Deniz Schwarzwald’ın ilk şiir kitabı “Bütün Haritaların Dışında” üzerine ve kendisinin hem şiirinin hem kimliğinin hem de aidiyetinin yer yer kesildiği, kırıldığı ve yeniden inşa edildiği bu yolculuğu konuştuk.
Bir söz vardır hani, ‘Alman gibi düşünüyorum, Türk gibi hissediyorum’ diye. En genel olarak bu sözü kullanabilirim kendim için. Şiirlerimin de bu dokudan hareketle bir şeyler oluşturduğunu söyleyebilirim. Ama şu da artık bir gerçeğim oldu: bütün milletlerin ve sınırların dışına taşan bir benle hayatta kalmaya çalışmak. Önceleri kendimi birtakım unsurlara ait hissetmek, sınırların güvenliğinde kalmak, yazılan ve anlatılan şeylerin benim hayatımda da aynı şekilde olduğunu düşünmek benlik bir şeydi; artık sürekli yeni benlere bürünüyorum ama hiçbirine ya da hiçbir şeye ait değilim. Bir güvenli alanım yok ve kendimi hiç de iyi hissetmiyorum, yani sanırım artık kendi yolumu yaratıyorum ve yürümeye başladım. Bu yolda başıma bir şey gelse kimse beni bulamayacak.
Şiir rahatsız da etmelidir ve sert davranmalıdır. Yapmacık ifadeler bana ne kazandırır? Kimsenin hoşuna gidecek bir şey yapma endişem olmadı. Daha da sert, daha da rahatsız edici olmanın yollarını arıyorum. Öncelikle kendimi etkileyecek şiirleri merak ediyorum ve yazıyorum. Şiiri sürekli zorlamayı deneyeceğim.
Doğal şeyler bunlar. Hayatımızda fark ettiğim doğal fakat ilginç şeyleri biraz daha ilginç yansıtıyorum sanırım. Yani çok doğal bir diaspora atmosferi. Buna ‘Diaspoet’ diyorum ve bunu daha sonra yazılı olarak ayrıca açıklayacağım.
Anlam ve madde arasında git-gelleri, bağlantıları, uçurumları. Hayatımı. Hayatımızı.
Sık sık anlamımı kaybediyorum, hatta şöyle anlatayım: yazdığım her şiirden sonra her şeye sil baştan başlıyor gibiyim. Anlamım için yaşamımdaki metafizik-fiziki-hayali-hayati-sistemik etkenleri tanımaya gayret ediyorum. Sürekli farklı anlamlarla karşılaşıyorum. Bunu açıklaması güç. Şiirlerimi okuyorum bazen o sebepten ve taşlar yerine oturuyor. Yine de bir göktaşı beklemekten kendimi alıkoyamıyorum.
Günlük hayatta cümlelerimi, ifadelerimi ne Almanca ne de Türkçe tam tamamlayamadığımı, ya yanlış yöne gittiklerini ya da eksiltili olduklarını fark ettim. Bu sebepten konuşmayı da yeniden keşfetmeye çalışıyorum denebilir. Şiirlerime de bunu yansıttım.
Kendi kendime harika sözler söylemek ve bunlar üzerine düşünmek istiyorum. Bu aslında çok da rahatsız edici. Yani söylediğiniz şeyleri düşünmek veya düşündüğümüz şeyleri söyleyebilmek.
Hiçbir zaman normal bir şekilde konuşamayacağım.
Evet, aslında ilki ikincisini tetikledi ve iyi de oldu. Planlı bir şey değildi tüm bunlar, daha da iyi olacak.
Bu arada bunun tam tersini de yapabilirim, Almanca şiirler yazıp, Türkçe ifadelere de pek tabii şiirlerimde yer verebilirim. Dediğim gibi planlı bir şey değil, her şiirden sonra şiiri unutan ve onu yeniden yaratan ben için şimdilik bir şeyler söylemek güç. Laf yapmak istemem.
Dil meselesi hayatımın merkezinde diyebilirim tüm samimiyetimle. Günlük hayatta elbette dil bizi sınırlar. Mesela ben bir hafta hiçbir şey yazmasam ve okumasam büyük bir sıkışma hissederim. Çünkü o bir hafta boyunca sınırlarımı aşamam. Konuştuğum kelimeler, meseleler o kadar daraltır ki beni, bunu şiirle aşamazsam kendimi cam bir fanusta gibi hissederim. Şu da bir gerçek, beni özgürleştirecek kelimeleri, ifadeleri bulmak her gün daha da zorlaşıyor. Psikoloji, felsefe ve dil üzerine daha çok yoğunlaşmam gerekiyor.
Şiirimden o ‘tuhaf’ kısmı tekrar söyleyeyim:
“bana deseler ki sen
dilin yahudisisin doğrudur.”
Hayat: işte yaşıyorum.
Ölüm: işte yaşayacağım.
Hafıza: işte yazıyorum.
(İşte kelimesi de ne acayip değil mi? Yoksa bana mı öyle geliyor böyle şeyler?)
Zor evet ama galiba benim etkilendiğim bütün iyi şairler bunu başarabilmiş şairlerdi. Ben de iyi şiirin bunu taşıyabilen bir şiir olduğunu düşünüyorum.
Toplumsal sıkıntıların bireysel sıkıntılardan çok da farklı olduğunu kim söyleyebilir? Bireysel şeyler toplumsal şeylerin bilinçaltıdır bana göre. Bunu iyi sezmek lazım.
Aslında şiirlerimi yazıp yayımlamaya başladığımda aklımda böyle bir kitap yoktu. O sebepten çok rahat yazdım ve her şey hızlı gelişti diyebilirim. Şiirlerimi yayımlamaya başladığım andan itibaren çok ilginç bir beğeni cereyanı beni buldu. Devam ettikçe daha da ilginç bir hal aldı ve şiirler çoğaldı iki senelik bir süreçte.
Kitap aşamasında Epona’nın ilgi çeken şiir serisinden haberdardım ve kitabı tamamlar tamamlamaz oraya yolladım. Yayınevinin atikliği beni cezbetti. Editöryal işlerin sonunda kitap son halini almıştı ama yayımlanmasına son gün kala kitabın ismini değiştirdim(en çok kitabın isminde zorlandım sanırım). Yayınevimin çok olumlu reaksiyonları ile isim ve kapak meselesini hallettik. Yani kitap bir iki aylık bir süreç sonunda yayımlandı diye hatırlıyorum.
Bu sebepten harika yayımcım Sedat Demir’e ve kıymetli editörüm Azimet Avcu’ya minnettarım, özellikle dostlukları için. Yeni şiir kitabım için onlarla yakında yine güzel bir sürece gireceğiz diye umuyorum.