Açmışsa – Tuğçe Arı

Sabahın ilk ışıklarının ağaç yaprakları arasından yüzümü falan yalamadığı sıradan bir sabahtı. Rüyamda yine çözemediğim bir geçmiş düğümü için dişimi kırmışlığımla, elimde geçmişiözlememden başka bir işe yaramayan birkaç dizeyle ekmek almaya gidiyordum. Aynı çöp konteynırı, aynı araba, aynı doymayı bekleyen aç kediler… Hayat tüm aynılığıyla tam karşımda üstüme yürüyordu. Evlere ve kendime yalnız olmadığımı hatırlatmak için yerden gördüğüm ilk taşı aldım, avucumda sıktım. Taşın sıcaklığı beni iyileştirecek totemiyle daha güçlü döndüm sokağın köşesini.

Bu sabahı bir kez daha yaşamıştım. Ama o zaman hayat aynılıkla akmıyordu sanki. Yalnız olmadığımı biliyordum. Ekmek yerine poğaça almak için ikna edilmeye çalışılıyordum sabah yedi civarı. İnsan aşık olunca böyle erken saatlerde kahvaltı yapmaya ikna oluyor, ilginç. O sabah bu sabahtan farklı olarak yenilmişlik hissim alelade bir insanın hissettiği ölçüdeydi. Şimdi bir çiçeği çürütmüş, ışığı çok alamadı galiba diyerek yeni bir çiçek daha alıp onu da çürütünce kesin topraktan kaynaklanıyor deyip üçüncü çiçeği alıp onun da çürüyüşünü seyrederken ellerine bakıp ağlayan bir insan kadar yenilmiş hissediyorum.

O sabahı bu sabaha benzeten tek şey ikisinin de bir cumartesi günü olmasıydı aslında. Cumartesi günleri herkes çok mutlu olur gibi gelirdi eskiden, beş yaşında oluşum kadar eskiden. Sonra Eloğlu’nun “Seni sevdiğim için cumartesi elbet” dizesini okuyup oh demiştim, yalnız değilim. Zaten ne bok olduysa hep bir eli tutarak yürümek isteğimden oldu. Cumartesi saat 07.10’da kendimi o saatte kahvaltı etmeye henüz ikna etmişken, yolun köşe başlarını gözlerimiz kapalı dönebilecek kadar ezbere biliyorken durdu. Ayaklarına baktım, tek bir adımla karşıma geçti o teklikte içime oturan bir şey vardı. Ama dedim kendi kendime elleri senin avcunun içinde, en kötü ne olabilir ki?

EN KÖTÜ ÇOK ŞEY OLUR İPEK.

Mesela ciddiye almadığın o kötü yanın balçıklarıyla üzerine saldırır, sen dünyayı suçlamaya devam ederken. Ya da aynı rüyayı hep aynı gecelere yazarsın. Bulduğun mesajlara inanmadan yavan sabahlarda gün aymış gibi davranırsın. Senin hikayen herkesten farklı sanırsın; efsanevi, kallavi, efsunlu bir serüven gibi büyük büyük tanımlamaları hak ettiğini düşünürsün. Ayağına doladığın taş seni santim santim aşağıya çekerken hala aşka inanırsın.

“Ben artık bizi birbirine aşık iki kişi gibi hissetmiyorum. Yani yanındayım ama sana ait değilim gibi. Birdenbire olmadı bu, uzun bir yol yürümüşüm gibi hissediyorum. Başka biri yok yemin ederim. İçimde kuruyan bir şey var hatta çürüyen.”

(bu kaçıncı çiçek oldu dört mü?)

Yutkunup gözüme baktı benim de yutkunmam gerek gibi hissettim. Dilim ağzımın içinde şiştikçe şişiyordu. O konuşuyordu, böyle bir anda söylemek istemediğinden ama ayrılık işte öyle planlanarak yapılamadığından, inanmalıyım ona, geçeceğinden falan bahsediyordu. Eli hep avcumdaydı. Eli hala avcumdaydı.

O bir şeyler anlatıyordu, bir aşk ilanı yapıyormuş gibi coşkuyla. Böyle bir ayrılık konuşması yapmanın saçmalığının farkında olduğunu söylüyordu. Ortada bir konuşma olmadığını iddia etmek bile istemiyordum. Safi bir monologdan ibarettik. İçinde bulunduğumuz durumun saçmalığını olağanlaştırmak istiyor olacak ki bir arkadaşının sevgilisinden 32. Gün izlerken ayrıldığını anlatmaya başladı. Gözlerimin ne alaka dercesine büyüdüğünü fark edince muhtemel bunu kendi içinde başka bir şeye yordu ve anlattığı bu tuhaf durumu daha da genişletti. Yatakta uzanmış 32. Gün izliyorlarmış. Türk solu kavgalarından bir kesit izlerken çocuk videoyu durdurmuş ve ben ayrılmak istiyorum demiş.

Durdum ne yapmak istediğinin farkında olduğumu hissettirircesine kolunu sıktım. O tuhaf coşkusu son buldu ve uzun bir nefes verdi.

