Nur Demet Genç’in Döngüsel Şiiri: Herkesten Daha Aydınlık Üzerine Bir Söyleşi

Söyleşi: Ozan R. Kartal

Nur Demet Genç, son kitabı Herkesten Daha Aydınlık’ta ışığın hem içsel hem de dünyaya yayılan hâlini takip ediyor. Şiirlerinde çocukluk izleri, kent yaşamının karmaşıklığı, suyun akışkanlığı ve zamanın döngüselliği yan yana duruyor. Biz de onunla, kitabın oluşum sürecinden kelimelerin taşıdığı umuda, şehirle kurduğu bağdan şiirin dönüştürücü gücüne uzanan sakin ve içten bir sohbet gerçekleştirdik. Aydınlığın çoğu zaman küçük ve kişisel bir yerden başladığını hatırlatan bu söyleşi, okuru da kendi ışığını düşünmeye davet ediyor.

1. Kitabın adı olan “Herkesten Daha Aydınlık” ifadesi oldukça iddialı. Bu başlığı seçerken içsel bir dönüşümün ya da bir iddianın izini mi sürdünüz?
Herkesten Daha Aydınlık ismi aslında biraz da kendi adımdan geliyor. “Nur”, parlak ışık, parıltı demek. Bu yüzden isim, bir iddia ya da dönüşümden çok, bende olanı ortaya koyabilmekle ilgili. Aynı zamanda herkesin içindeki ışığı bulması, kitabı eline aldığında daha aydınlık bir tarafının olduğunu hatırlaması için seçtiğim bir başlık. Uzun süre fark etmediğim, sonra bulup kabul ettiğim ve etrafıma uzattığım bu aydınlığın, kitabımı okuyan herkese ulaşmasını; herkesin kendi içindeki ışığı keşfetmesini istedim.

2. Şiirlerinizde sıklıkla “ışık”, “su”, “çocukluk” ve “yol” gibi imgelere rastlanıyor. Bu semboller sizin için ne ifade ediyor?
Işık konusu öncelikle ismimle bağlantılı. Üzerine düşündükçe insanı, içindeki ışığın kurtardığını ve koruduğunu fark ettim. Çocukluktan itibaren dünyanın kiriyle ve pasıyla tanıştığımız anda, yani büyürken, yani hayat yolculuğundayken ne zaman içimize baksak o ışığı görmenin bir şeylere daha çok inandırdığını düşünüyorum.
Su ise bazen sakinleştiren, bazen alıp götüren, bazen de hiddetlenen bir şey. Hem çok bizden hem bizi oluşturan hem de dünyanın bir parçası. Bu yüzden kendimi hep çocukluktan bugüne uzanan bir yolda, içimdeki ışıkla, bazen sakin bazen hiddetli bir şekilde yürüyorken buluyorum. Şiirlerim de bu yolda yazılıyor.

3. Kitap boyunca hissedilen duygusal geçişlerde bazen bir hayal kırıklığı, bazen ise umut göze çarpıyor. Bu iki uç arasında dengeyi nasıl kuruyorsunuz?
Hayal kırıklığı ile umut birbirini besleyen kavramlar. İki uç gibi görünseler de aslında biri diğerinin ardından geliyor. Kendimi, ülkemizi ve tarihimizi anlamaya başladığım yaştan beri umutsuz durumların değil; umutsuz insanların olabileceğini öğrendim. Bir şey yapabilseniz de yapamasanız da her şey kelebek etkisiyle olması gereken yere varıyor. Dünyaya ne verirseniz onu alacağınıza inandığım için hayal kırıklıklarına rağmen küsmüyorum. Bu iki durum arasındaki dengeyi, devam ederek kuruyorum.

4. “Biraz daha sabretsen büyüyeceksin” şiirinde görüldüğü gibi, zaman algınız oldukça kişisel. Zaman sizin şiirlerinizde neyin göstergesi?
Zamanın benim şiirlerimde kesin bir karşılığı yok; anlatmak istediğime göre şekilleniyor. Hem iyi bir kurtarıcı olduğunu hem de insan aklının tam olarak kavrayamadığı için biraz ilahi bir tarafı bulunduğunu düşünüyorum. Herkesin hayatta seçtiği yol benzersiz olduğu için farklı zamanlarda farklı şeyler deneyimlemesinin de çok doğal olduğuna inanıyorum. Zaman benim için toplumun kalıplara koyduğu sıralamaların ötesinde; herkesin kendine has bir zaman tüneli var. Aynı anda aynı yerde olsak bile farklı zaman döngülerine sahip olabiliriz. Ben o yoldan giderken siz oradan dönüyor olabilirsiniz veya o yolu hiç kullanmayabilirsiniz. Zaman kişisel; herkesin zamanı kendine.

