Katliamın Yıldönümünde Balkanlara Tutulan Kırık Bir Ayna: Limonata

Ozan R. Kartal

İnsanın en sevdiği şarkıyı, diziyi, filmi belirlemesi oldukça zor. Her biri ayrı bir yönümüze hitap ettiği için sempati kümemize koyduğumuz bu ürünlerin arasından bir lider, bir listebaşı belirlemek neredeyse imkânsız. Fakat bir yol filmi olmasıyla, müzikleriyle, oyuncu kadrosuyla ve sunduğu coğrafya ile Ali Atay’ın Limonata’sı -şahane şeyler vadetmese dahi- 1955’te Makedonya’nın Manastır şehrinden İstanbul’un Silivrikapı ilçesine göç eden bir aileye sahip olmam sebebiyle benim zirvemdeki yerini kolayca oluşturup oradaki hükmünü sürmüştür daima.

Tırcı Fuat’ın Manastır’lı meşru çocuğu Sakip’ın, Karadenizli bir kadından olma gayrimeşru kardeşi Suriçili Selim’i arama hikâyesinden ibaret gibi görünse de, Balkanların o bozuk yollarında birbirinden özgün diyaloglarla ve daima yüksek tutulan ritmiyle dikkat çeken bir film Limonata. Serkan Keskin’in hayata geçirdiği, bekar ve orta yaşlı bir karakter olan Selim, başarısızlıklarla dolu hayatındaki en büyük adrenalini alt liglerdeki bir futbol takımının gençlerle dolu kadrosunda maçların son dakikalarında giren “göbekli” ve nöbetçi golcü olmasıyla sağlayan bir adam. Bir gün ansızın karşısına, kardeşi olduğu iddiasıyla gelen, Ertan Saban tarafından canlandırılan Sakip karakteri onu enteresan bir yolculuğun içine sürüklüyor. Bu yolculuk hem fiziksel anlamda, bozuk Balkan yollarında Makedonya’ya ulaşmak için kat edilen ve bu sırada Bulgaristan köylerinde zorunlu mola verilen bir yolculukken aynı zamanda da aile mefhumunun, Balkan tarihinin ve gündelik hayatın irdelendiği hissî bir yolculuğa dönüşüyor.

Nihayetinde Makedonya’nın Manastır şehrine varıldığında ve belli başlı duygusal gelişmeler yaşandığında Sakip, Selim ve -yakın zamanda kaybettiğimiz Luran Ahmeti’nin hayat verdiği- Sakip’ın dayısı Fuat bir meyhanede demlenirken, meyhane duvarındaki bir resim üzerine şahane bir diyalog meydana gelir. Fotoğraftaki adamın elinde tuttuğu tüfeğin menşei üzerine tartışma sürerken Sakip muhteşem bir şive ile şu sözleri sarf eder;

Rus malıdır o, bilirim. Ak-47. 0.15 vardı Hırvatlarda. Alman malı. Bunlar Rus. Eskiden Hırvatlar yollardı. Almanlarla çünkü politika ederler, onlara gelirdi 0.15, bizde de onlardan vardı ama, bunlar Rus. Rus bu 3,5 kilo. Yedin mi yağmuru yukarıdan olur 35 kilo. Taşıyamazsın, yani, lazım göt taşımak için. Çukurdaydık o vakit. Siz ne diyorsunuz? Sareyova’da… Saraybosna. Çukurdayız, var çukurda, Makedon, Türk, Arnavut, Boşnak karmakarışık. Gitmişin askere. Ne yapacaksın? Yollamışlar. İstersen gitme. Ya kaçacan ya zorla götürürler. Nereye kaçıyorsun? Bilmezsin kime ateş ediyorsun. Kim kimi sikiyor belli değil. Çocuk var bir tane yanımda. O benden daha küçük. 17 maksimum. Maksimum 17 yaşında. Bir şey oldu böyle, bir ses. Biliyor musun nasıl ses? Döndüm o tarafa, çocuğun yarısı yok. Onunkisini aldım, o yüzden biliyorum, Rus malıdır, kardeş. Avrupa’nın ortası, çukurdasın. Saraybosna’da. Ağırlığını bilirim kardeş, ağırlığını. 3,5 kilo. O yüzden anlatma bana. Rus bunlar kardeş. Ak-47.”

