Şiir Eloğlu ile Röportaj

Selim Yücel & Azimet Avcu

 

Türkiye’ye ne sıklıkla geliyorsunuz? Burada hala aile bağlarınız var mı?

Yılda bir veya iki defa geliyorum. Tabii ki gelmemin sebebi çoğunlukla ailevi bağlarım. Bir dayım ve bir kuzenim kaldı. Baba tarafım silinmiş bir durumda. Halam vardı yaklaşık 15 yıl önce vefat etti. Onun bir oğlu vardı maalesef onu da kaybettik. Baba tarafımdan sadece halamın torunu kaldı işte. Her gelmemde uğrarım yanına.

Metin Eloğlu’nun özellikle son yıllarında şiir, resim ve daha genel soracak olursak sanatla ilişkisi nasıldı?

Babamın hastalığından dolayı iki tane tümörü çıkmıştı. Sağ tarafından ameliyat oldu. İkinci tümör sonrası toparlanamadı. İlk tümörü çıktıktan sonra pek dışarı çıkmamaya başladı. Sergilere falan gitmek yoktu artık. Benim hatırladığım babam, devamlı dışarılarda gezen eve pek gelmeyen birisiydi. Ama hastalıktan sonra evden çıkmayan birisi oldu. O çıkmayınca arkadaşları eve gelirdi. Evde yemekler, mezeler havalarda uçuşurdu. Babam çok iyi bir aşçıydı, bu pek bilinmeyen bir yönü. Ayrıca bu günlerde devamlı şiir yazıyordu. Hatta bu son şiirleri tüm şiirlerinin toplandığı “Bu Yalnızlık Benim” kitabına eklendi. Ama resme artık gücü yetmiyordu. Resim yapması için bedenen oturup bir tablo üzerinde saatlerce çalışması gerekiyordu. Bu güç de onda kalmamıştı. Üzerinde saka kuşunun olduğu son bir tablo vardı. O tablo da onun mu diye bazen şüphe ediyorum. Ben konservatuvarın son yılında babamı kaybetmiştim. Kendime o zaman siyah mavi bir manto dikmiştim. Ve o portre bir kadın portresi. Bana tabloyu yaparken o mantodan esinlendiğini söylemişti. Ama kendisi mi yaptı
esinlenerek bir yerden mi aldı bilmiyorum. Babamın çizgilerine benzemiyor. Aslında birçok sır var hayatımızda o da bunlardan bir tanesi.

“Babam çok iyi bir aşçıydı, bu pek bilinmeyen bir yönü.”

Hastalığında sigara ve alkolün etkisi var mıydı?

O dönemde alkolü artık bırakmıştı ama geçmiş dönemlerde aşırı derecede alkol tüketiyordu. Sigara zaten ağzından hiç düşmüyordu. Tüm fotoğraflarında ağzında sigara vardır mesela. Hatta evlilik fotoğrafında bile.

Metin Eloğlu 1972 Yılında TDK Şiir Ödülüne layık görüldü. Bu onun aslında dil alanında çevre tarafından ne kadar dikkatle takip edildiğinin ve önemli olduğunun göstergesi. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?


Babamın o zaman: “Ülkede yazar mı kalmamışta bu ödülü bana verdiler” demişti. Türkiye’de gerçekten şiir çok önemli bir yerde. Şairler, edebiyat alanında en önde gelen isimler. Almanya’da şiir çok az konuşulur. Ben sanatçı olmam dolayısıyla yazar dünyasından birçok ismi takip ediyorum. Günümüzden birçok roman yazarı sayabilirim ama şair denildiğinde bu hemen tek hanelere düşüyor. Bizim ülkemizde kültürel bir miras mıdır bilmiyorum şiir hep ön planda.

Babam o zaman: ‘Ülkede yazar mı kalmamış da bu ödülü bana verdiler.’ demişti.”

Babanızla çocukluk zamanınızda hiç mektuplaştınız mı?

