“Bu” Üzerine: Nihat Özdal’la Katmanlar Arasında Bir Yolculuk

1. “Bu” bir zamir olmanın ötesine geçip şiirinizde neredeyse canlı bir varlığa dönüşüyor. Sizin için “bu” neyin adı? Bu sözcüğe bu denli yoğunlaşmanızın ardında ne var?
“Bu”, bir şeyin kendisiyle temas kurmaya çalıştığımız ilk an. Dilin en kırılgan ama en belirleyici varlıklarından biri. Benim için bu, neyin adı olduğundan çok, ad koyma eşiğini ifade ediyor. Ne zamanki bir şey adlandırılır, artık o şeyden uzaklaşırız ya da o şey bizden uzaklaşır. Ama Bu’da hâlâ ayrılmamış, tanıma ve tanımlama arasında salınan bir yakınlık var. Önüne gelen her şeyi şiire dönüştürecek kudrete sahip.

2. Şiir boyunca “bu, hem gösterir hem saklar” diyorsunuz. Sizce şiir de aynı anda hem açıklayan hem gizleyen bir alan mı?
Kırılma, şiirin doğasında var. Şiir, anlamı teslim etmek istemez, anlamla temas ettirmek ister. “Bu” kelimesi kitapta bir işaretten çok eşik olarak çalışıyor. Şiirin kendisi de hakikati ifşa etmekten çok, ona yaklaşmanın biçimini önerir.
Göstermek ile saklamak arasında kurulan bu ikilik, aslında şiirin zamansal yapısıyla da ilgili. Açıklayan söylem geçmişte hüküm verir; gizleyen ise geleceğe erteler. Şiir bu ikisinin arasında salınan bir şimdilik üretir. Yani şiir ne tamamlanmış bir bilgi sunar ne de sonsuza dek ertelenmiş bir gizem barındırır.

3. Roger Ballen’ın fotoğraflarıyla kurduğunuz ilişki çok güçlü. Görsel sanatlarla da birçok üretiminiz oluyor. Bu kitapta görsellik, şiiri çoğaltan bir araç mı, yoksa şiirsel düşüncenin doğal bir uzantısı mı?
Şiir ile görsel olan arasında hiyerarşik olmayan, akrabalığa dayalı ilişkiler kurmayı seviyorum. Daha önce de Sualtındaki Hafıza, Sırtlan Bilgisi, Keklik Bilgisi, Dalgalar Nasıl Oluşur, Kuş Pencereleri, Arkası gibi kitaplarımda çok kıymetli isimlerle akrabalıklar kurdum. Roger Ballen’ın fotoğraflarıyla bu kitapta kurulan ilişki, bir tür çarpışma. Ballen’ın karanlık, grotesk ve psikoanalitik evreni, benim “Bu”da aradığım şeyle –yani tanıdık olanın altındaki yabancılıkla– kesişiyor. O yüzden bu kitapta fotoğraflar, şiire paralel değil, şiirle diyalektik bir ilişki içinde.