Balkanları merkeze alan bir filmin, Balkanların çehresini değiştiren bu hadiseye kayıtsız kalması beklenmez. Üstelik bu anlatının, Ertan Saban’ın şahane oyunculuğuyla birleşmesi de sahnenin etkileyiciliğini kat kat artırmakta.

11 Temmuz vakti her geldiğinde bu tirat, bu muhteşem sahne, bu atmosfer zihnimde yankılanmaya başlar. Sakip’in Makedonya ağzının her tonlaması, bölgeye özgü Türkçenin söz dizimi, kullanılan ifadeler, hatta küfürler bile birebir halde yer bulur kafamda.

Müslüman Bosna halkına yönelik neredeyse bütün saldırılarda parmağı olan Radovan Karadžić’in de bir şair olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Şiir yazmanın, sanatla iç içe olmanın herhangi başka olumlu şeylere bir ön kabul niteliği taşımadığını, bundan 30 sene evvel Srebrenitsa’da 11 gün içerisinde sistematik şekilde katledilen 8.372 kişiye bakarak hatırlamamayı dilerdim.

Fakat gerçek olan neredeyse her şeyin bir kıyısına köşesinde yer alan bu tat kaçırıcılık, sıradan bir 11 Temmuz günü de kendini göstermeden edemiyor.

1995 yılında hayatını kaybeden bütün sivilleri anıyor, 2025 yılında hâlen daha sistematik şekilde katliama maruz kalan halkların ferahlığa kavuşmasını umuyorum.

Nehirden denize.

En Yeniler

İyi Şeyler Yayıncılık: Şiir Nesnesi Olarak Kitap ve Bugüne Çağrı

Azimet Avcu Twitter’da yeni ismiyle X’de dolaşırken bir kullanıcının İyi...

Matruşkanın En Küçüğü – Emine Güler

Evde un biter, yumurta biter, süt biter, leş sinekleri...

Kolektif Hafızanın Edebi Çıktısı: Hatırlayacaksınız Geçtiğimiz Günlerde…

  Edebiyatın en güçlü taraflarından biri, gündelik hayatın sıradan görünen...

Sarah Elizabeth Green – Öbür Dünya

Çeviren: Leyla Bayrı 1. Herhalde sabah bulantısı böyle bir şeydir: ıspanaklı omleti...

Tuzbiber Komedyenleri Komik mi?

Ozan R. Kartal     "Düşünce için kahkahadan daha iyi bir başlangıç...

Gertrude Stein Türkçe’de: Şiir ve Dilbilgisi

Modernist edebiyatın en aykırı ve yenilikçi yazarlarından Gertrude Stein,...

Benzer İçerikler

Öldürdüğünüz Şeyler: Kimliklerin Sınırlarında Bir Yolculuk

İnceleyen: Pelin Yavuz Çil Alireza Khatami'nin "Öldürdüğünüz Şeyler" adlı filmi, modern sinemanın kimlik, bellek ve kültürel aidiyet temalarını en derinden sorgulayan eserlerinden biri olarak karşımıza...

Suçluları Neden Öldürmeliyiz?: “Escape From New York” ve “No Escape”

Suçluları Neden Öldürmeliyiz? Aynanın İki Yüzü: “Escape From New York” ve “No Escape”   Celalettin Durak   Suçluların cezalandırılması, rehabilite edilmesi, toplumdan uzaklaştırılması ya da imhası insanlık tarihi...

Zaman Aşımına Uğramamış Bir Divan: Turgut Uyar’ın ‘‘Sâlihat-ı Nisvadan Saffet Hanımefendiye’’ Şiirinin İncelenmesi

Cansu Usluy   İkinci Yeni’nin Oluşumu ve Etkisi 1950’li yıllarda Türk şiirinde önemli bir kırılma noktası oluşturan İkinci Yeni, kendisinden önceki şiir anlayışına karşı bireysel bir çıkışın...