Biz Almanya’ya göç ettiğimizde Almanya’da Türk sayısı çok azdı. Bu yüzden çevremizde hiç Türk olmadı. Biz Köln’deydik ve tüm çevremde Alman çocukları olduğu için başka bir dil öğrenme şansım olmadı. Ne bir Türk bakkal ne de Türkçe yayın yapan bir TV kanalı vardı o zaman. Sadece Köln Radyosu’nda 1 saatlik Türkçe haber kuşağı sunardı Veli Er. Onla da ne kadar öğrenebilirdik ki Türkçe’yi. İlkokul, ortaokul ve lisede hiç Türk arkadaşım olmayınca; Türkçe, sadece evde konuşulan bir dil olarak kaldı. Annemin sayesinde yıllar sonra Türkçe’yi öğrendim. Ama hala tam anlamıyla kavrayamıyorum. Bunların gölgesinde babamla yazışmamız olanaksızdı. Ama babama annemin yardımıyla bayramlarda kart yazardık. Bunun dışında her yeni çıkan kitabını gönderirdi bize. Gerçek anlamıyla konservatuvara başladığım yıl babamla yazışmaya başladık.

Metin Eloğlu’nun sizi en etkileyen şiiri hangisidir? Daha geniş bir anlamda soracak olursak babanızın hangi şiirinde kendinizi görüyorsunuz?

Babamın şimdi hangi şiiri güzel derseniz buna karar vermede fazlaca zorlanırım. Çünkü onlarca güzel şiiri var. Ama kendimi gördüğüm derseniz babamın bana yazdığı bir şiiri var daha hiçbir yerde yayımlanmadı. Onu hep saklarım. Onu bir süre daha kimseyle paylaşmayı düşünmüyorum.


Hayri Turgut Uyar’ı tanıyor musunuz? Babanız Turgut Uyar’ın oğlu olan Hayri Turgut Uyar’a bir şiir kaleme almış bu bağlantı ile tanışmış olabilirsiniz diye düşündük.

Yok tanımıyorum ama şunu hatırlıyorum. Babamın evinde karşılaştığım Edip Cansever, eşi Mefharet Hanım, Oğuz Abi (Oğuz Tansel) daha birçok bilindik isim var ama ben isimlerini aklıma getiremiyorum. Aklıma en net kalan ise, yazar yakınlarından, Can Yücel’in eşi Güler Yücel ile karşılaşmıştım, sonra kızı Su ile görüşmüştüm.

Metin Eloğlu gençlik yıllarında hep hırçın bir kişiliğe sahipti. Siz son zamanlarını yaşadınız. Son zamanlarda nasıl bir ruh halindeydi?

