Kendini Yazmak: Bir Adam Yaratmak’ta Yazar, Karakter ve Varoluş

İnceleme: Azimet Avcu

Giriş

Yazarlığını Necip Fazıl Kısakürek’in yaptığı bu oyun 1937 yılında kaleme alınmıştır. 3 perde halinde yazılan oyun ilk defa 1937-1938 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından temsil edilmiştir. 1977 yılında da TRT tarafından 3 bölümlük bir dizi olarak televizyona uyarlanmıştır. Necip Fazıl Kısakürek’in yakın arkadaşı olan Muhsin Ertuğrul, döneminin önde gelen şairlerinden birisi olan Necip Fazıl’a bir oyun yazmasını önerir. Necip Fazıl bunun üzerine bir hafta içinde “Tohum” isimli bir oyun yazar ve bunu Muhsin Ertuğrul’a sunar. Muhsin Ertuğrul oyunu beğenmesine rağmen bu oyun yeterince ilgi toplamayınca bir mahcubiyet hisseder. Yazar bunun üzerine yaklaşık 2 yıl üzerine çalışarak “Bir Adam Yaratmak” oyununu kaleme alır. Eser yine Muhsin Ertuğrul tarafından sahnelenir ve uzun süre kapalı gişe oynar.[1] Muhsin Ertuğrul’un isteği üzerine yazıldığı için de oyun metni Muhsin Ertuğrul’a ithaf edilir. Dönemi itibariyle genel olarak çeviri oyun metinlerinin yer aldığı tiyatromuz için birçok başarısız metinlerin arasında yıldız gibi parlayacaktır. Necip Fazıl, oyunu yazarken kendi arayışını metinin içine yerleştirir. O gençlik dönemlerinde devamlı Boğazdaki yalılara merak salmıştır yazar. Kendini varlıklı görmek isteyen bir yazardır. Bir dönem boğazda kendine yalı kiralayıp arkadaşlarına benim evim diye davet etmesi ve gece uzayınca olayın ortaya çıkması yazarında aslında kendini devamlı bir yere konumlandırma bir arayış içinde olduğunu gösteriyor.[2] Kendini bir şekilde var etmek isteyen bir yazarın karakteri de kendini yaratmak isteyen bir kişiden başkası olamıyor.

