Yontu, Yara, Yalınlık: Arife Kalender’in Tenden Gömlek’i

İnceleyen: Handan Deniz Tinik

Uzayan yalnızlıkları tıkırdayarak gölgeleyen adımlarım nerede? “yoldan korkar mı yolcu?” Bilmiyorum. Hissimin ayazı kayalıklarıma vuruyor, “özde çekirdek, tözde sevda”, başım bulutlu, göğsümde şanlı bir nar, yosun tutan neyim var? Şiirleşiyor yontum, yosunlanıyor dünya, elini ardına koymadan savaş, kıyamet, kan gölü Ortadoğu’da, her şey ama her şey sabrımın sınırında.

“Bir yanım ipek sağıyor

… Bir yanım boran boran

Küfür-kavga içinde”

 

Yıl 1992, yayınladığı ilk kitabın ilk şiirinde böyle sesleniyor okura Arife Kalender. Belki onun şiirini güçlü kılan şeylerden biri de sabrın taştığı damlayı saklaması, onu okura ayırmasındadır. Doğruldum, şiirlerini okumaya devam ediyorum, o soyunuyor, ben soyunuyorum. Çırçıplağız ikimiz de açık bir çağrı, bir meydan okumayla dizeler giyiniyoruz yeni kitabı “Tenden Gömlek” ile…

 

Toplu şiirleri için, ‘’…kitaplarımı yeni giysi içinde görme isteği heyecanlandırmaya başladı,’’ diyordu. Yeni kitabında ise şiirleri değil, kendini giyiniyor şair, suyu bulandırana bakıyor, odadaki file… Onu alıp masanın ortasına koyuyor. Neredeyse sesini duyar gibiyim, “gövdemizin kırışığında nice gömlekler eskittik”, olsun o kadar!

 

Dünyam onun sesinde yankıyor sanki. Dönüp kendine çarpan, yaslanan, yaralanan, açan, yarayan bir oyuğu dön başa tekrar etmenin verdiği yetkiye dayanarak bir sözcük, bir sözcük, bir sözcük daha eklediğim şeyler altında eziliyorum ve Kalender, ellerini uzatarak ellerime değiyor, gerçeğin astarına bir dikiş daha atıyor:

”Sözdür manayı biçimleyen, cümleyi diken.

 

Şahlanın atlarım eyerinizi, semerinizi neyiniz varsa sıyırın sırtınızdan dörtnala ama nasıl avaz avaz koşacağız sınır boylarına. Yeniden dikeceğiz ülkelerin sınırlarını, denizleri yamalayacağız gökyüzüne.

 

Derin bir kazıyı hararetle eşeliyorum dizelerde, göç yollarından şaşmayan turna sürüleri gibi geçiyorum yanımda yükselen, göğü delen gürültünün, dehşetin, kanın ve yalanın içinden “ne çok Allah, ne çok Allah, göklerde yer yok”.

 

Gök kararlı ve gri bulutları göğsünde taşımaktan yorgun, içlenip içlenip ağlıyor geceleri. Ve ben öyle mağrur, başım dik çırpıyorum ki kanatlarımı, görenler savaşlar bitti, açlar tok, kuşlar özgürce uçuyor sanıyor. “göklere kanat vuran turna dağıtır fırtınayı” İnanıyorum, tutunuyorum ona ve inanmaktan başka bir ihtimal de kalmamışken yeniden yola koyuluyorum.

 

Şiir, bazen yumuşak bir ferahlık, bazen keskin bir hançerdir. Kalender’in şiiri ise bu ikircikli oyuna bir davet mektubu gibidir. Okura, suskunluğun duvarlarını yıkmayı; adaleti, hakikati, insan olmayı yeniden düşünmeyi önerir.

