Tanıdık Bir Hikâye: Önce Herkes Derin Bir Nefes Alıp Versin

Mihriban Kurt

 

Söze Tolstoy’un ‘‘Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’’ cümlesiyle giriş yapmayı uygun buldum. Her ailenin trajedisi biriciktir, başka bir aile ile benzeşmez. Ancak oyuna konu olan hikâyeye toplum belleğinden baktığımız zaman benzer hikâyeye sahip aileler görebiliriz.

Oyunun ilk sahnesinde kendi halinde evinde vakit geçiren bir aile sunulur. Ayşe –anne- televizyonun karşısındadır, Murat –baba- evin faturaları ile ilgili hesap yapar, Cenk – çocuk- bilgisayar başında oyun oynar. Kapı çalar, Ayşe’nin kapıya bakması yasaktır. Murat yasaklamıştır, kapıya Cenk bakmalıdır. Ancak Cenk kapıya bakmaz, Murat faturaların başından ayrılamaz, kapıya Ayşe bakar. Kapıdakinin kim olduğu söylenmez. Esas konuya bu sahnenin yarıda bırakılıp flashbacklerle Mert’i anlatmaya başlamalarıyla geçilir. Oyun sonunda bu sahnenin devamı verilir, kapıdakinin kim olduğunu öğreniriz.

Oyuna konu olan aile, kayıp çocukları Mert’in doğumundan kaybolma sürecine kadar yaşanan olayları anlatır. Odak karakter Mert’tir ancak izleyici Mert’i hiç görmez yalnızca anlatılarda dinler. Mert, 4 kişilik bir ailenin ilk çocuğudur. Lise zamanlarından başlayan bir aykırılığın üniversite zamanına uzanmasını ve bu aykırılıktan ötürü Mert’in başına gelenler hikâye edilir. Söylem olarak açıkça verilmese bile sembol haline gelen ‘‘parka’’dan oyunun alt metnini okuruz.

Anlatıcı yönü kuvvetli olan oyuncular, Mert’in lise zamanına gelene kadar ona ne olduğuna dair herhangi bir şey söylemez; izleyicinin merak duygusunu diri tutar. Fakat oyunun bütününde izleyici şok edecek bir şeyle karşılaşmayız. Oyunun eksik parçası, izleyiciyi şok edecek bir söylemin bulunmamasıdır; ancak oyun boyunca merak duygusunun diri tutulması, oyunu izlerken bana bunun eksikliğini hissettirmedi.

Tüm karakterleri, aynı anda hem Mert’in hikâyesini anlatan birer anlatıcı olarak hem de Mert’in hikâyesinin öteki kahramanları olarak görürüz. Walter Benjamin, ‘‘Bir şeyi layıkıyla hikâye edebilen insanlara gittikçe daha az rastlıyoruz artık.’’ der, bu söyleminde haklıdır; artık içinde bulunduğumuz çağda vizyon daha ön plandadır, söz artık düşmüştür. Toplumun bir şeye inanması için görsel ikna önemlidir. Bundan dolayı anlatıcılık ölmeye yakındır; tabii bu doğrultuda dinleyici de rolünü izleyici olarak değiştirmiştir.

Oyunda ise hem izleyici hem de dinleyici rolünü bir arada deneyimliyoruz. Yine Walter Benjamin’in dinleyiciye dair ‘‘Dinleyici hikâyeyi dinlerken kendini ne kadar unutursa, dinledikleri hafızasında o kadar yer eder. Kendini anlatının ritmine kaptırdığında hikâyeleri öyle can kulağıyla dinler ki, kendini hiç zorlamadan onları yeniden anlatırken buluverir.’’ söylemini oyunu izlerken yaşarız; kendimizi unuturuz, biz de artık anlatının bir parçası haline geliriz, hikâye artık bizim de hikâyemizdir, Mert bizim de kayıp çocuğumuzdur.

Oyunun da adı olan ‘‘Önce herkes bir derin nefes alıp versin.’’ söylemi, oyunun akışı içerisinde tekrar edilir. İlk söylemi Mert’in doğduğu gün duyarız. Mert’in doğumu zor geçmiştir, hemşirenin derin nefes alıp vermek ile ilgili söylemi Murat’ın bilinçaltına işlemiştir. Mert ile ilgili bir durum olduğunda Murat’ın bilinçsiz bir şekilde ilk söylemi her zaman ‘‘Önce herkes derin bir nefes alıp versin.’’ olmuştur.

Murat karakterini, çaresiz fakat ailenin diğer üyelerine karşı dik duran, onları bir arada tutmaya çalışan birleştirici bir güç olarak görürüz. Toplumda babaya biçilen evin reisi rolü, onun duygularının dışavurumunu kısıtlar. Öte yandan anne karakterinden duyduğumuz ‘‘Ben kendimi bırakırsam Murat da yıkılır.’’ sözünden ve Murat’ın bazı söylemlerinden onun duygusal yükünü anlarız. Kayıp çocuğuna içten içe ne olduğunu bilse de onu aramaktan vazgeçmez. Bilinçli bir bilmezden gelmeyle oğlunu arama umudunu sürdürür. Baba karakterini canlandıran Doğan Erdem, çaresiz bir babanın direnç duygusunu izleyicisine dolaylı şekilde aktarır; karakterin duygu yoğunluğunun altında ezilişini izleyicisine hissettirir.

