Cansu Usluy
İkinci Yeni’nin Oluşumu ve Etkisi
1950’li yıllarda Türk şiirinde önemli bir kırılma noktası oluşturan İkinci Yeni, kendisinden önceki şiir anlayışına karşı bireysel bir çıkışın ifadesi olarak doğmuştur. Bu şiir anlayışı, bireyin iç dünyasını, varoluşsal sancılarını ve çağın ruhsal yorgunluğunu dile getirir.
İkinci Yeni, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinin üzerinde en çok tartışılan hareketlerinden biridir. Bu şiir akımı, bazı edebiyat eleştirmenleri tarafından modern Türk şiirinin ‘‘en son ve özgün’’ atılımı olarak kabul edilirken, bazıları tarafından da ‘‘edebiyatta bir skandal’’ olarak değerlendirilmiştir. [1]
İkinci Yeni şairlerinden Cemal Süreya, İkinci Yeni ile ilgili Ahmet Oktay’a:
Gün geldi, 1950’li yıllarda, özellikle de 1953- 57 yılları arasında birtakım genç şairler önce birbirlerinden bağımsız, sonra da dergi sayfalarında karşılıklı etkileşerek başka bir düzende şiir söylemeye başladılar. O sırada şiirimiz fazla akıllı, hatta ‘‘akılcı’’ bir şiirdi. Bu son şairlerle irrasyonel bir öge geldi şiirimize. Hikâye ögesi dışlandı. Ses soyutlamalarına gidildi ve bir ‘‘iç ses’’ aramaya başlandı Türk şiirinde. Aslında şiirin alanı genişlemeliydi, yeni alanlar bulunmalıydı şiire ve şiir, her şeyi söyleyebilme, ifade edebilme sanatı olmalıydı.[2]
İkinci Yeni şairleri, dildeki sapmalarla, Türkçenin kuralları karşısında farklı bir duruş sergilemişlerdir. Bu dille başlayan değişiklikler, birçok eleştiriye kapı aralamıştır.
İkinci Yeni şairlerine yöneltilen eleştirilerden biri de ‘‘anlamsız şiir’’ idi. İkinci Yeni şairleri, kelime ile söz arasındaki alışılmış dengeyi bozmaya çalışmışlardır. Bu dönemin şairleri, şiirlerinde alışılmamış bağdaştırmalara çok sık yer vermiştir. Doğan Aksan ‘‘bağdaştırmayı’’, ‘‘ister bir tamlama, isterse bir cümle içinde olsun birden çok birinin bir araya gelmesi’’ olarak tanımlamaktadır: ‘‘Yaşlı kadın’’, ‘‘kırık tabak’’; ‘‘Çocuk çikolata yedi’’ örneklerinde olduğu gibi. Bunlar alışılmış bağdaştırmalardır.
Edip Cansever’in ‘‘Sizi görmüyor muyum dikkat! Trenlere çikolata yediriyorum’’ [3] dizesinde olduğu gibi, Cemal Süreya’nın ‘‘Beni öp, sonra doğur beni’’ [4] dizesinde olduğu gibi, dilde yaygın olmayan ve birbiriyle bağdaştırılmayan kavramların bir arada kullanılmaları alışılmamış bağdaştırmalardır.
İkinci Yeni şairlerinin ‘‘bir yere ait hissetmeme’’ durumu çağın etkileriyle birlikte ortaya çıkar. İkinci Dünya Savaşının yarattığı bunalım, insanın hem kendisini hem de evrendeki mekân algısını sorgulamasına neden olmuştur.