Bir Adam Yaratmak ve Baş karakter Hüsrev Üzerine

Boğazın Anadolu yakasında büyük bir köşkün etrafında geçer olaylar. Oyun yazan bir adamın zamanla kendi oyununa kendini kaptırmasıyla içindeki o arayışta olan kişilik ortaya çıkar. Zamanla bu oyun kendisinin kaderi olur. Baş Karakter Hüsrev; sıkılgan, sorgulayıcı bunun yanında ben merkezci bir kişiliktir. Bu yüzden bütün olaylar da baş karakterin etrafında dönüp durur. Soruları o sorar, ona cevaplar verirsiniz, onu dinlersiniz. Oyunun başı bir gazeteci ile yapılan söyleşiyle başlar. Söyleşinin konusu son yazdığı oyun Ölüm Korkusu’dur. Gazeteci en başta izleyiciye ipuçlarını verir. Sorduğu sorularla Hüsrev’in üzerine gitmeye çalışır. Hüsrev, zor da olsa bütün soruları ve oyunu üzerine yapılan yorumlamayı dinler. Ama yöneltilen hiçbir olasılığı kabul etmez. Gazeteci oyunun hakikatine o kadar kapılır ki Hüsrev’i de bu hakikate sürüklemek ister. Hüsrev ise hep geçiştirir. Buradaki başka bir olay da oyun içinde geçen İncir ağacına yüklenen anlam. Hüsrev’in kapısındaki İncir ağacı ile oyunundaki karakterin kendini astığı incir ağacı arasında devamlı surette bağlantı kurulmaya çalışılır. Gazeteci dışarıdan birisi olarak o ağacın önemini kavramıştır. Hüsrev de farkındadır ama bunu kendine açıklamaya korkar. İçindeki huzursuzluğun bitmeyen temsili haline dönüşür ağaç. (SAY 6-13)  Şiirsel bir yöne çekilen diyaloglar içine devamlı surette metaforlar ve imgeler yerleştirilir. Hüsrev, birçok şeyi tanımlarken de bu şiirsel dile başvurur. Olayları fazlasıyla içselleştirerek ortaya koyar. Diğer karakterler bu yönüyle sönük kalırlar. Hüsrev’in bu karmaşık tanımlamalarının içine giremezler. Kendi hayatını kendi kabuğu içinde yaşamak ister. Buna müdahale edileceğini hissettiği anlarda bir ateş gibi parlar. “Söyleyin Allah aşkına! Ben nasılsa karaya vurmuş garip bir deniz hayvanı mıyım? Beni kalabalık bir sokakta, bir dükkânın çengeline mi asmalılar? Gelen geçen beni seyit mi etmeli? Farzedin ki buyum. Benimde dibi görünmez denizlerde, kendime göre bir hayatım yok mu? Yosunlar, kayalar ve sessizlikler içinde yalnız kalmaya muhtaç değil miyim?” Hüsrev burada olduğu gibi devamlı sorgular. Bazen tepkilerinin dozajını ayarlayamaz. Bağırmaya ve isyan etmeye başlar. Öyle öfkelenir ki çevresini de bu öfkenin içine sürükler. Yaşamının öğrenilmesinden haz etmeyen bir adam. Bir yandan ünlü olmak isteyip, bir yandan da gözlerden ırak bir yaşam yaşamak istiyor. Bunların yanında kuruntuludur. Olmadık şeyleri olmuş veya olacakmış gibi düşünüp bunun için devamlı sinir halindedir. Gerginliği herkesi fazlasıyla etkiler. Devamlı yükseklerden konuşur. Onun yükseklerden konuşması diğer karakterleri gölgeler, bir saatten sonra diğer karakterleri görmez oluruz. Bu ani sinir halleri izleyiciye sempatik gelmez ama yine de devamlı ana karakteri takip eder. Hüsrev’in ruhundaki çalkantı, zaman ilerledikçe daha da görünür hale gelir. Başlarda sadece sorgulayan, içine kapanan, kabuğunda yaşayan bir adam gibi görünürken; oyun ilerledikçe onun iç çatışmalarının ne denli derin, yıkıcı ve sarsıcı olduğu açığa çıkar. Yazdığı oyunun gerçek hayatta karşılık bulmasıyla birlikte Hüsrev, kendi yazgısının peşinden sürüklenmeye başlar. Bu noktada artık hayal ve gerçek birbirine karışır. Oyunundaki karakterin intiharı, Hüsrev’in zihninde bir takıntıya dönüşür. Bu takıntı, onu uyku ile uyanıklık, gerçek ile kurgu arasında bir gölge oyununun içine sürükler. Gördüğü kabuslar, geçirdiği halüsinasyonlar, konuştuğu “ölüler” ya da geçmişten gelen sesler artık yalnızca psikolojik bir çöküşün değil, metafizik bir hesaplaşmanın da işaretidir.

Oyun yazarı Hüsrev, “Ölüm Korkusu” adlı eserini tamamlamıştır. Yazdığı oyunda, başkahraman bir kaza kurşunuyla annesinin ölümüne sebep olur; bu trajik olayın ardından akli dengesi bozulan karakter, daha önce babasının yaptığı gibi bir incir ağacına kendini asarak yaşamına son verir. Gerçek hayatta da Hüsrev, babasını, yaşadıkları yalının bahçesindeki incir ağacında intihar etmiş halde bulmuş; bu olay, onun üzerinde derin izler bırakmıştır. Bu intihar, sadece bir aile trajedisi değil, Hüsrev’in kendi yazdığı kurgunun gerçeğe dönüşmesidir. Bu bağ, Hüsrev’in suçluluk duygusunu tetikler. Çünkü o, bilinçli ya da bilinçsiz, kendi yazısıyla bir kader yaratmış, bu kader de en yakını olan kardeşini yutmuştur. Bu noktada artık Hüsrev’in benliği paramparçadır. Kendisini “oyunun Tanrısı” gibi hisseden bir yazardan, kendi yazgısının mahkûmu olan bir kurbana dönüşür. Nevzat’ın ardından gelen ölüm, yalnızca Hüsrev’in ailesine değil, onun zihnine ve ruhuna da saplanmış bir hançerdir. Ölümle yüzleşmek zorunda kalan Hüsrev, bir yandan onu reddeder, bir yandan da kabullenmeye çalışır. Bu çelişkili tavırlar onun deliliğe doğru sürüklenmesini hızlandırır. Gerçeklik algısını yitirir; herkesin kendisini izlediğini, kınadığını, sorguladığını düşünmeye başlar. Her cümlesi bir savunmadır artık, her hareketi bir kendini koruma çabası.

