Söyleşi:Fatoş Asya Akbay
Levent Karataş ilk şiir kitabı Düşüyorum Galileo 1992’de yayımlandı. İmdat Dünya şairin dokuzuncu şiir kitabı. İmdat Dünya160. Kilometreden sesini duyurdu. Şair “İmdat Dünya” kitabında hayatın kendisinin zaten bir sanat olduğu varsayımıyla kendine özgü edebiyat zevkini okuyucusuna derin bir iç görümle sunmuştur. Kendini boşluğa salan sakinliği dürtmüş, ağrıların titreşimini duymuş, çıkmaz bir sokağa girmiş, zor ve karışık meseleleri dert edinmiş ve bunları dile getirerek sorumluluk üstlenmiştir.
“imdat dünya” kitabın ilk şiiri sonrasında bize dünyayı unutturan “aşk tarifi” şiirinin son dizeleri ile söyleşiye başlamak istiyorum. Bu genizden çıkan çocuksu sesi hissedilir yapan bir tını var dize de. Sizce aşkın tarifi bu tını da mı gizli?
tezgâhtaki bütün bıçaklar kalbime battı.
sen adımı çağırırken genizden:
Levent Levent.
Genizden çıkan sesin çocuksu olmadığını söyleyebilirim. Bu tını beni hayatın içine çağıran bir tondaydı. Çünkü hayatın dışına çıkma ihtimalim vardı. Tezgâhtaki bütün bıçakların kalbime batma hikâyesi şu. Aşkın sevginin o anki gerekçesi beni hayatla tutuklamaktı. Aşkın tarifinin iki kişilik bir sabıka fotoğrafında olduğunu düşünüyorum.
“imdat Dünya” hem bir başkaldırı hem de bir yakarış. Sistemi acımasızca eleştirirken, ani müdahale ivmeleriyle geçişler yaparak, güncel ve yaratıcı bir üslupla okuru da hırpalıyor, kendine gel der gibi.
sevgilim İstanbul’u terk ediyorum
çiçek dürbünlü bilgeler, çocuklarına plastik-krater bir mirası dünya bırakmak istemiyorimdat dünya! dünya imdat!
İkinci dünya varmış sanısı yaratan bu yakarış, Levent Karataş’ın dünyasına mı yoksa dünyadakilere mi?
İkinci bir dünya var bundan eminiz. Zannediyorum zamanın fizikçilerinin çözdüğü bir sır bu. İkinci bir dünya sadece dünyadaki paralellikler değil.
Sadece tanrının gökteki imparatorluğu değil. İkinci bir dünyanın olmaması fikri yani başka bir gezegenin olmaması fikri şimdiki zalim dünyadaki insanları öldürebilir de. Daha adaletli daha doğacı bir dünya inşa etmek isteyenler, işe şiirle başlıyorlar bana kalırsa. Şiir direnmeli. Aksi durumda krater bir çöle dönüşür dünya. Ben bu gerekçelerle şiir yazıyorum. Şiir çalışıyorum şiirimizde diğer dönem akımların şairlerini yeniden okuyorum. Çizgi film izliyorum, interneti iyi kullanıyorum. Yesari Asım Arsoy dinliyorum. Yeni dünya dâhilerinin şiirlerini okuyorum, annemi dinliyorum, mülkiyetçi kedimi seviyorum ve bahçe katında oturuyorum. Evet! Benim dünyalıklarım bunlar.
Levent Karataş’ın imgeleri değişebilir dönüşebilir. İki imge dışında anne ve ev. Şairin kalemindeki aile, dünya bu belki de. “imdat dünya” kitabınızda da bunu yineliyorsunuz. “yeni ev” şiirinden cımbızladığım dizelerde;
yeni ev daha güzel anne,
musluktan akan suya arzulu rüyamızı anlatırız,
hürriyet yokken ölmeyi yakıştıramam anne,
soğuk menziller çiçeklendi çürük kalbime,
rüyalarından utandın sen anne;
Şairin hitap ettiği “Anne” sadece bir anne mi, sevgili mi, arkadaş mı, yoksa onunla bir bütün haline gelen bir eşya mı? Daha da ileri gidersek sınırlarımızın içinde yaşatılan iyi tanıdığımız o kadın özne mi? bu anlamlar arasında gidip geldim ve şunu da duyumsadım şiirde; Boşluklar arasında konuşmalar?
Sevgilim değil, fakat pek sevgili bir varlık. Yeryüzünde bembeyaz misafir terliklerini bana armağan eden imgem annem. Aynı zamanda güncel hayatımın tanığı. O kadar verici ki bana bastonlarımla yürüdüğümü unutturuyor. O kadar arkadaş ki kusurlarımı unutturuyor. Bir o kadar da eşya değil. Evet bir özne. Bu hayatı beraber tüketip üretiyoruz.