Babam 14 Yaşında evden çıkıp gitmiş;  Orhan Veli’nin peşine takılıp, şiir dünyasına dalmış birisi. Yani bir çocuğu düşünebiliyor musunuz 14 yaşında bir ideali uğruna evden çıkıp gitsin! Yani o çocuğun farklı bir çocuk olması gerekir. O yaşta kendinden 10-15 yaş büyük yazarların peşine takılıp sigara ve alkole başlıyor. Babamın ailesi çekirdek bir aileden oluşuyordu. Bu da babama çok dar geldi. Devamlı dışarı çıkmak istedi ve çıktı. Bir de şu var ben uzun yıllar sonra babamın adına yazılan bir kitap okuyup hakkında söylenen bir şeyi öğrenmiştim. Asım Bezirci’nin babam hakkında söylediği şey çok ilginç gelmişti bana. Asım Bezirci’ye göre babam oyuncu olmak istiyormuş. O zamanlar konservatuvar sadece Ankara’da varmış. Ailesinin parası olmayınca da gidememiş. Babam da “Matematiğim zayıf olduğu için akademiye kaydoldum” diyerek esprili bir şekilde bunu dile getiriyormuş. Bunu annem dahi bilmiyordu. Hatta ben tiyatro bölümüne girdiğimde bana dahi söylemedi. Böyle esrarengiz birisi. Sonrasında askerlik dönemini herkes bilir zaten. 5 yıl kadar sürdü. Yani askerden izine geliyor izin bitiyor geri gitmiyor ceza olarak tekrar başa dönüyor. O kadar uzun süre kalınca akademiden de atıldı zaten. Millette babamı bekleyecek değil ya ama babam hep beklesinler derdi, öyle bir adamdı. Yani bu dilinden de belli. Tam bir sokak delikanlısı edası var. Aile hayatı da öyle.  Annemle evleniyor iki çocuğu oluyor pat başka bir kadın. Küçük bir ailede yetişmesi, onu yönlendiren kimsenin olmayışı ve sanatla ilgili kimsenin olmayışı onu başına buyruk birisi yaptı. Dedem bahçıvan, babaannem ev hanımıydı. Babama hiçbir etkileri olmadı dolayısıyla. Babam zaten o istekleriyle ailede hep huzursuzluk yarattı. Halam ve babaannem onu zapt etmekte oldukça zorlandılar. Son yıllarına kadar bu devam etti hatta son yıllarda da kendini zorladı ama sağlığı rahat bırakmadı. Durgun bir adam haline büründü. Dışarı çıksa bile akşam olmadan eve geldi. Ama hep yazdı. Resim yapamasa da yazdı. Babam bunların yanında çok da disiplinli bir adamdı. Her işinin hakkını veriyordu. Mesela sabah erkenden kalkıp kahvaltısını yapıp hemen çalışmaya koyuluyordu. Böyle tuhaf  bir adamdı. Hayatı bu kadar darmadağın olup işinde bu kadar titiz olması onun farklılığıydı. Her işini tam yapardı. İçince tam içerdi, yazınca tam yazardı, resim yaparken tam yapardı.

Metin Eloğlu size hiç arkadaşlarını anlatıyor muydu? Sizlerle ilgisi nasıldı?

Babamın hayatı arkadaşlarıyla geçiyordu. Bizle ilgisi çok farklıydı. Bizi çok seviyordu bu kesindi ama bizle ne yapacağını bilmiyordu. Eli ayağına dolaşıyor en son kendini sokağa atıyordu. Bizi bir gün bir arkadaşına götürmüştü isimlerini şimdi hatırlayamıyorum. İzmit’te bir yazlıktı. Abimle beni götürdü. Hayatımın en sıkıcı tatiliydi. Bizle ne yapacağını bilmiyordu. Bizle yaşamaması ve çevresinde pek çocuk olmaması onu çocuklardan uzaklaştırmıştı. Abim ile ilişkisi bana göre daha iyiydi. Örneğin Oğuz Tansel’e mektuplarının birinde yazıyor ki:

“Oğuz can!

Hasan’la el elele yazıyoruz; dil sürçmeleri, imla hataları olursa ikimize ait yani.. Rahat vermiyor deyyus; üstelik 10 parmakla yazmak sevdasında. Nezlesi bugün azıcık tavsadı ya, keyfine değme yok…

Cmmvı”r mfo (Hasan’ın karacümlesi de bu biçim işte.)”

Babamla abimin ilişkileri daha yakındı ama benimle pek olmadı. Abim çok genç yaşta hastalıktan dolayı 43 yaşında vefat etti. Hasan, babamla annemin ayrılık sıkıntısını çok yaşadı. Benim için öyle olmadı. Bir baba var ama nerde ne yapıyor düşünmedim. Babamla abimin İlişkilerinin iyi olmasının bir nedeni de normalde anne evde baba dışarıda çalışır ama bizde tam tersiydi. Babam elinde fırçası evde çalışıyor annem öğretim görevlisi olduğu için devamlı okulda. Mesela annem iyi bir aşçı değildi.

“Babamın hayatı arkadaşlarıyla geçiyordu. Bizle ilgisi çok farklıydı. Bizi çok seviyordu bu kesindi ama bizle ne yapacağını bilmiyordu.”

