Emir ve Nazlı’ya
I-Savaş İsimleri
Yarım kalmış bir mektuptan:
“Savaş isimlerini unutturma,
Sakın beni de… [adı silinmişti]… gibi unutma
— beni kayaların altına yaz
— beni heykeltraşların gözünden sil
— beni isimsiz bırak“
Benim adım bin yıllıktı, küçüktüm
Gözlerin yüzyıldı, ben de büyüdüm
Şimdi dize dizeyim bucak bucak
II-İlk Gençliğim – Eski bir yaz
Geceleri yukardan mavi kumaşlar düşerdi
Ve sonra içindeki boğuk maviden ağır maviye doğru düğümler atardı bir gemici
Kimi gözyaşı denizi aşar
kimi yalnızca toprağa düşer
ve biliyorum
dalga dalga dökülecek bir gün
senin göğünden
Kendini yoklayan imbat rüzgârlarının oralarda,
İkona kadar kırık dualar kadar eski güneşler,
Bir adımlık mesafede Hesperidler,
İki adım ötede Zephyrus,
narteks bitkileri taşıyor bu doğrultuda birer birer
Son gidişim — Eski bir yaz, bir sefer
III-Çalgıcının Parmakları Arasındaki Duraklamalar
Silahlanınca Moiralar, O haritaları turuncunun tersine yırttı
Gözümü kırpmadan oyduğum karyatidleri ikonoklastlar çaldı
Şimdi avcumda dalları bi zeytinin
ağzımda çekirdekleri kurşun gibi
İlk malum günahı kim işlediyse onu affeden bendim halbuki
sonra Rhapsodos aldı bu şiiri benden ve
”Tanrı yok ama,”,
“Tanrılardan kalanlar içindeyim.”
Ben sadece gölgesiyle müsennâ bi duvara yaslanmak isterdim
ama
artık tek görebildiğim tanrısız harabeye karşı akantus motifleri
ve tüm bu sözler çalgıcının parmakları arasındaki duraklamalarda sonlanmalıydı belki.
— sic transit gloria mundi –
(“İşte dünyanın ihtişamı böyle geçiyor.”)