Babasının ona olan uzaklığı, annesinin ölümünden sonra bastırdığı duygular, kardeşine dair suçluluk ve varoluşsal sorgular… Bunların hepsi birer gölge gibi Hüsrev’in peşine düşer. Sadece yaşamayı değil, düşünmeyi, yazmayı, hatta nefes almayı bile sorgular hale gelir. Evindeki eşyalara, duvardaki resimlere, pencereden görünen manzaraya kadar her şey ona bir işaret, bir uyarı gibi görünür. Her şeyin içinde bir anlam arar; ama hiçbir anlam onu tatmin etmez. İşte bu noktada “yaratma” eylemi, Hüsrev için hem bir kurtuluş yolu hem de bir lanete dönüşür. Tanrı gibi yaratmak istemiştir; ama Tanrı kadar sorumluluk almayı göze alamamıştır. Yarattığı karakterlerin kaderlerini belirlerken, kendi kaderini gözden kaçırmıştır. Oyun yazarken aslında kendini yazmıştır. Ve sonunda yazdığı oyun, onun sonunu getirmiştir. Ruhsal çöküşü öyle derinleşir ki, kendi benliğini bile artık tanıyamaz hale gelir. Aynada gördüğü yüz, ona ait değildir. O, hem Hüsrev’dir hem değildir. Belki de yalnızca yazdığı oyunun bir karakteridir artık.

Finale doğru Hüsrev’in varoluş sancısı, onu bir tür içsel kıyamete sürükler. İzleyici onun her sahnede biraz daha eridiğini, biraz daha kendi içine gömüldüğünü görür. Sessizlikleri bile konuşur hale gelir. Onun en büyük korkusu artık ölüm değil; anlaşılmamak, yanlış yorumlanmak ya da tamamen unutulmaktır.

Oyun Yapısı, Yan Karakterler ve Felsefi Derinlik

“Bir Adam Yaratmak” yalnızca bir bireyin varlık sancısını ele alan bir karakter analizi değil, aynı zamanda insanın yaratıcı eylemle Tanrı arasında kurmaya çalıştığı çetin bağı da sahneye taşır. Hüsrev’in benliğini, yazdığı oyunun gerçekliğiyle iç içe geçirerek yitirmeye başlaması, yalnızca bireysel bir çöküş değil, aynı zamanda varoluşsal bir hesaplaşmadır. Bu hesaplaşmada, baş karakterin etrafında şekillenen yan karakterler –halasının kızı Selma, doktor, gazeteci, hizmetçi, dostları – Hüsrev’in yansımaları gibidir. Onlar kendi iç dünyalarıyla değil, Hüsrev’in çatışmalarına gösterdikleri tepkilerle şekillenir.

Selma, bir yanıyla Hüsrev’in dünyaya bağlandığı tek insani kordon gibidir. Onun için endişelenir, onu anlamaya çalışır; ama Hüsrev’in iç dünyasının derinliğine hiçbir zaman tam anlamıyla erişemez. Bu erişememe hali, yalnızca Selma’ya değil, oyunun bütününe sinen bir iletişimsizlik atmosferi yaratır. Kimse kimseye ulaşamaz; herkes kendi zihninde yankılanan cümlelerin esiridir. Bu yalnızlık, oyun boyunca yalnızca Hüsrev’e değil, izleyiciye de bulaşır.

