikler

Hipertekst Bağlamında Şiirsel Bir Müdahale: Seyhan Erözçelik’in Geyikli Gece Yorumu

İnceleyen:Dilek Işık Hipertekst, bir metnin başka metinlerle çok katmanlı ilişkiler kurduğu, doğrusal olmayan bir okuma deneyimi sunduğu yazı biçimidir. Geleneksel metin anlayışını kırarak, okuyucuyu pasif...

Kendini Yazmak: Bir Adam Yaratmak’ta Yazar, Karakter ve Varoluş

İnceleme: Azimet Avcu Giriş Yazarlığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı bu oyun 1937 yılında kaleme alınmıştır. 3 perde halinde yazılan oyun ilk defa 1937-1938 yılında İstanbul Şehir...

Karanlıkta Kalmış Bir Şiir: Ece Ayhan’ın Deliler Bayramı

Uğur Yanıkel Bir süredir Ece Ayhan’ın hayatı ve şiir külliyatı üzerine yürüttüğüm araştırmalar, beni beklenmedik bir buluşa götürdü. 1956 yılının Nisan ayında yayımlanan Yücel...