Boşlukların arasında konuşmalar diye kastettiğiniz güncel hayatım. Benim için o da sıkıntı verici. Ağır hastane süreçlerinden geçtim ve annem şefkatiyle ağır yükü hafifleten bir başrol oyuncusu oldu hayatımda ona buradan teşekkür etmek istiyorum. Bahriyelilerin terimiyle bir kuram olarak bana ters köşe sorma cesaretinden dolayı sana da teşekkür ediyorum. Mucizeler yarattığına şahit oluyorum.
Bazı şanssız ve başarırız hissedilen anlardan bahsetmek istiyorum. Deneyimlenen şeylerin okuduklarımızdan daha çok yer kapladığını düşündüğüm ancak yine de esere ne ölçüde dokunduğunu bilemeyeceğimiz o zihin karmaşıklığından. Keşkelerini, iyi ki diye noktalayan Levent Karataş;
doğunun başıbozuk İstanbul’u sevgilim
yoksuldum işsizdim aylaklığımı bilirsin
cumhuriyetten öte ütopyalar kurar
doğanın özgürlüğünü anlatırdım sana
Bu dizelerde ve “imdat Dünya”da yer alan bazı şiirlerinde; heyecanını, şanssızlığını ya da şansını
gül cami’den Roma’ya esrarengiz kapılar açıldığını
aşkına yaslanıp sevgiyi reddettiğini,
belli bir yolu kat ettikten sonra mı anlamak olanaklı hale geldi ve şiire düştü bazı şeyler?
Güzel soru. Beni kışkırtmak istemişsin söyleşi verirken değil şiir de kışkırtılmayı yeğlerim doğrusu. Şansımı ve şanssızlığımı yaşıyorum. Her şeyin beyhude olduğunu öğrendim, evet. Çok üst perdeden seslenmenin şiirin doruklarından seslenişin züppelik olduğunu da. Bu züppeliği şiire taşımanın ayrı bir hüner olduğunu düşünüyorum.
Şiirlerinizde belirli bir ritimle ilerliyoruz fakat metronomun tiktaklarının birbirini izlemesi gibi değil. Seslerin oluşturduğu bu organizasyon bu ritim zaman zaman bir titreşime dönüşüyor. Ritmin sadece retorik, ölçü, şairin sesi, enstrümanı belki kalp atışı gibi ahenkli bir etkileşim gibi düşünmenin dışına taşarsak, “imdat dünya”da hissettiğimiz bu titreşimi nasıl yorumlarsınız.
Müzik kültürüm idare eder durumda. Gizli gizli müzik çalışması yapıyorum. Yakında kokusu çıkar. Belki ölünce. Bir ardışık cümlenin düzenini bozmak için yabancılaşmış bir imgeye bağlıyorum şiiri. Ritmi öldürdüğüm de oluyor. Açıkçası şimdi Atonal müziğe inanıyorum.
“imdat dünya”da şiirleri kurarken en ufak teknik detayların atlanmadığını şiire gösterdiğiniz özeni görüyoruz. Bu teknik detaylar yokmuşçasına özüne sadık kalan gerçek, samimi şiiri duymamızı, şiire tekrar dönmemizi, şiiri sürdürmemizi sağlayan dizeler sizin dünyanızda ilk nasıl oluşur.
Değişir bu. Zaman zaman okurken aklıma gelir, zaman zaman annemin verdiği imgeden yola çıkarım. Bazen de bütünüyle kişisel bir yolculukta yazarım. Kalbi esinle olur bu. Sonra dalarım, teknik detaylara. İmla hapishanesini bilen arkadaşlarımdan yardım alırım. Ama artık virgülü isteyen istediği yere koysun şiirleri yazmak istiyorum. Ustalığın karşılığı dil bilmektir bu da gözden kaçmamalı. Yalnızla esinle yazmayız. Şairsen, metropoldeysen ve geçmişi yazıyorsan benim gibi başka sığınağın yoksa hatıraların aşk kadar güçlü durabiliyorsa yazmalısın o kadar.
Şiirlerinizin içinde politik unsurlar sıkça yer alıyor. Öne çıkan “imdat dünya! İrticalen” gibi sert şiir diyebileceğimiz dizelerinizi “ben ne söyledimse aşk için” deyip tersten görme açısı sunarak buradan bize ciğerden sorular soruyorsunuz. Bu geçişlerle şiiri politik alanda bırakmak istemediğiniz de hissediliyor. Şiirin politik olmasında bir sakınca var mı sizce?
Şair politik bir işçidir, politik bir işçi olmanın bedelini ağır ödese de. Bazen tehlikesiz genellikle tehlikeli şiirler yazdığımı düşünüyorum.