Gazi Giray Günaydın
Yeni Şiir, Yeni Edebiyat
Türkiye’deki güncel şiir yazını üzerine ne söylenebilir? 2000’li yılların başından itibaren yazıp çizilen şiirler bugün kült değeri kazanacak kadar cisimleşebilmiş midir? Şiirimizde, 2000’ler sonrasında Garip ya da İkinci Yeni gibi makro akımlardan söz edemeyiz. Artık büyük akımların olmadığı bir ‘parçalı gerçeklik’ çağının içerisindeyizdir.
Yeni şiirimizde decentralize yani merkezsiz bir yapı vardır artık. Daha çoğulcuyuzdur. Bu merkezsizlik yeni şiirleri ve şairleri takip etmek açısından işleri zorlaştırmakta. Çok sayıda şiir kitabı basılıyor, kitap olarak basılmayıp da dosya hâlinde kalmış işleri de dâhil edersek hem okuyucu hem de şair açısından bolluk söz konusu. Bu bolluk Karadeniz’de hamsi/palamut bolluğu cinsinden değil. Şiir okuyucusunun karşısına nitelikli/niteliksiz ciddi bir karmaşa teşkil ediyor. Dolayısıyla, bu miktarda metin içinde iyi şiiri kötülerden ayırmak müşkülleşiyor.
Bu yazının başlığını Edebiyât-ı Cedîde hareketinden ilhamla koydum. Bunun sebebi, 1850’lerden itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nda değişen siyasal ve sosyal koşulların yeni bir edebiyatı da beraberinde getirmesidir. Şiir için de bu böyledir ancak topraklarımızda şiirin varoluşsal dönüşümü biraz daha dolambaçlıdır.
Bugün de Türkiye’de tıpkı 150 sene evvelinde olduğu gibi şiirin başını çektiği yeni bir edebiyattan söz edilebilir mi? Yeni şiiri nasıl var edebiliriz? Eskiye kıyasla artık büyük şairimizin çıkmadığından şikâyet edilir. Bu görüşe katılmıyorum. Bugün yazmaya başlayan şairlerin önümüzdeki yıllarda dönüşeceği hüviyet bize yeni şiir ve edebiyata dair ipuçları verecek.
Ben, bu yazıda, yaşça benden küçük olmasına rağmen şiire benden önce başlamış ve her ikisinin de ikinci kitapları yeni basılmış olan Abdullah Ezik ve Ozan R. Kartal şiirlerinden hareketle düşünmek istiyorum. Kendi yazdığım şiirleri de böylelikle turnusol testine tabi tutuyorum.
Abdullah Ezik şiiri okuyorum. Ezik’in şiirini kendi şiirime pek benzettim. Bu benzerlik, hem üslup ve şiirdeki yapı açısından hem de şiirlerin etrafında dolaştığı kavramlar açısından ortaya çıkıyor. Fakat Abdullah Ezik şiirinde tam mânâsıyla bir kavram kargaşası var. Şiirin salt bir dil oyunu olmaması ve kavramsallaştırmalarla metinler arası bir çerçeveye oturması iyi şiir için kritik bir önemde. Ancak Abdullah Ezik’in yazdıkları tam olarak bu çerçevede anlatmak istediğim kalıba yerleşmiyor.
Ben, kendi şiirimde bütün kavramlar ve metinler arası göndermeler, olabildiğince derinlerde gizli bir mücevher olarak kalsın isterim. Yalnızca az sayıda bazı emektar okura mahsus olmalıdır anlatılmak istenen hikâye. Ezik ise şiirlerinde birçoğu gereksiz kavramlar ve yabancı dilde ekler yapıyor. Saygı duymak gerek ancak bence şiir mümkün olduğu kadar yalın olmalı. Yalnızca kelime, olması gerektiği yerde ve zamanda!