Oyunda dikkate değer bir yapı unsuru da olayların düz bir dramatik gelişimle değil, Hüsrev’in iç dünyasında yaşadığı kopmalarla örülmesidir. Zaman zaman gerçeklik ile hayal, yaşam ile metin, oyun ile hakikat iç içe geçer. “Bir Adam Yaratmak”, bu yönüyle de kendi metadramatik yapısını kurar. Yani oyunun kendisi de bir oyun üzerine kurulu bir başka oyundur. Hüsrev’in yazdığı ve “Ölüm Korkusu” adını verdiği oyun, kendi yaşamına dair kehanetvari yansımalar taşır. Bu oyun içinde oyun tekniği, yalnızca estetik bir tercih değil, aynı zamanda yazarın yaratıcı iradeyle Tanrı arasında kurduğu çizgiyi sorgulamasıdır.

Necip Fazıl’ın gençlik yıllarında yaşadığı sarsıntılar, kendini arayışı ve dine yöneliş süreci, Hüsrev karakterinde açıkça hissedilir. Hüsrev’in zihinsel gelgitleri, aslında yazarın kendi iç çöküşlerini ve yeniden inşa çabalarını sahnede görünür kılma çabasıdır. Bu nedenle Hüsrev’in soruları, yalnızca bir karakterin sözleri değildir; Necip Fazıl’ın kendi vicdanına, kendi geçmişine, hatta kendi Tanrı tasavvuruna yönelttiği sorulardır.

Oyun boyunca sık sık karşılaşılan “yaratmak” fiili de basit anlamıyla bir yazma eylemine değil, Tanrısal düzeyde bir yaratım iddiasına gönderme yapar. Hüsrev, yazdığı oyunun kontrolünü yitirdikçe aslında bir şeyi yaratamayacağının, yaratmanın insana değil yalnızca Allah’a mahsus olduğunun sarsıcı bilinciyle yüzleşir. Bu fark ediş, onu yalnızca ruhsal değil, fiziksel bir çöküşe de sürükler. Oyunun sonunda Hüsrev’in içine düştüğü buhran, yalnızca bireysel değil, metafizik bir çıkmazdır. İnsan aklının ve iradesinin sınırlarının farkına varılmasıdır.

Televizyon Uyarlaması Üzerine

Bir Adam Yaratmak, 1977 yılında TRT tarafından üç bölümlük bir televizyon dizisi olarak uyarlanmıştır. Yönetmenliğini Yücel Çakmaklı’nın üstlendiği bu yapımda, Hüsrev karakterini usta oyuncu Ahmet Mekin canlandırmıştır. Necip Fazıl’ın derin varoluşsal metni, televizyon estetiğiyle buluşturularak izleyiciye daha doğrudan bir iç dünya aktarımı sunulmuştur. Çakmaklı, karakterin psikolojik çözülmesini görsel olarak yansıtmak için yakın planlar, loş mekânlar ve sembolik detaylardan yararlanır. Oyunun merkezindeki boğucu atmosfer, dönemin İstanbul’unda seçilen iç mekânlarla ve sessizliğin ön planda tutulduğu kurgu diliyle desteklenir.

Bu uyarlama, yalnızca edebi bir eserin görselleştirilmesi değil, aynı zamanda Yücel Çakmaklı’nın yönetmenlik vizyonuyla sahne sanatlarının sinematografik bir yorumu olarak da önem taşır.

Oyuncular: Ahmet Mekin, Suna Yıldızoğlu, Süleyman Turan, Feridun Çölgeçen, Kenan Pars, Turgut Boralı
Yıl: 1977

Sonuç

“Bir Adam Yaratmak”, Türk tiyatro tarihinde hem içerik hem de biçim açısından çığır açan bir eser olarak değerlendirilebilir. Döneminin çoğunlukla Batı’dan çevrilen oyunlarla şekillenen tiyatro sahnesine, yerli ve özgün bir metin kazandırmış olan Necip Fazıl Kısakürek, bu eserinde kişisel krizlerini felsefi bir sorguya dönüştürür. Hüsrev karakteri, yazarın iç dünyasından fırlamış bir temsil olmanın ötesine geçerek, evrensel bir varoluş sorusunun sahnedeki izdüşümüne dönüşür.