Erkin uyluk kemiğine doğru yontulan yolların tamamından memelerimi sallayarak geçiyorum. Henüz memelerimin sallanma hürriyeti sağken, tutuklanamazken – en azından öyle sanarak- koca bir nah işareti tutuyorum aklımda. Ne de olsa “adımız anılmaz tarihlerin içinde / iki bacak arası görünürüz her yerde” ve çoğalmaz insan, ancak azalır ötekileştirince. Kalender’in şiirinde kadın bedeni ne saklanır ne de sansürlenir; kendi nabzıyla, kendi kararlarıyla var olur. Kadın cinselliğini ayıplı bir karanlıktan çekip çıkarır; ona özgürlüğün, arzunun ve kırılganlığın gerçek adını verir. Onun dizelerinde aşk, edilgen bir bekleyiş değil; “kendi gövdesine yeni gövdeler bulmanın”, kendi sesini bedeninin içinden çekip çıkarabilmenin cesaretidir. Sevda, kadının elinden alınmış bir sır değil, tam tersine kadının kendi bedenini, kendi arzusunu sahiplenme hakkının dizelere tercümesidir. Aşkı da böyle yazar şair, bir sızlanma değil, içten içe kaynayan o ham ateşi avucuna alıp dünyaya savurma hali… Kadının bedeni onda bir yasaklar haritası değil, özgürlüğün bizzat kendisi, sesini yükseltmekten çekinmeyen, kendi kaderini kendi arzusunca cesurca kuran bir bedendir. Feyzle ve şevkle durmayacağım diyorum, “bendeki fırtına sende yok nasılsa”, eseceğim, gürleyeceğim, sesimi kısmak isteyecekler, içimden iri harflerle yallah diyeceğim, çünkü “canımızı kim savunacak canımızdan başka?”

Kalender’in şiiri nasıl oluyorsa bir haykırışı tetikliyor içimde.  Göçebe Sevinçler (1994), Gül Küstü (1997), Deli Bal (2004)… Bu kitaplarda kurduğu yolculuk okuru alıp sınırların ötesine taşıyor, daha önce hissetmediğiniz yerleriniz kaşınıyor, parmak uçlarınıza kan yürüyor, saçlarınızın dibi çekiliyor. Şiirin ortasına bağdaş kuruyor kadın imgesi, seriliyor, buradalığın altını kalın, koyu harflerle dolduruyor. Dünyadan kopmuyor, caddelerde, köylerde, savaş ya da er meydanında hangi bilek varsa ona uzanıyor, kavrıyor, çekinmiyor, ürkmüyor. “ey benim asi ömrüm, yağmur bulutum” diye seslendiği yaşama bir başkaldırıyla, kendini arama ve yazma telaşı. Doğa unsurları her daim vokalde; ıtırlar, güller, yeşil ve deniz sanki cennetteyiz, “yaşamak önümüzden koşuyor” biz ise onu adımlıyoruz. Şiirinde bizi her daim takip eden doğa unsurları sanki tüm zorluğuna rağmen yaşamın içinde yeniden tomurcuklanmayı, dünyanın karalığından sıyrılmayı, tüm savaşlara rağmen yeni bir filize umutlanmayı öğütlüyor okura.

Yeni kitabı, Tenden Gömlek’te ise zaman biraz daha ağırlaşıyor. Sanki şiirin nabzı yavaşlıyor; dizeler eski kitaplarda olduğu kadar atak, atılgan, coşkulu değil. Şiir olgunlaşmış, incelmiş, “sormuyorum, sivriliyor durmadan / içimin yanıt bulmuş dikeni” diyor, artık duvarları yumruklamıyor da, araladığı gizle şefkatli bir yerden göz göze bırakıyor bizi. Bu kez kelimeler geniş düzlüklerden değil, daralan bir koridordan geçiyor. Gündemin, politikanın, insanın ince, kırılgan, gündelik hallerinin arasında bir insan olma hali: “kurt içimizde uluyor”.