Turgut Uyar’ın İkinci Yeni hakkında söylemleri :
‘‘İkinci Yeni, bir bakıma bir çeşit emrivaki haline geldi. Bana kalırsa, bir akım, bir anlayış içinde sayılmak, hatta bulunmak, bir şaire ne bir şey ekler, ne de bir şey eksiltir ondan. Örneğin Orhan Seyfi’nin ‘‘Hececiler’’, Yaşar Nabi’nin ‘‘Yedi Meşaleciler’’ içinde sayılması onların birer şair olarak kimliklerini değiştirebilir mi? Orhan Veli akımı içinde sayılan nice şairlerin, anlayış bakımından Servet-i Fünûn şiirinden büyük farkları olmadığını gördük. Bu çeşit sınıflandırmalar pek pek bir şairin zaman bakımından yerini saptamaya ve şematik düşünebilen bazı rahatına düşkün kişilerin kolaylaştırmaya yarar. Bırakın İkinci Yeni’yi, çok daha disiplinli, daha kurallı, manifestolu akımlara ‘‘katılmış şairler bile ancak kişilikleri ölçüsünde vardırlar, kişilikleriyle yaşarlar. Yoksa bir okul’a katılmış olmakla değil’’ [5]
Bu yazıda, Turgut Uyar’ın Salihat-ı Nisvandan Saffet Hanımefendiye adlı şiiri üzerinden, İkinci Yeni’nin temel izleklerinden olan zaman, yalnızlık ve ölüm kavramları incelenecektir.
İkinci Yeni’nin Divanından Bir Şiir: Sâlihât-ı Nisvandan Saffet Hanımefendiye
Turgut Uyar’ın şiiri, bilinen anlam ve biçim kalıplarını sorgulayarak okuru hem sezgisel dünyaya hem de varoluşsal bir sorgunun yolculuğuna çıkarır. Sâlihat-ı Nisvandan Saffet Hanımefendiye adlı şiirinde de zamanın geçici oluşumunu ve insanın içsel bunalımını, soyut ama yoğun imgeler aracılığıyla yansıtılmıştır.
İkinci Yeni şiiri, genel olarak geleneksel şiir anlayışına mesafeli bir duruş sergilemektedir. Türkçenin biçimsel kalıplarını yıkarak bireyin modern dünya algılaşına ve dildeki yeniliğe odaklanır. Ancak Uyar’ın bu şiirde, söz konusu yönelimin aksine belirgin bir biçimde gelenekten beslenme görülmektedir. Uyar, kır ile kenti, modern ile gelenekseli, bireysel olanla tarihseli iç içe geçirerek çok katmanlı bir şiir yapısı ortaya çıkarır.
Turgut Uyar’ın 1970 yılında yayımladığı ‘‘Divan’’, beyitler halinde yazılması ve gazel, kaside, rubai formunda şiirler içermesiyle şairin diğer yapıtlarından ayrılır. Divan yayımlandıktan sonra büyük övgüler aldığı gibi yoğun eleştirilere de maruz kalmıştır.
Bu kitap üzerine Kemal Tahir, Tarih ve Şiirimiz başlıklı yazısında Tarihimize er geç yeni görüşlerle, geleceği aydınlatacak yeni değerlendirmelerle dönülecektir. Ben, güçlü Turgut Uyar’ın Divan adlı büyük kitabını işte bu, epeyce geç kalmış dönüşün çok önemli belirtilerinden biri sayarak selamlıyorum… Kaldı ki Divan edebiyatımızdan nasıl yararlanabileceğimizi Turgut Uyar, Divan’daki şiirleriyle yeterince ispatlamış halde eski ve yeni birçok şairlerimiz halk edebiyatı saydıkları örneklerden yola çıkarak hiçbir yere varamamışlardır.
Söylemine karşı Turgut Uyar ise, Yorumu yanlıştı. Beni Osmanlıya dönüş özlemi içinde gösterdi. Aslında kitabın adını ‘Halk Divanı’ diye düşünmüştüm. Ama o günlerde ‘halk’ sözcüğünün nasıl sömürüldüğünü düşününce vazgeçtim. Kitaptaki ‘Naat’ta da, öbürlerinde de, ‘Münacat’ta da seslenilen özne halktır. O tarzı seçmemin nedeni, söyleyeceklerimi başka türlü söyleyemememdi. [6]
Salihat-ı Nisvandan Saffet Hanımefendiye şiirinde, Osmanlı’nın son dönemlerine tanıklık etmiş yaşlı bir kadın figürüyle hem geçmiş zamanın ihtişamı hem de bu ihtişamın ardından gelen yoğun şekilde beliren yalnızlık duygusu işlenir. Saffet Hanım’ın hafızası, şiirde Osmanlı’nın kolektif bir belleğe dönüşür ve tarihsel bir anlam ortaya çıkar. Aslında bu figürün sesi, Abdülhak Şinasi Hisar’ın metinlerinden ortaya çıkan hüzünlü geçmiş özlemiyle örtüşmektedir. Turgut Uyar’ın şiirinde Saffet Hanım yalnızca bireysel bir kadın figürü dışına çıkarak toplumsal bir hafızanın da aynasıdır. Şiir, Saffet Hanım’ın ağzından yazılmıştır.