Murat’ın tutumu, Ayşe’nin oğlunu bulma inancını da diri tutar. Ancak gün geçtikçe bu inanç Ayşe’nin ruh sağlığını etkiler. Zaman geçtikçe bir artan bir azalan inancın dengesizliği, Ayşe’nin de dengesini bozar. Önce saçları beyazlamaya başlar. Ayşe de diğer herkes gibi bunu gizlemeye çalışır ve örtünür. Sonrasında sanrılar görmeye başlar, sanrılar arasında o da Murat gibi kaybolur.  Kayıp oğlunun üzüntüsüne dayanamayan anneyi birden daha inançlı ve heyecanlı görürüz. Kendi kendine şu sözleri söyler: ‘‘Kalk kız Ayşe, bulursan oğlunu sen bulursun. Ararsan en güzel sen ararsın.’’ Bir hevesle aile fotoğrafından Mert’i koparır ve sokaklarda onu aramaya koyulur. Hevesle kalkıştığı bu davranış, kendi sanrılarıyla ve hayal kırıklığıyla son bulur. Mert kaybolduğu andan itibaren sahnede gözyaşlarını akıtan oyuncu Sevcan Aldatmaz, çocuğu kaybolmuş bir annenin yaşadığı çaresizliği ve sürdürdüğü umudu izleyiciye gerçeklik içinde sunar.

Cenk karakteri olaydan kopuk görünür. Bir ergenin sergileyebileceği davranışla kendine sanal âlemde bir dünya kurup ailenin trajedisinden kaçmayı seçmiştir. Ancak bu kaçış sonsuz değildir. Duygusal yükün ağırlaştığı sahnelerde Cenk’in duygusal tutumunu görürüz. Babası ona annesinin sorumluluğunu vermiştir. Bu sorumluluğun altında ezilir, ezildikçe onun abisine olan sevgisini ve ailesinin içinde bulunduğu duruma karşı kendi için nasıl bir duvar ördüğünü ve o duvarı nasıl yıktığını oyunun akışı içinde izleriz. Genç oyuncu Uğur Yıldız, canlandırdığı ergen tiplemesini ve onun bilinç düzeyine gelen duyguları, ergen taşkınlığını başarılı bir şekilde işlemiştir. Cenk’i büyütürken ona hiç vurmamaları, onun her şeyi düşünmeden rahatlıkla söylemesine sebep olmuştur. Ancak oyunun sonlarında kendisini kontrol edemediği bir anda babasından yediği bir tokat onu olay bağlamında bilinç düzeyine getirir.

Tiyatro sahnesinde gösterilmesi zor olan bazı anlatıları dış çekimlerle gerçekleştiren ekip, bu görüntüleri akış içerisinde izleyicisine sunmuştur, bu anlatının akışını kuvvetlendirmiştir. Anlatılan hikâyedeki bazı eksik parçaları bu izlencelerle sunup, hikâyenin izleyicinin zihninde tamamlamasını sağlamıştır.

Toplum tarafından bilinse de, pek farkında olmadığı bir konuyu, özellikle ailenin yaşadığı duygu durumunu anlatması açısından oyunun işlediği konu çok önemlidir. Oyunu izledikten sonra çocuğu kaybolan ve çocuğuna ne olduğu bilinmeyen ailelerin sürdürdüğü mücadelenin, yaşadıkları çaresizliğin anlaşılması için önemli bir eserdir.

KAYNAKÇA

TOLSTOY, Lev, (2023). Anna Karenina, ss. 43, İstanbul: İletişim Yayınları.

BENJAMİN, Walter (2012). Son Bakışta Aşk, ss. 77, 84, İstanbul: Metis Yayınları.

 

En Yeniler

Cinler, Cüceler ve Periler; Bilgehan Tuğrul’un Masalsı Evreni

    Bilgehan Tuğrul kimdir ve okuyucuya bu kitabında ne...

Tanrı Kırıntısı

Barış Yıldırım Islık çala çala yürüyorum sırdaşım barakalar yeni düşmüşüm boyumu...

Incendies: Belleğin Kırılganlığı Üzerine

Leyla Bayrı   Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nin 2010 yılında sinemaya uyarladığı...

Serdar Süalp ile Söyleşi; “QWERTY” Üzerine

“Görsel şiirin yadırganmasının sebebi belki de görsel ile şiiri...

Şüp’eli

      Reşit İmrahor     Binbir dereden dümterelleli. Oğlanın aptal hareketlerine müşahade ediyorum şehre döndüğümden...

Ezra Pound – Kanto 1

Çeviren: Tugay Kaban Ve sonra gemiye indik, Omurgayı dalgalara çevirdik, kutsal...

Benzer İçerikler

Incendies: Belleğin Kırılganlığı Üzerine

Leyla Bayrı   Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nin 2010 yılında sinemaya uyarladığı Incendies (Türkçeye “İçimdeki Yangın” olarak çevrilmiştir), çağdaş sinemanın en çarpıcı savaş sonrası dramlarından biri olarak...

Kısa Film Festivali: “Gelecek Kısa” İzleyiciyle Buluşuyor

İstanbul Modern Sinema, nisan ayında Türkiye’den kısalara yer veriyor. Kısa film, sinema dünyasında keşfe daha açık, piyasa koşullarından bağımsız ve bir araştırma alanı olarak...

Çağdaş Bir Uyarlama: Titus Kompleks ve Ersan Mondtag’ın Yönettiği Zihinsel Yolculuk

İstanbul Das Das sahnesinde seyirciyle buluşan Titus Kompleks tiyatro oyunu, hem sahne tasarımı hem de oyunculuk performanslarıyla dikkat çekiyor. Başrollerini Mert Fırat, Didem Balçın,...