Mustafa Köz’ün İç Odası: Söyle Sonsuzluğun Unuttuğunu

İnceleme: Handan Deniz Tinik

Ağır aksak, tökezleyerek yürüdüğüm dünya; şiir. Nefes nefese, yutkunmadan, kursağımda salçalı bir parça ekmek—ıslanmış terle, toylukla. Hani “zümrütlenirken deniz’’ tuzlu melodisini şakırken, “çatlayınca göğün kutsal narı ufukta” tam da oltamın uzun zamandır bir boşluğu tartmasına alışmışken karşıma çıkan o kitap: Söyle Sonsuzluğun Unuttuğunu.

Oltayı çekiştirip duran balıkla göz göze gelmek için büyük bir heyecan duyuyorum. Ve o an anlıyorum ki “taşı kum eden düşünce” beni de yontacak, gelgitle alıp içine çakıllarımı öğütecek. Sedefli, yeşim rengi balığı yeniden bırakıyorum suyuna…

Mustafa Köz, bu sefer kendine bambaşka bir ses edinmiş. O bu sesi şöyle izah ediyor:

“Dünya Diye Bir Yerdeyim’de yonttuğum dil ve üslubu öldürmesem yeniyi doğuramazdım. Her bir kitap tema, dil, ses veya diğer unsurlarda kendini yazıyor. Onu sürdürmek değil bütün bütüne öldürmek gerekiyor bir yeni inşaası için.”

Köz, üretiminde kendi reenkarnasyonunu yaratıyor. Belki de bu, okuyucuyu şiirin nefes alıp verdiğini duymaya yaklaştıran şey oluyor. Kitabı elinize aldığınız andan itibaren ustalıkla yontulmuş bir evreni yeniden keşfediyorsunuz. Bugünün yalnızca kendi içine çöken anlayışının ötesine geçme cüretini gösteriyor.

Bu yeni evren, atmosfer baştan ayağa toplumsal sloganlar da atmıyor üstelik. Gerçeklik ve öte dünya arasında bir sevişme, bir batma ve yüzme hali. Şiir, sizi sarıp sarmalıyor; yara izlerini yeniden deşiyor, açıyor, onlara bakıyor ürkmeyen bir mum ışığında ölüme ve yaşama, acıtmadan… Sonra ansızın öpüyor, okşuyor, sakinleştiriyor. “yazgımı demeli yoksa direnme mi’’ diye seslendiği yaşama, doğacak güne, güneşe inancı yeniden perçinliyor. Yorgunluğunuzu, yılgınlığınızı görüyor, kimi sıvazlıyor sırtınızı  kimi sabırsız bir anne gibi kaldırıyor sizi bin yıllık, durgun yatağınızdan.

“kaplanın dişindeki iştah, cehennemidir ceylanın.
…bazen ceylanız, bazen de kaplan;
cangılsa aynı cangıl, ormansa aynı orman.”

Bu ikili delilik, uçların birliği ve zıtlığı, sizi kaçacak bir yer bırakmaksızın sarıyor dizelerde. İmgeler, diyalektiğin içinde yoğruluyor ve bir bir yeniden tomurcuklanırken, siz tamamlanmış hissediyorsunuz.

Müşteki ve sanık sizsiniz. Kendine dönen, kendinden dünyaya bakan bir yerdesiniz. Aşinayım buraya. Hiç gelmedim, oturup bir bardak suyundan içmedim ama o güneşli sofrayı tanıyorum.

“masada bir testi, iki bardak
testi boş, bardaklar güllü,
…bekliyor düşsün diye kapının paslı mandalı,

                                              şu akşamüstü”

Belki bir sahafta elime geçen sepya bir fotoğraftan -elinizde ince bir is bırakan eski baskılardan. Zamanı, fotoğrafın muğlaklaşan, silinen köşelerinden okuduğunuz. Belki de çocukluktan kalma bir nine sofrasından… Yalnızca bilmeyi biliyorum.