Babanızın mezarlığı kayıp diye bir ara haber çıkmıştı? Metin Eloğlu’nu ziyaret etmek isteyen okurları için mezarlığı nerede bulunuyor söyler misiniz?

Öyle bir şey olabilir mi gerçekten. Çamlıca Çakaldağ’da aile mezarlığımızda yatıyor babam. Her gelmemde mutlaka ziyaret ediyorum. Hatta geçtiğimiz yıllarda bir grup arkadaş benle irtibata geçip “babanızı ziyarete gideceğiz sizden bir şey götürmemizi ister misiniz?” diye sormuştu. Biliniyor ilgilileri tarafından.

Babanızın Üsküdar ile ilişkisi şiirlerinde ve hayatında hep önlerde olmuştur. Sizin bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

Babam çocukluğunu ve gençliğini Üsküdar sokaklarında yaşayınca Üsküdar onda çok farklı bir yerde görünmektedir. Babamın İstanbul’u Üsküdar’dır. İlk hırçınlıklarını, aşklarını, şiirlerini, resimlerini orada yazmış orayı ciğerlerine çekmiştir. Ama ben daha çok Şişli çocuğuyum. Biz daha sonraları Şişli’ye taşındığımız için benim anılarım hep orada gerçekleşti. Babamın son evi Teşvikiye’de Ihlamur sokak, Nesligül Apartmanındaydı. 19 numaraydı galiba ama tam emin değilim. Nesligül Apartmanının 1. Katındaydı. Zaten 100-200 metre ötesinde Leyla Erbil oturuyordu. Onunla son olarak böyle uzun uzun muhabbetim olmuştu. Onun evinde de tabloları falan vardı. Babamla çok eski dostlardı.

Metin Eloğlu’nun Oğuz Tansel’e mektuplarını okuyunca gerçekten günümüzde böyle dostlukların olmadığı için üzülüyoruz. Babanızın Oğuz Tansel arkadaşlığı sizce nasıldı?

Babamın kuşkusuz en yakın arkadaşı Oğuz Abiydi. Tabii ki başka arkadaşları da oldu ama hiçbiri Oğuz Abi kadar olamadı. Onların ilişkisi çok özeldi. Bu ortaklıklarının eseri olarak Bektaşi hikayelerini beraberce yayımlamışlardı. Bunların ilk baskısı bende var. Hatta kitabın çalışması var. Köşelerini çizip şurası 1 cm burası 2 cm diye çizmişler. Babam devamlı Oğuz Abinin memur olmasından dolayı Konya’ya yanına gidip uzun süre kalırdı.

Babanız ile annenizin ilişkisi nasıldı?

Annemle babam biz küçükken ayrıldı. Ve bizi alıp Almanya’ya gitti.  Uzun yıllar babamla ayrı yaşamamıza rağmen annemin bir defa babama kötü bir söz söylediğini duymadım. Ona hep saygı gösterir bizi ondan geri çekmezdi. Araları hep pozitifti. Babam kitaplar falan yollardı onları bizden hiç saklamazdı. Anı olarak tanışma hikayeleri anlatayım. Annem o zamanlar Kadın Gazetesi’nin muhabiriymiş. Sergilere falan gider eleştiri falan yazarmış. Annemde çok farklı bir kadındı zaten. Üç tane üniversite bitirmiş idealist  bir kadındı. Annem bir sergiye gidiyor. Sergi, Alman bir heykeltıraşın sergisi. Babam da o sergide. O sıralar babam yaşlı bir kadının yanında kalıyor. O kadın sanatçı gençlere destek oluyormuş. Sergi sonrasında babamın ev sahibi herkesi topluyor bir kokteyl veriyor. O kokteyle babamın yanı sıra annemde geliyor. Babam tüm yemekleri hazırlıyor. Tabi yemeğin yanında mezeler falan derken annemi orada görüp tanışıyorlar. Yani insanların ilgileri aynı yönde olunca ister istemez birbirlerinin dikkatini çekiyor. Annemin de sanatla ilişkisi çok yoğun olduğu için babamla paylaşacak çok şeyi oluyor tabii.