Şiirde zaman, yaşlı kadının geçmişini ve içinde bulunduğu ruh halini anlamak açısından zamanlara ayrılabilir.
Birinci zaman,
Şiirdeki zaman katmanları dikkat çeker. Saffer Hanım’ın hafızasını yokladığı ‘‘hatırlarım bir akşam bir yokuşa durmuştum/ iri atlarınız macardı dantelleriniz alman’’ [7] dizeleri tarihsel olarak bilinç izlerini takip etmemizi sağlar.
Şiirin ‘‘rüştü paşaydı deli rüştüye çıkmıştı adı osmanlı ordusunda/ o zaman hamitti padişah kocamın byıkları kocaman’’[7] dizeleri, Saffet Hanım’ın kocasının asker oluşu göz önüne alındığında, Turgut Uyar’ın da asker olduğunu unutmamamız gerekir.
Şiirin ‘‘gemiler de öyle boğazdan aşağı boğazdan yukarı/ bıyıklarını burardı umursamazdı paşa kocam o zaman’’ [7] dizeleri, sadece kişisel bir hayat olmadığı dönemin zihniyeti ve siyasi yapısını da yansıtır.
Bu dizelerde, paşa kavramı Osmanlı’nın son dönemlerine bir atıf yapıldığını gösterir. Birinci zamanda Saffet Hanım geçmiş ve gelecek arasında bir yolculuk yaparken Osmanlı’nın meşrutiyet sonrası yaşadığı çalkantılı ama o ihtişamdan da vazgeçmeyerek son demlerini yaşadığını yansıtır. O dönenim otoritesinin halktan uzaklaşarak kendi içinde kapalı yapısına dair bir eleştiridir.
Şiirin hürriyet ve boğaz gibi kelimeler dönemin siyasi bir söylemlerini çağrıştırır.
İkinci zaman,
“uykularım bölünüyor artık şu konağı bekliyorum / söyle ey muhabbet kuşunun tüyü söyle ölüm ne zaman”[7] dizeleriyle başlar. Bu bölümler, Saffet Hanım’ın artık yalnızlığı özümsediğini gösterir. Turgut Uyar, bu dizeleri okuyan okura Saffet Hanım’ın geçmişiyle şimdiki zaman arasındaki farkı görmesini ister. Zamanın katmanları arasında ilerledikçe, şiir bizi Saffet Hanım’ın çocukluk anılarına götürür.
Şairin şiirlerinde çocuk ve çocukluk dönemi yalnızlığın masumiyetini imler. Uyar’a göre yalnızlık, insanın içine sinmiş ve insan bilincini kuşatmış bir olgudur. Şiirde acı ve sancının tazelenmeyi simgeleyen çocuk simgesi üzerinden aktarılması, insanlığın değişmez yalnızlık trajikliğini hatırlatır;
“annemin sonsuz giysileri bir telâşı bileyen tramvay ben ne güzel çocuktum yalnızlıkların ardından” (Uyar 2015, Sâlihat-ı Nisvandan Saffet Hanımefendi’ye, 386).
