senli günlerin alıp götürdüğü bir aklım vardı
gözlerim buğusuz da görürdü
ağzım yuvarlanmazdı konuşurken
şiirler söylerdim, şakalarım gülümsetirdi
az bakardım boşluğa
şimdi uzun boylu bir boşluğum
yani bilmediği her şeyi unutan biri
renkli yünlerden icat olunmuş ruhumda
sarı ve koyu maviden başka bir şey kalmadı
gözümdeki öyle bir gözlük ki
seni de göremiyorum şumusla birlikte
hepsinin üstesinden gelebilirdim belki teker teker
ama bütün bunlar bir arada oldu
hep
dedenin öldüğü hastanede doğdum
hep
uzattım diye sakallarımı
hep
sadece sabahları çaya şeker atıyorum diye
doğruyu bulmaktan daha kolaymış yanlışa alışmak
tembel günlere kurban ettim seni tembel yıllara
şimdi görsek bu bir tam bir yarım yılı
düzelen cildi, gofret ambalajlarını
bütün hiç ayrılmamaların cezası olarak
dilini biliyorum bu dilimi bildiğin demektir
biliyorum seni ve niğdeden biten numaranı
temmuzu, karpuzu, parça parça örülmüş çantayı
dünyadaki bütün viskiyi ben içmiştim
gazi mahallesinde bir militanın yaş günüydü
mumla arıyorum orda telefonla aradığımı
zırhsız, kalkansız bir ben imajına belki de
ilk defa o zaman şahit ettim seni ben
hep oydum
kendimi bulup bir yerlerden doğurmam gerekti
seni toprağa girene kadar bir daha yormamam
borçlarımı ödedim kendimi buldum, doğdum
niçin varız bana inanmayacaksan?
öldün diye korkmuştuk
öldün diye korkmuştum
kendi kendine konuşanlar
birbirleriyle konuşsalar
belki de her şey daha sağlıklı olur diye
düşünüp durmuştum
şimdi
öyle bir yerdeyim ki konum bile atamam
öyle bir minare ki senin sesinle çağlar ezan
tek kişiden cemaat olmaz diyenlere inat
bir adam dans ediyor aşka taparak
ve orada sevgililer
istanbul’un fethedildiği yerleri yürür halde geçiyorlar
dilsiz taklitleri yaparak