Şiir öyle güçlü bir fırçaya sahip ki usunuza bir resmi tüm incelikleriyle işliyor. Deneyimleyici, okuyucu ise şairin kurduğu gibi sezgiyle buluyor bu resmi zihninde. Buluyor ve hissediyor onu, enseyi yiyen etiketi duyar gibi. Köz’e sormalı, güneşin parlattığı toz tanecikleri gibi uçuşan sözcüklerin arasında mı süzülüyordu o da? Dili dışarıda, düşen kar tanelerini yakalamaya çalışan bir çocuk gibi mi, yoksa?

Çekmecesini, “bir iç oda”yı, “köşede çeyiz sandığı/ ve dibinde hiç kullanılmamış bir yara’’yı zorluyor, aralıyor. Eski bir karanlığı hapseden kilitlerin üzerinde zıplıyor, kırıp, dişliyor onları. Bir ufak farkla yapıyor bunu. O gizle sizi baş başa bırakıyor, sadece siz doldurabilirsiniz onu. Uzun zamandır hissetmediğim bir şey oluyordu, şiir doğrudan “anahtarı yerleştirdi kilide’’ ve beklenenin aksine çevirmedi onu. Açmadı, kilidin varlığıyla oyalandı, ona baktı, kurcaladı. İçime sızdı, sindi. Oda benim odam, kilit bende sanki çok eskiden unuttuğum bir anahtardı Köz’ün şiiri.

Bu yolculuk ise ironiden, politikadan uzakta; şairin vicdanını sızlatan dünya ağrısının dışında, soğuk bir ülkede, tepeden inme bir balyoz gibi karşılamıyor sizi. Beklenmedik bir anda şair, oklarını bilemiş bir kirpi gibi sivriltiyor.

“Her şeyin tıkır tıkır işlemesinde bizim de bir suçumuz olmalı,
yeni,yepyeni zorbalar mı çıkarmalıyız yoksa şu göklere?’’

Hava birden çöküyor, bulutlar yayından çıktı, yağmur ok gibi dövüyor yeryüzünü. ‘’Zorbalığa Övgü’’ kitabın sondan hemen önceki bölümünde içinizde bir ayaklanma, yüzünüz sütliman. Dünya’da akan kan hemen şurada “Sürüyordu savaş, /çıplaktı gece ve Gazze.’’

Ve artık çıplağız bizler de. Soyundum derinleştim, derim soyuldu “kurtlandı ruhlarımıza bastığımız tuz, güneş eridi’’

 

Fırtına devam ediyor, zulümle göz gözeyiz. Soluk soluğa. Şiir, kendini dünyanın gerçeğinden ayrıştırmıyor artık. Üstün, soyut bir dil kurma kaygısını geride bırakmış. Kaygısı orada değil. Kanayan Ortadoğu’ya bakıyor. TV gösterilerine, parmak sallayıp tükürükler saçan karar vericilere, umut satıcılarına sesleniyor:

“inandırın onu yaşadığına – ki dünya bir çöplüktür onun için.
siz de mi öyle düşündünüz, ne öyleyse adem elmalarınızda
kesme kristaller

bir sessizliği ite ite bir gürültü edinmişsiniz kendinize,
ama kıt ama geniş, budayıp çok ağrılı yerlerinizi.”

Soluklanmam gerek, Köz bunun farkında, bunu biliyor. Alıp bizi, yarayı açan ve saran, zehirden şifa yontan, “tunçtan ve tüyden’’ yapılma şiirin koynuna usulca yatırıyor. Pamuk döşeklerde, viski kadehleriyle güle oynaya değil de, “çamurla, alın teriyle karılır dizeler.’’

Bir an durup, şairin gözünden bakmak ister ya insan… Beni çarpan, döven, şefkatle saran bu dalga, hangi deniz fenerine çarpa çarpa bir yosuna tutunmuştur? Suyun katettiği yol hangi yeraltı dehlizlerinden hangi topraklardan geçmiştir? 

