Ceren Avşar
“Roald Dahl’ın Charlie’nin Çikolata Fabrikası kitabındaki her yöne gidebilen asansörün, bilindik ve görmezden gelinmeye başlamış bir asansör özelliği üzerine inşa edilmiş başarılı bir kurgu olduğunu düşünüyorum. Ben de bu görmezden gelinen olguları kimi zaman değiştirerek kimi zamansa altını çizerek belirginleştirmeye, görünür kılmaya çalıştım. Görebildiğimiz, yani gördüğümüzü fark ettiğimiz hayat buzdağının yalnızca zahir olan kısmı.”
Ozan merhaba. Öncelikle benimle söyleşmeyi kabul ettiğin için teşekkür ederim. Seninle hasbihal etmek için sabırsızlanıyorum.
Haydi Etek Giyelim 2021’in ağustos ayında İthaki Yayınları tarafından okura ulaştı. Kitabı okurken çok fazla soru geldi aklıma, sorular soruları doğurdu.
Kitabın kapağını açınca bizi Sabahat’i Ben Öldürmedim karşılıyor. Bizi karşılayan Sabahat’i Ben Öldürmedim olduğu için ilk sorularım da bu şiirine ve Sabahat’e dair. Bir sohbetimizde “Sabahat’i Ben Öldürmedim” neden kitabın ilk şiiri anlatırken okura eziyet etmek, kafasını bulandırmak, onları günaha sokmak gibi amaçların olduğunu ve bu şiirin amaçlarına hizmet ettiğini söylediğini söylemiştin. Neden amacın okura eziyet etmek, kafasını bulandırmak, onları günaha sokmak? Bu amaca ulaşmaya çalışırken Sabahat’in şiirindeki rolü nedir, kim bu Sabahat ve sahiden öldü mü? Okura dair amacına ulaştığını düşünüyor musun?
Öncelikle, bahsettiğin amaçlarımın olması biraz yazgım kaynaklı. Bireyin doğduğunda sahip olduğu değil de sonradan edindiği şeylerle övünmesi, onları kafaya takması gerektiği düşüncesindeyim. R muazzam bir isim. Neredeyse herkesin ismi gibi benim de doğduktan sonra sahip olduğum bir şey. Yakan, döven, eziyet veren anlamları var. Bu isme layık olmak bireysel ödevlerim arasında. Günah, kabahat veya hata gibi olumsuz kelimeler günümüzde olumlu olanlardan daha gerçek ve dürüst. Kendimi gerçek olanın, has olanın peşinde görüyorum. Evrensel bir gaye yahut erdem çabası olarak değil fakat. Bunu tamamen bireysel tatminim için yapıyorum. Gerçek olandan haz alıyor, dürüstçe olan şeyden mutlu oluyorum. Sabahat’i Ben Öldürmedim en az kitaptaki diğer şiirler kadar gerçek ve dürüst bir şiir. Buradan Birinci Yeni referansı edinilmesini istemem. Bu gerçek farklı bir gerçek. Birçok konuda kafa bulandıran şiirlere yer verdiğim bir kitap oldu. Soru işaretleri oluşturmayı seviyorum. Google açmaya ve açtırmaya çalışıyorum.
Sabahat’e gelirsek; kim olduğunu ve ölüp ölmediğini söylemek isteseydim Sabahat’i Ben Öldürmedim’in öyküsünü yazardım. Bu bir şiir olduğu için Sabahat’in hem herkes hem hiç kimse olduğunu ve hem sahiden öldüğünü hem de ölmediğini söyleyebilirim. Okura dair amacıma ise ulaşmaya çalışmadım. Ama kesinlikle ulaştım. Kesinlikle.
“Sabahat’i Ben Öldürmedim en az kitaptaki diğer şiirler kadar gerçek ve dürüst bir şiir.” Tam da bu cümlen Sabahat’i yakından tanıma isteği uyandırdı sanırım bende ama evet bu bir şiir.