Babanızın tiyatro ile ilgisi olduğunu biliyoruz. Hatta Oğuz Tansel’e mektuplarında bir tiyatro metni yazmaktan bahsediyor. Bu konuda ne gibi çalışmaları vardı?

Babam başta söylediğim gibi tiyatrocu olmak gibi bir ideali vardı. Bunu gerçekleştiremedi ama tiyatrodan da hiç kopmadı. Devamlı tiyatro izlemeye giderdi. Babamın ölümünden sonra evden o kadar dram yazısı çıktı ki inanamazsınız. Rusça, Fransızca, Almanca gibi birçok dilden çevrilmiş metinler çıktı kitaplığında. Bir dönem tiyatro eleştirileri de kaleme almış ama tabii ki bu izleyici gözüyle olmuş hiçbir zaman tam içine girememiştir. Bunun dışında  bir tiyatro metni yazmaya çalışmış ama bir türlü sonu gelmemiş deneme olarak kalmıştı. Yani devamlı yazma isteği olmuş ama araya hep şiir girmiş gibi.

Metin Eloğlu, her dönemi şiirinde görebileceğimiz nadir isimlerden. Özellikle son yıllarda genç şairlerin dikkatini çeken şairlerden birisi. Bunu da onun geniş zamanlı bir şair olmasına bağlıyoruz. Dili kullanış biçimi, devamlı yenilikler araması ve geçmişten de bir türlü kopamaması onu ayrıcalıklı kılıyor. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

Babam döneminde çok anlaşılan bir şair değildi. Yani biliniyordu ama öyle parmakla gösterilen bir şair-yazar değildi. Örneğin; hazırlanan antolojilerde babam ücra bir köşede olurdu. Ama son yıllarda gerçekten babama olan ilgi gittikçe artıyor. Aslında ben de bunu merakla takip ediyorum. Babam mutlaka dili çok iyi kullanıyordu ama ben kızı olarak Almanya’da büyümenin dezavantajını yaşıyorum bu konuda. Çünkü babamı daha iyi tanımak isterdim yazdığı yazılarından.  Ama şu konuda bir eleştirim var: Kitapların telif hakları çok düşük. Yani babamı düşünüyorum da zamanında bunlarla nasıl geçinmiş diyorum. Bu konuda Can Yücel ile babamın bir anısı var ona değinmek istiyorum. Babamla Can Abi bir ara aynı evde kalmışlar. Arada Can Abi’nin teyzesi gelip evi temizliyormuş.  Bir gün temizlik yaparken babam ile Can Abi beraber geliyorlar eve. Teyzesi: “Can, bu arkadaşın Metin bey ne iş yapar?” diye sorar. Can Abinin annesi araya girip “Metin, şiir yazıp satar” der. Bunun üzerine Can Yücel: “Hayır, hayır; Metin şiir yazar, satamaz” der. Bu yazarlar o zaman nasıl yaşıyordu ? Yani babam destek olsun diye tablo yapıyor ama ne kadar tablo yapıp satabilir ki bu adam ve kime? Üstelik  babam resim alanında da dönemi için vazgeçilmez birisi değildi. Ondan çok daha iyi ressamlar var döneminde. Mesela Orhan Peker’in resmi daha üst düzeydir.  Bu arada o dönemlerde babamın bir kitabını Orhan Peker resimliyor. Kitabın adı “Rüzgar Ekmek” ve bunun ilk baskısını hala saklarım. Benim için neredeyse babamın en özel kitabı. Böyle kapağı değişik bir kartondan yapılma mavi tonlarda bir rengi var. İçinde ise Orhan Peker’in 15 adet karakalem çizimi bulunuyor. Bir gün Orhan Peker bize gelmişti. Babam yine sofrayı donatmıştı zaten. Orhan Abi: “Metin gel senin bir portreni yapayım.” demişti. Yağlı boyalarla çok hızlı bir portresini yapmıştı babamın. Çok güzel bir portre. Şu an kuzenimin evinde. Onu da sizlere sebep kuzenime gidip fotoğraflayıp size göndereceğim. Babamın o gözlüğü, kareli gömleği falan var. Babamı çok kavrayan bir resim. Orhan Peker imzası ile yer alıyor. O resim babamla Orhan Peker arasındaki ressamlık farkını gösteriyor biraz. Babam çok üst düzey bir ressam değildi. Dilde kendini çok farklı yerlere götürebiliyordu. Ama resimde öyle yapmıyordu.