Şiirinde “ben”in kendi bireysel yalnızlığın içine sığınarak kendi varlığını kavramaya çalışması, yalnızlık duygusunun” ben”in kendini tanımasında gerekli bir süreç olduğunu da ortaya koyar. Uyar’a göre yalnızlık, insani kendi ve çevresine “öteki” kıldığı gibi insanın kendi “ben”ini tanımasına da yardımcı olur. Şiirde kendi çocuksu yalnızlığında bir bütün olmaya çalışan Uyar, insanların bütün telaş ve kaygılarından, yalnız kalarak arınacağının farkındadır . [8]
Üçüncü zaman
Saffet Hanım’ın tamamen yalnızlığa teslim olup ölümü beklediği süreci ifade eder. ‘‘herkes ne zaman ölür elbet gülünün solduğu akşam/ aldım anlayamadım öldüm anlayamadım almadığım akşam’’ [7]
Bu dizelerde Turgut Uyar, ölümden bahsederken aslında Saffet Hanım’ın fizikî olarak ölmesinden bahsetmez. Ruhsal çöküntüsüyle beraber bir ölüm gerçekleşir. Saffet Hanım’ın hayatı üzerinden Turgut Uyar bize Osmanlı’nın o gösterişli döneminden sonuna yaklaştığını hissettirir.
“Turgut Uyar, diğer Ikinci Yeni şairleri ve hatta dönemin çoğu insanına benzer şekilde, insan eli ile işlenen kitlesel ölümlerin, soykırımların, insan neslinin hiçe sayılmasının meyvesi olan bir çağın eseri olarak, hayata karşı kötümser bir bakış açısına sahip olmuş, kendini bunaltı içinde bularak ölüm izleğini şiirlerinde çok fazla işlemiştir;
Ölüm ve yok oluş, Turgut Uyar için, sadece fiziksel bir yok oluş değil aynı zamanda bireyin çağın değer(sizlik)leri karşısında anlam yitimidir.” [9]
Sonuç: Turgut Uyar’ın Hafıza Aynası
Modern insanın kalıplara sığmaması arzusu, bir kafese kapatılmış hissinden kaçışı ve bireysel huzursuzluğu, Turgut Uyar’ın şiirlerinde açık biçimde görülür. Divan ise, gelenekten izler taşısa da, bu izleri modern şiire dönüştürerek özgün bir biçim yaratır.
Şiirde Saffet Hanım’ın ilk zamanlarda gösterişi sevmesi, Osmanlı’nın ihtişamlı dönemine bir gönderme niteliği taşımaktadır. Ancak zaman ilerledikçe kendi varoluşunu ve yalnızlığının farkına varması, onu bir iç sorgulama yolculuğuna çıkarır. Türk toplumunun modernleşme sürecindeki dönüşümünü simgeler gibidir. Toplumdan uzak gibi görünen Turgut Uyar, aslında bireyin içindeki topluma seslenir; Saffet Hanım bu toplumun şiirsel bir varoluşun temsilcisidir.
Böylece Turgut Uyar, geçmiş ile şimdiyi, bireysel olanla toplumsal olanı şiir içerisinde birleştirerek İkinci Yeni’nin sınırlarını hem genişletir hem de sorgulatır.
Kaynakça
1 – Geçgel, Hulusi (2004) İkinci Yeni Şiirinde Uluslararası IV. Dil, Yazın ve Deyişbilim Sempozyumu.
2 – Duruel, (2020) Güvercin Curnatası İstanbul: Yapı Kredi Yayınları(s.190)
3 – Cansever, (2018). Sonrası Kalır I İstanbul: Yapı Kredi Yayınları(s.98-99-100)
4 – Süreya, C(2018). Sevda Sözleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (s.84)
5 – Karaca, A (2023) Korkulu Ustalık: Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (s.439)
6 – Karaca, A (2023) Korkulu Ustalık: Şiir Üzerine Yazılar, Söyleşiler, Soruşturmalar İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (s.560)
7 – Uyar, T (2016). Büyük Saat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları (s.387-388)
8 – Şahin, V. (2019) Turgut Uyar’ın Şiirlerinde ‘‘Ben’’ ve ‘‘Öteki’’nin Yalnızlık İtkisi. Journal of Turkish Language and Literature (s. 508)
9 – Aşkaroğlu, V. (2016) İkinci Yeni: Aykırı Sözşörler. Ankara. Kültür Ajans Yayınları.