4. Kitapta geçen “Bu bardak dokunur, tanır beni” gibi dizelerde nesneler adeta duygusal birer aktöre dönüşüyor. Şiirle nesneler arasında kurduğunuz bu ilişkiyi nasıl tarif edersiniz?
Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te zanaatçının ürettiği ürüne duyduğu sevgiden ve şayet ürün bunu hissedebilseydi bile bu hisse karşılık veremeyeceğinden bahseder. Nesnelerin Tükenen Hayatı’nda Wolfgang Schivelbusch detaylıca yazmıştı. Elleriyle nesneler üreten ya da kullanan insanların bunları kendi benliklerinin devamı olarak hissettiğine dair pigmalion kompleksi adında antropolojik bir fenomen var.
Nesneleri edilgen, sessiz ve yalnızca bizim anlam yüklememizi bekleyen varlıklar olarak görmek modern bir yanılsama. Ben nesnelerin hafızası, iradesi ve hatta duygulanımı olduğunu düşünürüm. “Bu bardak dokunur, tanır beni” dizesi de bu ontolojik yaklaşımın bir ifadesi: burada nesne, yalnızca tutulmuş değil, tutan; yalnızca bakılan değil, bakan; yalnızca anlamlandırılan değil, anlam veren bir özne.
Belki, yeni materyalizm ve nesne yönelimli ontolojiyle de yakınlık kurulabilir. Graham Harman’ın ya da Jane Bennett’ın çalışmalarında gördüğümüz gibi, nesnelerin de kendi iç süreklilikleri ve ilişkisel varlıkları var. Şiirimde bu ilişkiler, duygusal ve sezgisel yollarla sıkça açığa çıkıyor. Nesneyle ilişki, tahakküm değil, tanışıklık. Nesnelerin yankı alanları var: elimizi uzattığımızda sadece biz ona dokunmayız, o da bize uzanır, bizi tanır ya da reddeder.
Şiir ise bu karşılaşmayı mümkün kılan en önemli mecra, teması duyulur kılma biçimi. Nesneleri, şiirin maddesi olarak görmüyorum, onlar şiirin muhatabı. Bu yüzden nesneyle kurduğum ilişki, basit bir metafor ilişkisi değil, neredeyse etik bir ilişki. Bir nesneyi anlamaktan çok, onu dinlemeyi seviyorum. Dahası bazı nesnelerin ardında büyük bir emek var. Düğmeler, Makas, Kumaş kitaplarımda bu emeği de göz önünde bulundurarak üretim alanlarında kazılar yapmıştım. Karl Marx “Emekçi nesneye hayatını koyar ama artık hayatı ona değil, nesneye aittir.” diye yazar İktisadi ve Felsefi El Yazmaları’nda. Bazı nesnelere dokunmak, onların ardındaki emeğe, insanlara da dokunmak aynı zamanda…

5. Şiirlerinizde sürekli bir “ben” ve “sen” arasında gidip gelen, ama çoğu zaman tanımsız kalan bir diyalog var. Bu muğlaklık, şiiri evrensel bir duyguya mı açıyor yoksa dar bir alanda kendi izinizi mi sürüyorsunuz?
Biyografik varlıklar değil, “ben” de “sen” de sabit, tanımlanmış değil. “Ben” konuşurken “sen”in sesini yankılıyor olabilir, “sen” yanıt verirken, belki de çoktan ortadan kaybolmuş olabilir. Söz konusu muğlaklık bir kaçış ya da gizlenme değil, şiirin hakikatine sadakat.

6. Kimi dizelerde geçmişin izleriyle karşılaşıyoruz: eski taşlar, kurutulmuş nane, çentik atılmış kayın ağaçları… Bellekle şiir arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Belleğin kendisi şiirsel bir yapıya sahip. Hiyerarşik değil; kronolojik değil. Bir koku, bir taş, bir kelime, hiç ummadığımız bir geçmiş parçasını yüzeye çıkarabiliyor. Şiir, bellekle tematik olduğu kadar işleyiş biçimiyle de yakın. İkisi de kesintili ve sıçrayarak ilerleyebiliyor. İkisi de unutmanın biçimlerine de saygı gösteriyor.
Her kelimenin ardında aslında büyük hikayeler de var, “çentik atılmış kayın ağaçları”nı, Özgül ve Sinan Cömert’in yazdığı Dünya Mitolojilerinde Bitkiler kitabında okumuştum. Altaylar’da bir kurban törenindeki ağaç başka bir belleğe, şiire dönüşebiliyor.

7. Birçok farklı alanda üreten bir sanatçısınız: çağdaş sanat, gastronomi, müzecilik, koku… Bunca disiplin arasında şiir sizin için nerede duruyor? Kendinizi bu bağlamda herhangi bir ortamda ve yaşama karşı hangi sanat dalıyla tanımlıyorsunuz?
Bunların hepsi şiir. Diğer disiplinlerin üzerine kurulduğundan değil; onların altından akan, yer yer sızan, bazen de onları sessizce çökerten bir nehir olduğundan. Şiir açmaya yardımcı oluyor, ben nehirler gibi düşünmeye çalışıyorum, düşünme biçimim bu.