“Metin şiir yazar, satamaz”

Sanatçı çocuklarından toplumun genelde bir beklentisi vardır. Ebeveynleri gibi sanatla ilgilenmeleri veya bu yönde bir şeyler ortaya koymaları beklenir. Hayatınızda hiç böyle bir baskı hissettiniz mi?

Aslında ben de durum bu yönde değil. Çünkü ben Almanya’da büyüdüğüm için babamı kimse orada tanımıyor. Şiir Eloğlu deyince bu Metin Eloğlu’nun kızı diye bir tepkiyle hiç karşılaşmadım. Babam biraz bu konuda ülke içinde kalmış bir şair. Ama şöyle bir şey olmuştu. Bundan 3 yıl önce Almanya’da küçük bir yayınevi, Binooki, babamın öykülerini Almanca’ya çevirerek kitaplaştırdı. Hatta şu an Beyoğlu Alman-Türk kitabevinde de rafta bir tane gördüm. Bu yayınevi Türk edebiyatını Alman okurlara tanıtmak için Türk eserlerini Almanca’ya çeviriyor. Hatta bayağı da başarılılar şu an. Turgay Anar  2009 yılında babamın dergilerde kalmış öykülerini kitaplaştırmıştı. Bu kitabı da Almanca’ya çevrildi. Ama çeviri yapılırken kitabın ismi değiştirildi. Çünkü Almanca’da bazı kelimeler kulağa pek hoş gelmiyor. “İstanbullu” kelimesi de bu şekilde olduğu için hikayemsi anlamında olan “Fast eine Geschichte” adında çevrildi. Babamın tebrik kartlarından birisi kapağa taşındı. Küçük bir yayınevi, pazarlama alanı dar olduğundan, pek ilgi görmedi. Ama başka başka mesela: Oğuz Atay, Sevgi Soysal, Mustafa Kutlu ve Emrah Serbes gibi birçok yazarın çevirisini yaptılar. Özellikle Emrah Serbes çok ilgi gördü. Çünkü Emrah Serbes her yıl geldi; tanıtımlar, söyleşiler yaptı. Ama diğer yazarlar babam gibi öldükten sonra çevrilince bu şansları olmadı. Bunun popülerlikle alakası olduğunu da düşünüyorum tabii ki.

İsminiz hakkında ne düşünüyorsunuz? İsminizin de bir hikayesi var mı?

Ben ismimden çok memnunum. Biraz ayrıcalıklıyım da. Ama Almanya’da çok sıkıntı yaşıyorum telaffuz konusunda. Çünkü Almanca’da “ş” harfinin olmayışı birçok yerde bana sıkıntı yaratıyor. Hikayesi konusunda ise; babam öykülerinin birinde şöyle diyor: Bir kızım olsa adını “Şiir” koyarım.. Hatta annem anlatırdı: Babam yakın arkadaşlarının hepsine kızınız olursa adını “Şiir” koyun diye öneride bulunuyormuş. Şansıma babamın arkadaşlarının hepsinin o aralarda erkek çocuğu olmuş. “Şiir” de bana kaldı böylece.