“kim anlayabilir ki onlardan başka,
can çekişen bir atın soluğuyla ürperen yaprağı?’’

Pencereyi araladım, hararetim yükseldi. İçimde kıvranıp duruyor solucan, oyula oyula tamamlanan bir şey var içimde.  Coşkun bir haldeyim, sakin ve yalın. Şariin kurduğu dile benzetiyorum oluşumu. “şiir görür suyun ve ateşin kıvranışını’’ Buna inanıyorum. Teslim oluyorum şiire, şiirle.

Tökezlemeden, soluklanmadan, azalmayan büyüyen bir hazla aktı şiirler. Kitap bitti, kendime bir bardak su koydum. Gece yarısı. Bir kafa kaldırımlığı mesafede dolunay. Şiirler boyu beni takip eden ay imgesi burnumun ucunda. Belki şiirin varsa bir mucizesi de gerçekliği aralayıp içine tohum ekmesidir.

İnsan kafasını kaldırmış yukarılara bakarken yutkunamıyormuş, onu da anladım. Suyu bıraktım, susuzluk bekleyebilir. Dizeler ayı izlemek istediler, onlar ne istediyse ben de onu yaptım. Bir anlığına yutkunmak için gözlerimi kaçırdığım sıra seslerini işitttim sonsuzlukta çınlayan.

“Sığdayım, çelişik yapraklarımı ayıkladım
görün diye görünmezimi
bir sesim var, bir sessizliğim
hangisini istersiniz?”

En Yeniler

Tanık Olmayı Reddetmenin Bedeli: Kurtlar

“Sizinkiler böyle ölür, Böyle ölür sizinkiler.” Bazı hikâyeler, bütün büyük hikâyeler...

2025 Nobel Edebiyat Ödülü Macar Yazar László Krasznahorkai’ye Verildi

İsveç Kraliyet Akademisi, 2025 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü çağdaş...

Buzdokuz Dergisinin 28. Sayısı “İz İmza Özne” Dosyasıyla Yayınlandı

Buzdokuz bu sayısıyla 6. yılına girdi. Ekim–Kasım–Aralık 2025 tarihli 28....

Ama En Çok Bulantı – Onur Ocak

Günlerim böyle aynı olmasa Uyusam, uyusam Dünyanın anlamsızlığına ve buna gücenikliğime...

160. Kilometre’den Üç Yeni Kitap: “Adaletler”, “Gerçek Apt.” ve “Sizi Kaçırıyorum”

Bağımsız şiir yayınevi 160. Kilometre, son yayın döneminde üç...

Yavuz Çetin’in Ardından: “25 Eylül (Acoustic Versions)” Albümü Yayında

Her notasında hüzün, hasret ve içten bir samimiyet taşıyan...

Benzer İçerikler

İyi Şeyler Yayıncılık: Şiir Nesnesi Olarak Kitap ve Bugüne Çağrı

Azimet Avcu Twitter’da yeni ismiyle X’de dolaşırken bir kullanıcının İyi Şeyler Yayıncılıkla ilgili bir kitap seti fotoğrafına denk geldim. Sırtlık kısmı olmayan kitapçıklar ahşap bir...

Tuzbiber Komedyenleri Komik mi?

Ozan R. Kartal     "Düşünce için kahkahadan daha iyi bir başlangıç noktası yoktur." Terry Eagleton     Gülmenin ve güldürmenin psikolojik ve teorik kısmı bugüne dek pek çokları tarafından pek...

Sanatın Öfkesi ve Siyasetin Sorumluluğu: Ken Loach ve Édouard Louis’in “Sanat ve Siyaset Konuşmaları” Üzerine Bir İnceleme

İnceleme: Sena Eflatun Tellekt Yayınları tarafından yayımlanan Sanat ve Siyaset Konuşmaları, çağdaş sanatın toplumsal sorumluluğunu, bireysel deneyimleri ve küresel politik bağlamı derinlemesine tartışan bir eser...