5. Şiirlerinizde sık sık anne ve baba figürüne göndermeler var. Aileniz şiir dilinizi nasıl şekillendirdi?
Sevgi gördüğüm bir ailede büyüdüm; bunun büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. İçimdeki ışığın ve umut hâlinin temelinde de bu var. En az benim kadar duygusal olan babamdan ilham aldım; şiiri, duyguları şiirle ifade edebilmenin varlığını ondan öğrendim. Onun dili yaşadığı dönem nedeniyle daha sert ve kaotik. Annemin yumuşak yüzünden de ilham alarak ben daha sakin ve saf bir şiir dili kullanıyorum. İkilerinin sevgi dilleriyle yoğurduğum, kendime ait bir tarzım oluştu.

6. Şiirlerinizin çoğunda gündelik hayattan, sokaklardan ve apartmanlardan söz ediyorsunuz. Kent yaşamı sizin için ilham mı yoksa mücadele alanı mı?
Kent yaşamı benim içine doğduğum bir gerçek. Apartmanlar arasında oyun oynayarak büyüdüm. İlk arkadaşlıklarım, ilk düşmelerim, ilk anılarım hep orada oldu. Kent yaşamının modernize telaşından, içten içe taşıdığı güvenden ve aynı ölçüde karmaşıklığından zaman zaman ilham alıyorum. Şehrin dokusu, kalabalıkları ve içinde barındırdığı farklı anılarla yolculuklar bana anlamlı geliyor. Bir yandan da şehir, seni kendi ritmine katarak adeta bir kek harcına karıştırır gibi dönüştürüyor. Bu dönüşüm, açık fikirli olmayı; bugün doğru bildiğin bir şeyin yarın biçim değiştirebileceğini ama biçim değiştirse bile özünü koruyabileceğini gösteriyor. Sokaklarda bulunacak çok şey var; sokağa çıkmayan çocukların biraz yalnızlaştığını düşünüyorum. Mücadele ise köyde de var, evde de, odanda da, insanın içinde de… İyi ki de var.

7. Eserinizde belirgin bir “kadın sesi” duyuluyor. Kadın olmanın şiirinizdeki yansımasını siz nasıl görüyorsunuz?
Bu sesi bilinçli bir çabayla ortaya koymuyorum; kendiliğinden yansıyor. Bu topraklarda kadın olarak yüzleştiğimiz birçok gerçek var. Yüzyıllardır aktarılan kalıplar ve etiketlerle önce uyum sağlamamız, sonra onların arasından kendimizi yeniden bulmamız bekleniyor. Kadınlık doğuştan çok güçlü ama özellikle Orta Doğu gerçekleriyle yer yer melankolik bir hikâye. Bu mücadelenin şiirlerime yansıması da doğal olarak gerçekleşiyor.

8. Dizelerinizde modern bir melankoli seziliyor ancak bu melankoli romantize edilmiyor. Melankoliyle ilişkiniz nedir?
Melankoliyi 18 yaşımda bırakmış olmayı çok isterdim. Çünkü abartıldığında çok ağdalı, yapışkan ve uzaklaşılması gereken bir hâl alıyor. İlk gençlik dönemimin hassasiyetiyle kendimi daha melankolik hissettiğim zamanlar oldu; şiirlerime de yansıdı. Fakat son 2–3 senedir melankoliden uzaklaşmaya çalışıyorum. Hâlâ romantik, hâlâ duygusal, bazen biraz melankolik olsam da artık bilinçli olarak ondan uzaklaştığımı hissediyorum.

9. “Oyunlar Böyle Oynanmazdı” şiirinizde çocukluk ve kırılganlık temaları öne çıkıyor. Sizce büyümek bir şeyleri yitirmek mi?
Büyümek bir şeyi yitirmekten ziyade onun şekil değiştirmesi. Çocukken her şey daha kırılgan çünkü çocuk masumiyetinin karşısında hayatın gerçekleri çok keskin kalıyor. Büyüdükçe o masumiyeti kaybediyoruz ve daha keskin sınırlar ediniyoruz. Bu kaybediş tam bir kayıp değil; düşe kalka yeni bir forma dönüşmek. Bu yeni formu koruyabilmek, düşse de ayağa kalkmasını sağlamak önemli. Büyüdüğümüzdeki oyunlar çocukluğumuzdakilerden farklı; ilk gençlik, aile evinden ayrılış, ilk aşk ya da ilk hayal kırıklıkları insana “oyunlar böyle oynanmazdı” dedirtiyor. Ama sonra yeni kurallara alışıyorsunuz.