8. Çok üretkensiniz; 2023–2025 arasında “Bu” haricinde 22 kitap yayınladınız. Bu üretkenliğinizi Enis Batur’a benzetiyorum. Enis Batur’un yazınsal üretkenliğini bir külliyat inşası olarak okuyoruz; onun neredeyse her kitabı bu büyük yapının bir taşı gibi. Sizin de son yıllarda yayımladığınız kitap sayısı ve çeşitliliği göz önünde alındığında, bu yoğun üretimin arkasında belirli bir amaç ya da kurmak istediğiniz bir bütünlük var mı? Yazmayı bir yapı inşa etmek gibi mi görüyorsunuz?
Usta Enis Batur’un kitapları bu ülkede yaratıcı alanlarda üreten, düşünen, kafa yoran herkes için ilham verici. Sıkı okurlarından biri olmaya çalışırken bile bazen hiç bilmediğim bir kitabı ile karşılaşabiliyorum. Ustanın külliyatını yalnızca yazılmış kitapların toplamı olarak değil, bir edebi mekân olarak görüyorum: yükseklikleri, geçitleri, bazen kilitlenmiş odaları olan bir mimari bütünlük var. Ona büyük bir saygıyla, bazen de imrenerek bakıyorum.
Benim yazı serüvenim daha çok jeolojik bir karakter taşıyor, nehir yataklarından, çatlaklardan, fay hatlarından ilerliyor. Yazdıklarım arasında bir bütünlük var mı? Varsa, bu bilinçli bir planlamadan değil, aynı nehre farklı açılardan eğilmekten kaynaklanıyor olabilir.
Üretkenliğimin arkasında herhangi bir yazınsal program yok. Arşiv tutmak konusunda fevkalade yeteneksizim. Bir yapı kurmak, bu büyük bir ustalık ve titizlik, ben en fazla katmanlar arasında çalışan bir arkeoloğum.

9. Son olarak, kitabınızın finaline yakın “Bu sır değil. Yaz bitti.” diyorsunuz. Şiir sizin için bir şeyin bitişine mi, yoksa yeniden başlayışına mı işaret eder?
Hiçbir hakikat tek başına taşınamaz; dile getirildiği anda, bir başkasına devredilmiş olur. O dize, bitişin ardındaki boşluğu işaret ediyor, okuruna boşluğu birlikte taşıma teklifinde bulunuyor.
Her şey yeniden başlar…

En Yeniler

Faruk Nafiz Çamlıbel Aslında…

İmren Keyik   "Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba...

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi rektörü Handan İnci Elçi hayatını kaybetti.

Üniversitenin resmi Instagram hesabından yapılan açıklamada, Elçi’nin vefatı “derin...

İlk defa şahit olacağınız İlhan Berk söyleşileri – “Aksak Çizgi”

Aksak Çizgi, İlhan Berk’in yarım asrı aşan şiir serüvenine,...

Solgun* – A. Afrail Gök

elimde kaygılarından solgun bir gül varbir buket mor sümbülgecenin...

Tanık Olmayı Reddetmenin Bedeli: Kurtlar

“Sizinkiler böyle ölür, Böyle ölür sizinkiler.” Bazı hikâyeler, bütün büyük hikâyeler...

2025 Nobel Edebiyat Ödülü Macar Yazar László Krasznahorkai’ye Verildi

İsveç Kraliyet Akademisi, 2025 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü çağdaş...

Benzer İçerikler

John Berger ve Yves Berger’in Görsel Konuşması: Top Sende

İnceleyen: Süleyman Tanrıverdi John Berger ve oğlu Yves Berger’in Metis Yayınları’ndan çıkan Top Sende – Sanat Üzerine Yazışmalar adlı kitabı, ilk bakışta yalnızca iki sanatçının...

Tuzbiber Komedyenleri Komik mi?

Ozan R. Kartal     "Düşünce için kahkahadan daha iyi bir başlangıç noktası yoktur." Terry Eagleton     Gülmenin ve güldürmenin psikolojik ve teorik kısmı bugüne dek pek çokları tarafından pek...

Sanatın Öfkesi ve Siyasetin Sorumluluğu: Ken Loach ve Édouard Louis’in “Sanat ve Siyaset Konuşmaları” Üzerine Bir İnceleme

İnceleme: Sena Eflatun Tellekt Yayınları tarafından yayımlanan Sanat ve Siyaset Konuşmaları, çağdaş sanatın toplumsal sorumluluğunu, bireysel deneyimleri ve küresel politik bağlamı derinlemesine tartışan bir eser...