Burada çok sık düşündüğüm bir konu geliyor aklıma şiire dair. Şiir okuru genelde şiirin kurgudan çok gerçek olduğuna inanmaya eğilimli. Biraz da bu oldu sanırım Sabahat kadar gerçek birini yakından tanımak istemem. Sabahat hem herkes, hem hiç kimse hem de okur olarak sanki ‘ben’ gibi.
Şimdi, epey cinsiyetçi bir soru var aklımda, bir erkek şair neden ilk şiir kitabına Haydi Etek Giyelim ismini verir? Bu isim biraz önce konuştuğumuz kitapla ilgili amaçlarını aklıma getiriyor ister istemez çünkü bir kadın kitabına bu ismi verse seni amaçlarına götüren etkiyi yaratmaz. Kitabının isminin birçok okurda istediğin etkiyi yaratması muhtemel. Kitaba ismini verirken bu amaçları gözettin mi yoksa başkaca sebeplerden mi bu isimle yayımlandı? Başka sebepler söz konusuysa öğrenebilir miyiz bunları?
Haydi Etek Giyelim bir çağrı. Gerçeklik üzerine, bir olmak üzerine, hayat üzerine bir çağrı. Kitabı da bu bağlamda provokatif bir kitap olarak ele almak mümkün. Enver Topaloğlu 9 Ekim 2021 tarihli Gazete duvaR’daki yazısında kitap için özetle “kışkırtıcı” demişti. Tahlillerin çoğuna katılmasam da bu doğru bir saptama fakat kitaba ismini verirken böyle basit amaçlar gözetmedim. Genellikle amaçladığım şeyleri dolaylı yollardan gerçekleştiririm. Daha keyifli bir yöntem. Başka sebepler de söz konusu elbette. Öncelikle etek bana gerçekten çok hoş gelen bir şey. Bu hoşnutluğun baki olmasını dilediğim için de böyle bir ismi doğru bulmuş olabilirim. Son olarak şunu da söylemek istiyorum: Çevremde jest maksatlı etek giyen çok fazla dostum oldu. Kitap direkt olarak eteklerle çok bağdaştırıldı fakat benim Haydi Etek Giyelim derken aklımdan geçen etek, spesifik bir tür etek. Geçenlerde bu işlerden anlayan bir dostumdan 3 farklı boydan 25’er tane etek türü olduğunu duydum. Benim eteğim bu 75 etekten yalnızca bir tanesi.
Jest maksatlı etek giyen dostların olması ne güzelmiş. Yazmak, ulaşmak, okunmak ve bir de etek giyen dostların varlığına şahitlik… Yazarken ne amaçlar gütmüş olursak olalım neticede hiç beklemediğimiz şeyler de oluyor. Belki de dediğin gibi basit amaçlar gütmediğin, okura dair amacına ulaşmaya çalışmadığın için amacına ulaşmışsındır.
Umarım eteğe dair hoşnutluğun baki kalır. Ben de 75 etekten hangisi benim eteğim diye düşündüm bu yanıtın üstüne. Teşekkür edeyim bu vesile ile.
Sıradaki sorum aslında senden sana gelecek. “sayfaları neden ikişerli yaratmışlar, neden üç renktedir trafik lambası” dizeleri üzerinden sormak istiyorum. Sayıları çok görüyoruz şiirlerinde, kendi dizene cevap verirken biraz şiirinin sayılarla ilişkisine değinir misin?
Şiirlerimdeki sayıların sayılıkları itibarıyla var olduklarını söylemem doğru olmaz. Hayat sayılarla veya sayı sahipleriyle dolu. Kitapta özellikle üzerinde durmak istediğim şeylerden biri hayatın akışında var olan ama bizim devamlı maruz kaldığımızdan ötürü görmemeye başladığımız olgular. Bunların sayı içerenleri hem hayatta hem de kitapta daha kolay seçilebildiği için bağlantıyı sayılar üzerinden kurduğumu düşünüyorum. Roald Dahl’ın Charlie’nin Çikolata Fabrikası kitabındaki her yöne gidebilen asansörün, bilindik ve görmezden gelinmeye başlamış bir asansör özelliği üzerine inşa edilmiş başarılı bir kurgu olduğunu düşünüyorum. Ben de bu görmezden gelinen olguları kimi zaman değiştirerek kimi zamansa altını çizerek belirginleştirmeye, görünür kılmaya çalıştım. Görebildiğimiz, yani gördüğümüzü fark ettiğimiz hayat buzdağının yalnızca zahir olan kısmı.