Gözlerine bakmak istiyor muydum bilmiyorum. Gözlerim kolunu tutan elime sabitlenmişti. Başka yere çeviremiyordum. Ama ben sana daha hikayeler anlatacaktım, daha dün pazardan mantar almıştım yemek yapacaktım akşama, ya biz başladığımız filmi bitirememiştik ki henüz. Ben şimdi o filmi her gördüğümde yarımlığımı hissedeceğim. Senin üzerinde göreceğim farklı farklı gömlekler vardı. Benim henüz boyanmadığım saç renkleri. Ama benim elim hep senin kolundaydı. En olmak istemediğim yerlerde bile elim hep kolundaydı. Neden?

Tuttuğum kolunu tokalaşmak için uzattı. Avazım çıktığı kadar bağıracaktım, başımı eğdim, uzattığı elinin parmak uçlarını sıkıp ayaklarına baktım. Onu tek adımla arkamda bıraktım. Eğilip yerde gördüğüm ilk taşı aldım. Avucumda hissettiğim taşın soğukluğunun göz yaşlarımın akmasına engel olacağı totemini yaptım eve kadar koştum.

Yol boyu acaba ne zaman ağlayacağım diye bekledim. Eve vardım, yemekler yedim, uykular uyudum, sular içtim, yeni çiçekler çürüttüm, günler geldi toplamı otuzu geçti ama ağlayamadım. Sonra bir gece bir rüya gördüm.

Uzun uzun soluk alıyorum. Ciğerlerim havayla ilk kez buluşmuş gibi. Burnumdan başlayıp soluk borumla beraber ciğerlerimi de yakan öyle bir yangın. Ellerimle göğsümde kalbimi arıyorken biraz ileride gökyüzüne yükselen ufak aydınlanmalar gördüm. Havanın yakıcılığıyla yaşadığımı fark edip aydınlanmaya doğru yürümeye başladım. Geniş havuzun etrafını dolanan yirmili yaşlarının başında bir kadın var. Tanıdık gözlerle bana baktığını fark edince içim ürperiyor, nefes almaya çalışıyorum, hava keskinleşiyor ve burnumdan göğsüme batıyor. İçin için ardıma dönüp kaçmak istesem de orada olanları seyretmeye devam ediyorum.

Kadın gergin, sinirli ve umutsuz. Suya her atlayıp çıktığında saçının rengi değişiyor. Saçının rengi her değiştiğinde koşarak aynaya bakıyor, böğürmeyi andıran bir ağlamaya tutuluyor ve kendini yeniden havuza atıyor. Havuzdan son çıkışında sağ kolunu göremiyorum.

Panikliyorum, ona yardım etmek için elimi uzatmak istiyorum ve sağ kolum. Birbirine bakan aynı iki çift göz böğürmeye benzeyen bir ağlamayla sarsılıyor.

Tam dört ay olmuş sağ kolumu bırakalı ve ağlamayalı.

Cumartesi. 11.10. Markete giderken poğaça almaya karar verdim. Yasımı ve kolumu sahiplenmemin üzerinden kaç cumartesi geçti bilmiyorum.

En Yeniler

Yaşayan Bir Şiir: Poésie vivace de Turquie, 2025

Türkiye şiiri, deyim yerindeyse, kökü derinlere uzanan, mevsim ne...

Cüneyt Arkın’la Oyunculuktan Edebiyatçılığa Derin Bir Söyleşi

Söyleşiyi Yapan: Kadir Yıldız, Azimet Avcu 1) Edebiyata ve şiire...

2025 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri sahiplerini buldu!

"Varlık dergisi, 1933’ten günümüze özenle sürdürdüğü ‘edebiyatımıza yeni değerler...

Bir Yaz Güncesi – Sinema ile Hayatı Yüzleştirmek

Bir Yaz Güncesi – Sinema ile Hayatı Yüzleştirmek Jean Rouch...

Seyiren Et – Aleyna Tekedereli

  Seyiren Et     Leş kargaları hare çiziyor, çatımda Bekliyorlar didiklemek için Saat sesi...

Yeni Çıkanlardan; Cezbe – Mert Mutlubay

Basın Bülteninden   Mert Mutlubay. Bu ismi duyanların yüzlerinin aldığı şeklin şiirini...

Benzer İçerikler

Erman ve Çarklar – Hasan Ay

Hasan Ay   Bulunduğumuz andan birkaç iklim önce. Öğleden sonra göt donduracak bir şekilde soğuyan bir sonbahar günüydü. Ellerim ceplerimde, mahallenin futbol kulübüne katılmak için...

İzmiroğlu Cüneyd Bey’in Tazyik-i Tavernası – Cüneyd Ensari

İzmiroğlu Cüneyd Bey’in Tazyik-i Tavernası sakız tavernası beynimin elenen kısımlarını kalbur altlarından çekmeliyim sorgulanan fragmanların el frenlerini masaüstü insanları ağlayan ayaklarımın gözyaşını parmak aralarında mantar olarak görünce yarının çetrefilli...

Kedilerin İçtiği Su – Ozan R. Kartal

o kadar düşündüm o kadar düşündüm ki korktum dünyadan çilehanelerde sıkılmıyor mu arzı terk eden adamlar düşündüm deveye binip göğe yükselmenin kıllı bir göğüs mü şartı düşündüm uykuya dalarken bana...