Metin Eloğlu birkaç mektubunda Fransızca çeviriden bahsediyor. Babanızın bu konuda yani yabancı dil konusunda ne tür çalışmaları vardı ve hangi dilleri biliyordu?

Babamın aslında tam olarak bildiği ve hakim olduğu tek dil Türkçe’ydi. Fransızca çeviri konusunda annem yardımcı oluyordu.  Annem, Fransızca Enstitüsünde Filoloji bitirmiş birisi olarak Fransızca’ya çok hakimdi. Babama bu konuda çok yardımcı oluyordu. Babamın şiirleri 70’li yıllarda Fransızca’ya çevrilmişti. Bunları, genellikle, çeviren annemdi. Bu çevirileri Fransızca yayın yapan dergilere göndermişti. 2-3 yıl önce Almanca bir antoloji hazırlamışlardı. Babamın 3 tane şiirini çevirip oraya almışlardı. Ama ilk şiirlerinden. Çünkü sonraki şiirleri çok başka bir yerde. Dili çok eğip büktüğünden bunlara karşılık bulmak zor.

Son olarak eklemek istediğiniz şeyler var mı?

Babamı kendi bildiğim kadarıyla anlatmaya çalıştım size ama bazen yazdıkları benden daha iyi anlatabiliyor kendisini. Özellikle öykülerinde. “Anne Ölüsü” öyküsü onu o kadar güzel anlatıyor ki ben o kadar içine giremiyorum. Babamın bu kadar ilgiyle karşılanması beni çok mutlu ediyor. Gerçekten gurur duyuyorum. Babama sayfalarınızı ayırdığınız için sizlere teşekkür ediyorum.

En Yeniler

Elbiseler, Cinayet ve İktidar: Jean Genet’nin Hizmetçiler’i

Yazar: Özgür Özer Cumartesi akşamı Moda Sahnesi’nde prömiyerini yapan Jean...

Çifte Mendille

dünyayı harabe haline getirmeye paydos küçük şeyler için terleme bu...

Zaman-Taş Diyalektiği: Maximus Şiirleri’nde Gloucester’ın Çoklu Katmanlarının Fragmanter Hafızası Parçalı Not(a)lar

İnceleyen: Kadir Tepe I. NOT(A) Gloucester’ın taşları, tarihsel monolit değil, insanlığın...

Kendi Katedralinde Yaşayacaksın

Zöe Skoulding Çeviren: Esra Asar Kum katedrali, köklerin arasından gevşeyen, Ya da...

Patriyarkanın Çatırdayan Duvarları: “Kutsal İncirin Tohumu”

İnceleyen: Şura Aykan İranlı yönetmen Mohammad Rasoulof’un Cannes Film Festivali’nde...

Bellek, Kayıp ve Yas Üzerine: Elmalar

İnceleyen: Dilek Işık “Yas ve Melankoli” başlıklı makalesinde Freud, yas...

Benzer İçerikler

Murat Nemet-Nejat / Her Çeviri Bir Yanlış Okumayla Başlar

Murat Nemet-Nejat & Gonca Özmen Banliyö Edebiyat Editörlerinden Önsöz   Banliyö Edebiyat olarak isteğimizin yapılandan ziyade yapılmışı ön plana çıkarmak olduğunu daha önceleri söylemiştik. Bu bağlamda Kitap-lık...

Nergihan Yeşilyurt – Soruşturma #05

R. Kimsiniz? (mümkün olduğunca özgeçmişvari, edebiyattan uzak bir şekilde)85 Nisan’ında Trabzon Maçka’da doğdum. Tipik bir Karadenizli ailenin gurbetteki babasıydı babam. Ben üç yaşındayken İstanbul’a babamın...

Osman Çakmakçı Söyleşisi

Levent Karataş   “1980’li Şiirin Tasfiyesi”ni tartışmaya açan, medeniyete ve burjuva yaşam biçimine karşı bozkırı ve barbarlığı, kültürel şiire karşı organik şiiri savunan Osman Çakmakçı ile...