Kendini nasıl bir okur olarak tanımlıyorsun, özellikle bir şiir okuru olarak? Yazarların okuma şekilleri nasılsa kalemleri buna yakın diye düşünmüşümdür hep ama bu genelleme tabii. Bu genellememin sende de tezahürü var mı merak ederek soruyorum.
Nicel anlamda hiç iyi bir okur değilim. Ayda iki-üç kitap ya okurum ya okumam fakat bu okumaların nitelik bakımından güçlü geçmesine çok önem gösteriyorum. En önemli kriterim kitabı okumadan önceki Ozan ile okuduktan sonraki Ozan’ın farklı olması. Bunu gerçekleştirmeye gayret ediyorum. Derin okumalar yapıyorum. Bu sebeple uzun sürüyor. Kitapların hakkını verdiğimi düşünüyorum.
Okuduklarımın bendeki tezahürlerini belki hep birlikte şöyle sorgulayabiliriz: Neden ve nasıl kitap okuyorum? Öncelikle kitap seçimlerimde şans faktörü oldukça fazla. Tabiri caizse sarmayan kitabı hemen bırakıyorum, vaktinin gelmediğini düşünüyorum. Okumaya devam ettiğim kitaplarda ise kesinlikle okumaya devam etmemi sağlayacak bir sebep mevcut oluyor. Bunu eninde sonunda görüyorum. Genellikle kitapları, müellifin yazdığı sırayla okurum. Olabildikçe mevzuyu anlamak, yazarı hissetmek gayretim var. Kitaplarda en çok dikkatimi çeken şey hayatlar. Yazarın ya da karakterlerin hayatlarına çok kolay bir şekilde girebiliyorum. Şiirde de en büyük kaynağım hayat olduğu için elbette beni zenginleştiriyor ve yazıma etki ediyor diyebilirim.
İlk okuduğun şairler kimlerdi? Bu şairlerin arasında seni özellikle etkileyen şairleri hatta belki varsa “Şiir yazmalıyım” dedirtenleri öğrenebilir miyim?
Son dönemde kimleri okudun? En son okuduğun kitaplar arasından “İyi ki okumuşum” dediğin beş kitap hangileri ve bu beş kitapta sana “İyi ki okumuşum” dedirten ortak özellikler neler?
Şiire ilgim ilk olarak küçük yaşlarda arkalarında sert müzikler olanlarıyla başladı. Beynimin içinin sözlerle dolması bana keyif veriyordu epey. Dinlediğim müzisyenler hep şairane insanlar oldu. Ardından lisede gerçek şairler ile tanıştım. Bunlar bugün herhangi birinin Google’a yazıp ulaşabileceği insanlardı. Onlarla başladığım için haklarını yememeliyim ama gerçek şiirin düşüncesiz bir şey olmadığını çok kısa sürede kavradım. İçinde düşünce öğeleri olmayan aşkı bile aşktan görmemeye başladım. Oruç Aruoba, Reha Yünlüel ve Hasan Ejderha beni ilk etkileyen isimler oldu. Fakat bunları elbette ki yazmaya başladıktan sonra tanıdım. Beni de şiir yazmaya muhtemelen birçok kişi gibi İkinci Yeni başlattı. Cemal Süreya, Ece Ayhan ve Sezai Karakoç ilk etkilendiğim isimler olabilir fakat onları kısa sürede terk ettim.