Kuş Grisi kitabında sona doğru beliren birkaç şiir hariç anlamsal boşluklar var. Kelimeler ve cümleler kâğıda basılmışlar ancak harfler mıhlanmadıkları için yerini bulamamış. Şiirlerdeki bütün harflerin sırrı dökülmüş. Tam da bu sebeple Ezik’in şiirinde ses yok. Bir şair için en kötüsü bence ‘sesi olmamak’ çünkü o ses anlatmağa çalışılan meseleyi kavramsal arka planla beraber var edebilen yegâne vasıta. Bu sebepten ötürü birçok ‘iyi şiir’ kayboluveriyor. Şiirler sanki Türkçe olarak yazılmamış da ecnebi bir şairin şiirleri Türkçe çevrilmiş intibası ve hissiyatı uyandırıyor.
Abdullah Ezik’i şiiriyle bir nebze olsun Birhan Keskin’e benzettiğimi söyleyebilirim. Ancak her ikisi arasında ‘olmuşluk’ açısından çok ciddi bir fark söz konusu. Birhan Keskin nasıl yazarsa yazsın şiirinin kurulduğu anlâm direkleri sapasağlam. Ezik’te ise benzer bir atmosfer ve hatta yapı var gibi görünse de şiirlerinin üstüne kurulu olduğu sağlam anlâm direkleri yok.
Şunu da burada belirtmem gerek: Troya Blues kitabı elime geçmedi ama Kuş Grisi’ndeki şiirlerinde müşahede ettiğim Abdullah Ezik’in kolay yazdığı yönünde. Elbette, bazan şiir gelir. Kendisini Orhan Veli’de olduğu gibi ‘birdenbire’ var ediverir. Ancak şiirin ağza geldiği gibi yazılmaması gerekir. Kelimeler ve mısralar daha meşakkatli bir şekilde doğurulduğunda daha kuvvetli ve iz bırakacak anlâmı da taşıyabiliyor. İsmet Özel’in dediği gibi, şiiri neremizle yazdıysak o şiir öyle olacaktır.
Daha vurucu, daha dobra, daha salaş bir şair Ozan R. Kartal.
Bu yazıda, takip edebildiğim şairler arasında Ezik’i ve Kartal’ı bir araya getirmemin temel amacı farklılıklarını göstermek. Ozan’ın şiirlerinde kuvvetli bir sesi var. Konuştuğu mahalleden birçok meseleye uzanabiliyor. Dolayısıyla, Ozan R. Kartal’ın şiirlerinde anlattığı bir hikâye var ve bu hikâye sizi şiirlerini okudukça kendi meselelerine dâhil ediyor.
Ozan’ın mısralarını kendi bazı şiirlerime de benzetiyorum. Ezik’in sadece bazı şiirlerine yakınken; Ozan’ın birçok şiirindeki ifadeleri ansızın kendime daha yakın buluyorum. Hercai bir yakınlık bu. Ozan R. Kartal şiirinde yapı çok daha kuvvetli ve âdeta her mısra kale surları gibi örülmüş. Ekseriyetle yeni şairlerin ilk kitaplarında karşılaşabileceğiniz sığlık, gevezelik, gereksiz betimlemelere Ozan R. Kartal’ın her iki kitabı Haydi Etek Giyelim ve Kışkır’da karşılaşmadım. Elbette, bazı şiirler noksan ya da ham. Hangimizin öyle şiiri yok ki? Ama Ozan R. Kartal’ın ustaca bir dimağı ve kaliteli bir kumaşı olduğunu belirtmek elzem.
İlk şiir kitabım uzunca yıllar içerisinde birikmiş şiirlerden bir terkip olan Harflen Kanatlarımla’daki şiirlerin akıbetini de göreceğiz. En iyi şiirlerim henüz yazılmamış olanlar. Entelektüel bir çaba içerisinde olan kimseler okuduklarıyla ve yazdıklarıyla mütemadiyen kendini aşmanın yollarını aramalı. Böylelikle istikrarlı bir kendini gerçekleştirme imkânı doğacaktır.