Firuze Tekbülé
Arap edebiyatının modernist yanını temsil eden Adonis, yalnızca bir şair değil, aynı zamanda düşünce sınırları sürekli zorlayan bir fikir adamıdır. Onun şiiriyle kurduğu ilişki, gelenekle bağ kurarken onu kırma cesaretini de içinde taşır. Adonis’e göre şair, devrimle aynı safta olabilir; ancak asla devrimcilerin diliyle konuşmamalıdır. Sanatçı, mevcut düzeni sorgularken onun jargonuna teslim olmaz. Şiddeti her koşulda reddeder; ideolojiyi şiirin önüne koyan yaklaşımları ise sanat için ölümcül bulur. “Ben Gandhi’nin yanındayım, Guevara’nın değil” derken bu yaklaşımın altını çizer.
“خلقت كلمة / من نهر النار، / من أيدي اللهيب / ومن القلب الصامت الأبدي”
“Bir söz yarattım / ateşin ırmağından, / alevlerin ellerinden / ve sustuğum o sonsuz yürekten.”
(Alıntı: Concerto for Jerusalem)
Arap Baharı’nın ilk günlerinde duyduğu sevinç, çok geçmeden yerini kuşkuya bırakmıştır. Ona göre bu uyanışın öznesi gençliktir; ilk kez Arap halkları Batı’yı taklit etmeksizin harekete geçmiş, kendi iradeleriyle tarih sahnesine çıkmıştır. Ancak bu umut, yerini çok hızlı biçimde İslamcı ideolojilere, piyasa çıkarlarına ve dış müdahalelere bırakmıştır. Adonis’in bu eleştirileri bazı çevrelerce hoş karşılanmasa da o, ne otoriter rejimlerin ne de onları yıkmaya çalışan radikal unsurların diline teslim olmayı kabul eder. Onun için baskı her yerde baskıdır ve bir tür despotizmin yerine bir başka türü konulamaz.
Ona göre bir toplumun demokratikleşmesi, yalnızca siyasal yapılarla değil, zihniyetle ilgilidir. Arap düşüncesinin “birlik” saplantısını, yani Tanrı’nın birliği, halkın birliği, siyasetin birliği gibi mutlak yapıları sorgular. Demokrasi ise farkı kabullenmeyi gerektirir. “Başkası farklıdır” fikrini içselleştiremeyen bir dünyada çoğulculuk yalnızca bir yanılsamadır.
“حتى عندما نموت / يبقى اسمنا، / لأنه لا يوجد اسم آخر / في ذاكرة التراب”
“Ve biz öldüğümüzde bile / adımız kalır, / çünkü başka bir ad / yoktur toprağın hafızasında.”
(Alıntı: This Is My Name)
Adonis’in yaratım anlayışı sabit kimlikleri yadsır. Ona göre kimlik doğuştan gelen bir aidiyet değil, sanatsal üretimle biçimlenen bir süreçtir. Mistisizme, özellikle de tasavvufa duyduğu ilgi, bu dönüşüm fikrini daha da derinleştirir. Ona göre Sufilik, insanı hem kendi içine hem ötekine açan bir yolculuktur. Bu yüzden “öteki benim” diyebilmek, şiirin ulaştığı en yüksek noktadır. Surrealizmle Sufizmi aynı şiirsel düzlemde buluşturması da bundandır: Her ikisi de görünenin ardındakine dokunmayı amaçlar.
Geçmişe duyulan hastalıklı bağlılık, Adonis’in en çok karşı çıktığı düşünsel kapanlardan biridir. Arap dünyasının “geçmişçilik” (pastism) tuzağına düştüğünü söyler. Bu, akan bir ırmak gibi ilerleyen zamana rağmen sürekli geriye dönme eğilimidir. Ona göre devrimler, geçmişi yeniden kurmak için değil, zamanı yararak geleceğe ulaşmak içindir. Bu yüzden yalnızca hafızaya değil, hayale de ihtiyaç vardır.
Şiirin dünyayı doğrudan değiştireceğine inanmaz. Ona göre bunu yapacak olan, aileden eğitime, devletten dile kadar yapısal dönüşümlerdir. Ancak şiir, kelimeler ile dünya arasındaki ilişkiyi dönüştürerek yeni bir anlam evreni kurabilir. Bu da başlı başına bir devrimdir. “Dünya, anlaşılmak için değil, hayran kalınmak ve sorgulanmak için yaratılmıştır” diyerek şiirin asıl işlevini tanımlar.
“وجدت أبجدية كتبت بالدموع / وحفظت كل حرف من جديد”
“Gözyaşıyla yazılmış bir alfabe buldum / ve her harfi yeniden ezberledim.”
(Alıntı: Mihyar of Damascus)
Adonis’in şiirine damgasını vuran şey, klasikle modern arasında kurduğu çatışmadır. Ezra Pound’dan Ovid’e, Herakleitos’tan Mevlânâ’ya kadar uzanan etkiler, onun şiirinde yankı bulur. Onun için büyük sanat, her çağda çağdaş kalabilendir. Taklit ise sanatın düşmanıdır. Arap şiir geleneğinde de ustalarla onları kopyalayanlar arasında net bir ayrım yapmak gerektiğini belirtir.
Sanatçı, kendi toplumunu içeriden eleştirirken, dış müdahalelere karşı da keskin bir mesafe koyar. Ona göre Batı’nın insan hakları söylemi, çoğu zaman bir sömürge aracına dönüşmüştür. Irak’tan Libya’ya uzanan müdahaleler, Arap halklarını özgürleştirmemiş, daha büyük yıkımlara sürüklemiştir. Gerçek özgürlük, ancak kendi iç dinamikleriyle mümkündür. Ne dıştan gelen silahlar, ne de içte büyüyen dogmalar bu özgürlüğü kurabilir.
“المدن تنهار، والأرض / تصبح عربة محملة بالغبار. / ولا يعرف أن يتزاوج مع هذا الفراغ / إلا الشعر”
“Şehir çözüldü, toprak / tozla yüklü bir arabaya dönüştü. / Ve yalnızca şiir / kendini bu boşluğa bağlamayı bilir.”
(Alıntı: The Book of Siege)
Şiiri bir eylem biçimi olarak gören Adonis, kelimenin yalnızca yazılı değil, aynı zamanda yaşanabilir bir hakikat olduğunu hatırlatır. Bugün dünyada yeniden yükselişe geçen tek tipleştirici ideolojiler, hakikat sonrası politikalar ve kültürel içe kapanmalar karşısında onun sesi her zamankinden daha kıymetlidir. Çünkü Adonis’in şiiri, hayranlıkla sorgulamak isteyenlere, geçmişle hesaplaşma cesareti gösterenlere ve en önemlisi, kendi sesini kurmaya çalışanlara gerçek bir imkân sunar.
Bu noktada Adonis’i yalnızca Arap coğrafyasının değil, bugünün Türkiye’sinin de dikkatle ve yeniden okuması gerekir. İktidarın ve medyanın giderek daralan bir düşünce alanı inşa ettiği, toplumu ideolojik kalıplarla yönlendirmeye çalıştığı bir dönemde, bu yönlendirmeye teslim olmadan kendi iç hesaplaşmamızı kurmak, Adonis’in çağrısıyla buluşabileceğimiz en anlamlı yoldur.