Son dönemlerde neredeyse herkesi okudum. Muazzam işler yapılıyor şu zamanlar. Yalnızca günceli değil güncelin hemen berisini, Heves’i, Ücra’yı, Atlılar’ı okuyorum. Ne bulursam okumaya çalışıyorum. Söze sahiden de çok değer veriyorum. En son okuduğum ve iyi ki okumuşum dediğim kitapları meslektaşlarıma kıyak geçerek şiirden seçmek istiyorum. Ceren Biber’in Hış’ı beni gerçekten çok etkiledi. Yine Varlık Yayınları’ndan çıkan ve henüz elimize yeni geçen Emre Söylemez’in Hoş Koku’su da son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardandı. Yusuf Turhallı’nın Taş Avlu’su, Ozan Can Türkmen’in Az Önceki Oda’sı ve Emre Varışlı’nın Ölüm ve Piyasa’sı kesinlikle iyi ki okumuşum dediğim kitaplardan. Ortak bir özellik mi bilmiyorum ama bu beş isim de şiirlerini kesinlikle bilerek yazıyorlar. Bahsettiklerimin haricinde isimlerini anmadan edemeyeceklerim var. Beste Naz Karaca, Rıdvan Ardıç, Sude Öztürk, Özgür Ballı, Azimet Avcu, A. Gülfem Özer, Gökhan Arslan, Serdar Tunçer, Semah Günerigök, Pervin Akgün, İnanç Avadit… Uzar gider. Var olsunlar. Emre Varışlı da engelimi kaldırsın.
İlk şiirini 2015 senesinde yazdığını söylemiştin. Neydi sana o ilk şiiri yazdıran temel motivasyon? Ardından 2016’da başlayan ve yayımlanma ile gelen görünür olma süreci, Haydi Etek Giyelim ve Arkadaş. Z. Özger şiir ödüllerinde adı anılanların arasında yer almak… Bütün bunlar olurken yazmaya ve okura ulaşmaya devam etmek. Tüm bu olanlara dışarıdan bakan biri ve bir okur olarak gelişigüzel geliştiğini düşünmüyorum sürecin senin için. Aklında bir yol haritası var ve arada patikalara sapsan da o yol haritasına göre devam ediyorsun yoluna sanki. Bende yarattığın izlenim bu ama elbette senden dinlemek istiyorum 2015 – 2021 arasındaki süreci.
Üzerinden altı sene geçmesinden dolayı olsa gerek, o ilk kıvılcımın sebebini pek hatırlamıyorum. Sadece kendimi şiir yazmak ile mükellef hissetmiştim, tek hatırladığım bu.
Yol haritasını şiir özelinde tarif ederken bunu hayatımdan bağımsız işlemek kesinlikle doğru olmaz. Ben, bu her ne kadar kullandığım kelimelerden veya temalardan anlaşılamayabilir olsa da, şiiriyle bir bir insanım. Ben şiirimim 15-16 yaşlarındaki bir çocuk ile 22 yaşındaki bir herif arasındaki fark kadar büyük bir fark var şiirimde de. Altı yılı birkaç cümle ile anlatmak elbette ki doğru olmaz fakat şundan bahsedip sürecin kafanızda canlanmasını sağlayabilirim. Çok şanslı bir insanım. Allah’la aram çok iyi. Beni çok seviyor, biliyorum. Ben de onu çok seviyorum. Birkaç isteğim var, bunlar bende kalsın. Ne yaparsam yapayım, hatalarımla dahi bu isteklerime, amaçlarıma doğru başarıyla ilerliyorum. Bunun ne kadar mutluluk verdiğine inanamazsınız.
Yayımlandığı için sonradan pişmanlık duyduğun, “keşke yayımlanmasaydı” dediğin şiirin / şiirlerin oldu mu? Olduysa neydi sana bunu dedirten?
Direkt cevap vereyim: Yok. İnsanlar beni yoğun olarak 2020 itibarıyla okumaya başladı fakat 2017’den itibaren bilerek yazmaya başladım. Bu keskin bir biliş oldu. 2017 öncesi şiirlerime bile gerçekten berbat olmalarına rağmen “keşke yayımlanmasaydı” diyemem. Elbette bir şeylerin berbat olması gerekiyor ki “güzel” ortaya çıksın. Yazdığım ve yayınladığım hiçbir şiirden pişman değilim. Özellikle 2017 sonrası şiirlerim için asla “güzel değil” diyemem. 2017 sonrası için peşimi bırakmayan bir güzellikten bahsetmem mümkün bu yüzden. Pişman olacağım şeyi henüz yazmadan anlıyorum. Hiç başlamıyorum bile sırf bu sebeple.