10. Yol, dönüş, sabah ve gece gibi döngüsel yapılar kitabın birçok yerinde karşımıza çıkıyor. Döngüsellik sizin şiir anlayışınızda nasıl bir yer tutuyor?
Hayat büyük bir döngüden ibaret. İnançlarımızdan bağımsız, sadece sabah ve akşamın birbirini takip edişi bile bunun göstergesi. Şiirlerimde de döngüsellik beni çok besliyor. Bir şiirin sonunu yazarken başına dönüp bakıyorum; şiirin başı ve sonu birbirine bağlanıyorsa iyi bir şiir yazdığımı hissediyorum. Hayatın döngüselliğiyle paralel bir şey ortaya koymak istiyorum. Gidişler, gelişler, gündüzler ve geceler birbirinin tamamlayıcısı. Bir döngüye ait olmanın hepimize iyi geldiğini düşünüyorum.

11. Kitap boyunca sezilen “iç aydınlık” kavramı sadece kişisel değil, sanki ahlaki bir boyut da taşıyor. Sizin için “aydınlık” nasıl bir değer?
Ahlak çok göreceli bir kavram olsa da benim için tanımı “iyi bir insan olabilmek”. İç aydınlık da iyiliğin bir işareti. İçindeki ışık, insana pusula olur; kalbi temizler, onu korur. Kimseye bile isteye zarar vermemek ve vicdanı korumak önemli. Ahlaki değerlerin ulaşılması zor yerlerde olması, bulanın kıymetini daha iyi bilmesini sağlıyor. Toplumun ulaşılması zor da olsa bir vicdana ihtiyacı var. Vicdan, insanın içindeki aydınlıktan ve akıldan besleniyor. Aydınlık, akıldan sonra benim ikinci pusulam; her gün daha iyi bir insan olma yolunda bana eşlik ediyor.

12. Şiirlerinizde geleceğe dair umudu diri tutan bir ton var. Bu bilinçli bir tercih mi, yoksa kendiliğinden mi ortaya çıkıyor?
Hem bilinçli bir tercih hem de kendiliğinden gelen bir tutum. İçimden geliyor çünkü bir şeylerin bir şekilde kendi formunu bulduğuna inanıyorum. Bazen gücün yetmese bile attığın küçük bilinçli adımların umuda hizmet ettiğini düşünüyorum. Bu bakış açısı dünyaya uzattığım her şeyin umutla şekillenmesini sağlıyor. Umudu çok uzakta aramamak gerekiyor. Umut, mücadele gibi; köyde de, evde de, odanda da, insanın kendi içinde de var. İyi ki var.

En Yeniler

Cibali’de Bir Edebiyat Rüzgârı Daha: Şiirler ve şarkılar Atölye Kafası’nda buluştu.

Balat’ta faaliyet gösteren Atölye Kafası, 6 Aralık Cumartesi akşamı...

Sem 101 – Mustafa Aran

   “Bunları atma vakti geldi ya da aramızda bölüşelim.”...

Dijital Çağın Aynasında Bir Kısa Film: “Hayaller, Umutlar ve Dönen Yunuslar”

İnceleme: Azimet Avcu Adil Burak Aydın’ın yazıp yönettiği Hayaller,...

Varlık Dergisi, Aralık Sayısı “Kanon ideolojik mi, estetik mi?” Doyasıyla Yayımlandı

Varlık, 2025 yılını edebiyatın en çetrefilli tartışmasıyla, “Kanon: İdeolojik...

E Blok – Merve Balcıoğlu

Köpek diye boynuna ip bağlayıp evin geniş koridorlarında gezdirdiğim...

Ezra Pound – Kanto 2

Çeviren: Tugay Kaban Yeter artık, Robert Browning, olsa olsa tek bir...

Benzer İçerikler

Levent Karataş’ın Gardenya Deniz ile Söyleşisi: “Tün” Kitabı Üzerine

Merhaba Gardenya. Uzun süredir görüşmüyorduk. Evet çok şükür görüşebildik sonunda. Seni görmek güzel. Seni görmek de öyle. Sen İzmir'de doğmuşsun aslında Aydınlısınız ailecek. Bir de Bulgaristan göçmenliği gibi...

İki Kısa: Çığlık ve Yol Bizi Nereye Götürürse

Ozan R. Kartal   “Kültür ve sanatın Cihangir’deki yeni odak noktası” gibi afilli cümlelere çok yakında ev sahipliği edecek, yeni bir mekân; G Collective. Kendilerini “A...

Faruk Nafiz Çamlıbel Aslında…

İmren Keyik   "Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı.’’   "Han Duvarları’’ şiiriyle aklımıza kazınan o büyük şair Faruk Nafiz Çamlıbel… 18 Mayıs 1898’de...