Yazmak, yaratmak, var olmak ve Tanrı karşısındaki konumunu sorgulamak gibi insanlık tarihinin en kadim soruları, Necip Fazıl’ın kaleminde sahneye taşınır. Bu bakımdan “Bir Adam Yaratmak”, yalnızca tiyatro metni olarak değil, bir düşünce yapıtı olarak da değerlendirilmelidir. Hüsrev’in trajedisi, her dönemde güncelliğini koruyan insanın kendiyle baş başa kalma korkusunun ifadesidir. Bu yönüyle eser, bugün dahi hem edebi hem düşünsel derinliğiyle tartışılmayı hak etmektedir.

KAYNAKÇA:

  1. Kısakürek, N.F. (2010). Reis Bey, İstanbul: Büyük Doğu Yayınları
  2. Urgan, M. (1998). Bir Dinazorun Anıları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları
  3. Karataş, T. (2013). Necip Fazıl’ın tiyatro yazarlığı ve tiyatrolarının belli başlı özellikleri, Türk Dili Dergisi, CIV (737): 88-96.
  4. Sağlık, Ş. (2005). Tiyatro yazarı olarak Necip Fazıl, Hece Dergisi, (97): 342-381.
  5. Şahin, V. (2018) Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Bir Adam Yaratmak’ Adlı Tiyatrosu Üzerine Bir İnceleme, Konya: I. Karaman Uluslararası Dil ve Edebiyat Kongresi Bildiri Kitabı

En Yeniler

Sözün Ateşle Yazıldığı: Suriyeli Şair Adonis

Firuze Tekbülé Arap edebiyatının modernist yanını temsil eden Adonis, yalnızca...

Babannem ve Beyblade – Hasan Ay

Bir insan keşiş değilse neden Everest’e tırmanır hiç anlamadım....

Hipertekst Bağlamında Şiirsel Bir Müdahale: Seyhan Erözçelik’in Geyikli Gece Yorumu

İnceleyen:Dilek Işık Hipertekst, bir metnin başka metinlerle çok katmanlı ilişkiler...

Keşfedilecek Bir Hayat Bu Paylaştığımız Bilinmezlerle Dolu Gizemli Silsile Ve Ben De Korkuyorum En Az Senin Kadar – Beste Kaynar

      gelecek önümde bilinmeyen dalgalar ve bana yabancı sular. tanımaya çalıştığım taşlı...

Hey! Diyen Bir Şairin Kırılgan ve Canlı Söylemi: Serdar Solkun’la Şiir Üzerine

Söyleşi: Azimet Avcu Serdar Solkun’un şiiri, okurla kurduğu samimi ve...

Evrenden İçe, İçten Evrene Ezgiler: Abdullah Kaymak

Ozan R. Kartal     İstanbul’un tarihî bir avlusunda, günün son ışıklarının...

Benzer İçerikler

Hipertekst Bağlamında Şiirsel Bir Müdahale: Seyhan Erözçelik’in Geyikli Gece Yorumu

İnceleyen:Dilek Işık Hipertekst, bir metnin başka metinlerle çok katmanlı ilişkiler kurduğu, doğrusal olmayan bir okuma deneyimi sunduğu yazı biçimidir. Geleneksel metin anlayışını kırarak, okuyucuyu pasif...

Karanlıkta Kalmış Bir Şiir: Ece Ayhan’ın Deliler Bayramı

Uğur Yanıkel Bir süredir Ece Ayhan’ın hayatı ve şiir külliyatı üzerine yürüttüğüm araştırmalar, beni beklenmedik bir buluşa götürdü. 1956 yılının Nisan ayında yayımlanan Yücel...

Asaf Halet Çelebi’nin Doğu’ya Baktığı Yer: “Sidharta”

İnceleyen: Canan Cusbey 1.Doğu’ya Açılan Bir Şair: Asaf Hâlet Çelebi’nin Portresi Modern Türk şiirinde Doğu düşüncesiyle en derin ve özgün ilişkileri kuran isimlerin başında Asaf Hâlet...