Bir şiiri yazarken ‘bitti’ dediğin anı anlatır mısın bize?
Öncelikle şiir kuruşum mevcut kuruşların epey dışında. Bu sebeple bir şiiri düşünürken “başladı” dediğim an bile net olarak seçilemeyebilir. Her yer şiir dolu. Otobüste şiir var, kavgada şiir var, tuvalette şiir var. Ben elimde uzun çubuklu bir kelebek filesi ile buralardan malzeme avlıyorum. Bir şiir için “başladı” dediğim noktanın tezahürü, “bitti” dediğim noktanın tezahüründen daha şeffaf. Fakat nihayetinde başladığını düşündüğüm bir şiir ortaya çıktıysa, o şiiri ilk oluşturduğum ya da final formuna en yaklaştırdığım halini hissettiğimde bırakıyorum. O şiir aklıma tekrardan gelene kadar, lan böyle bir şey vardı diyene kadar bakmıyorum. Ardından onu fark edip tekrardan okuduğumda bitip bitmediğine karar veriyorum. Ya sonlandırıyorum ya da düzenlemeler yapıp tekrardan terk ediyorum. Yani bir şiire “bitti” demem için öncelikle onu unutmam gerekiyor, ardından hatırladığımda bakıp ya “bitti” diyorum ya da tekrardan unutmaya çalışıyorum.
Sosyal medyadaki görünürlüğünün kalemini etkileyen yanları var mı?
Sosyal medyadaki görünürlüğümün basketbol oynarken bileğimi etkileyen bir yanı yok. Sosyal medyadaki görünürlüğümün sahnede tiyatro oynarken bedenimi etkileyen bir yanı yok. Sosyal medyadaki görünürlüğümün kamp yaparken sırtımı etkileyen bir yanı yok. Ama nedense sosyal medyadaki görünürlüğümün kalemimi etkileyen yanları var gibi duruyor. Bu etki doğrudan bir etki değil kesinlikle. Ufak bir parantez açarak sosyal medyadaki kişinin kim olduğundan bahsetmek istiyorum. Kimle yüz yüze gelsem “hiç kavgacı değilsin”, “hiç sinir bozucu değilsin”, “hiç rahatsız edici değilsin” laflarını duyuyorum. Şu an bu cümleleri yazan Ozan, Artistler’de oturup sohbet ettiğiniz Ozan, en yakışıklı ve güzel edebiyatçıları kamera karşısında sıralayan Ozan, tweetler atan Ozan, Haydi Etek Giyelim’in yazarı Ozan farklı kişiler değil. Hepsi benim. Üslup farkları karakteri tamamen ayrı gösterse de dikkatli bakılırsa -ki kimse bakmak zorunda değil, rahat olabilirsiniz- bütün Ozan’ların derdi aynı. Bu derdi gözlerini azıcık kısıp bakan kişi çok net görür. Haliyle platformlara özel oluşturduğum personalar yok.
Sosyal medyadaki görünürlüğümün ise kalemimi değil de okuyanın gözünü etkileyen muhtemelen böyle bir yanı var. Devir tasarruf devri. İnsanlar şansın oluşturduğu güzellikten etkilenecek riske girmek istemiyor. Net, ilkeli bir estetiğe yönelim var. Ben de yapsam yapsam sosyal medyadaki Ozan ile bunu sağlıyorumdur. Yazdığım şiirin -en fazla- arkasında duruyorumdur o kadar.
Ne güzel oldu seninle söyleşmek. Çok teşekkür ederim benimle hasbihal ettiğin için. Eklemek istediğin bir şey var mı?
Keyifle yanıt verdiğim, anlaşılmaya bir nebze dahi olsa yakınlaştığımdan dolayı mutluluk duyduğum bir söyleşi oldu. Rapor’lardan aşina olduğumuz şekilde şöyle bitireyim: Öncelikle felsefenin ve putların diyarı Mazlum Mengüç’e, buraya kadar okuyan herkese ve güzel soruların, güzel yönlendirmelerin için sana bolca teşekkür ediyorum. Sağlıkla kal.