Al yak bu korna seslerini, bu trafiği, bu genelgeyi de. Şahlan atım, öyle kişne ki gecenin içinde bir yıldız gibi parlasın sesin, elleriyle kulaklarını kapasın tahammülü olmayanlar, çığlığın öteleri aşsın. Kimi namlu ağızlarını doldursun, kimi hanımelleri ve yaban otlarını döllesin. Gökten yağsın üstümüze, saçlarımıza, kirpik diplerimize bulaşsın, değdiği yerde bir ilkbahar ürpersin, ilkbahara koşsun sebil sübyan. Çocuklar da çığlık çığlığa…

Şairin kendi zamanına kulak kesilme hâli. Genç çağın göçebe fırtınalarından sonra, şimdi daha yerleşik, daha tortulu, daha “bugün” ile yüzleşen bir şiir kuruyor Kalender.
Belki eski kitaplar kadar oyunsu değil, evet; belki o ilk çarpan kudreti daha az gösteriyor. Fakat günün yüküyle, çağın karalığıyla ve insanın o incelen halleriyle boğuşmayı göze alan bir şiirin de cesaretini ortaya koyuyor.

“lüks döşeli sarayda bölüşülür

petrol sana, maden bana

buğdayın boynu bükük, yiyecek dar

göklerden bakıyor yalvarılan tanrılar”

 

Kalender’in şiir tortusu çökerken yeryüzüne, biz okurlar da o tortunun içinden kendi gölgemizi, türkülerle seçmeye çalışıyoruz. Kitabın son bölümü Haikular ve Türküler, bir anda karşımızda yeni bir mümkünün kapılarını yokluyor. Dizeler Demosthenesin çakıl taşları gibi yer değiştiriyor dünyanın ağırlığında:

“hakka vardım kapıları kitliydi / sordum adaleti kâğıtlarda gizliydi.”

Arife Kalender hakikatin kıyısında duruyor, derinleşen bir iç çatırdamasıyla zamana çarpa çarpa büyüyen, zinciri kopsa bulutların üzerinden atlayacak kadar gözü kara bir tay olarak duruyor karşımızda:

“hayatın yularını çözseler, kopsa zincir / bir deli tay, bulutların üstünden geçer.”

 

 

 

En Yeniler

Abdullah Ezik’in Mitolojiyle Bugünü Buluşturan Yeni Şiir Kitabı: Troya Blues

Everest Yayınları’ndan yeni çıkan Troya Blues, Abdullah Ezik’in mitolojiyle...

Nur Demet Genç’in Döngüsel Şiiri: Herkesten Daha Aydınlık Üzerine Bir Söyleşi

Söyleşi: Ozan R. Kartal Nur Demet Genç, son kitabı Herkesten...

Şair Şerif Tezgörenler’i kaybettik.

Şerif Tezgörenler; Ayhan Hanım ile Ercan Tezgörenler’in oğlu olarak...

Cibali’de Bir Edebiyat Rüzgârı Daha: Şiirler ve şarkılar Atölye Kafası’nda buluştu.

Balat’ta faaliyet gösteren Atölye Kafası, 6 Aralık Cumartesi akşamı...

Sem 101 – Mustafa Aran

   “Bunları atma vakti geldi ya da aramızda bölüşelim.”...

Dijital Çağın Aynasında Bir Kısa Film: “Hayaller, Umutlar ve Dönen Yunuslar”

İnceleme: Azimet Avcu Adil Burak Aydın’ın yazıp yönettiği Hayaller,...

Benzer İçerikler

Levent Karataş’la “imdat dünya” Üzerine Söyleşi

Söyleşi:Fatoş Asya Akbay   Levent Karataş ilk şiir kitabı Düşüyorum Galileo 1992’de yayımlandı. İmdat Dünya şairin dokuzuncu şiir kitabı.  İmdat Dünya160. Kilometreden sesini duyurdu. Şair “İmdat...

Behçet Aysan Şiirinde Hikaye Ekseni: Narrative Şiir

İnceleme: Cüneyd Ensari Narrative (anlatısal) şiir, temelde "şiiri hikâyeleştirme sanatı" olarak tanımlanabilir. Lirizmin duygusuyla, epik anlatımın olay örgüsünü aynı potada eritir. Nesire kaymadan şiirin olağan...

İki Kısa: Çığlık ve Yol Bizi Nereye Götürürse

Ozan R. Kartal   “Kültür ve sanatın Cihangir’deki yeni odak noktası” gibi afilli cümlelere çok yakında ev sahipliği edecek, yeni bir mekân; G Collective. Kendilerini “A...