Söyleşi: Azimet Avcu
1. Dislektik Fünye güçlü metaforlar ve sert bir dille örülmüş. Bu kitabı yazarken nasıl bir ruh halindeydin?
İlk kez “şair olmayı göze almış” bir ruh taşıyordum. Kitabı yazarken tek amacım, içimdeki o heyecanı dışarıya yansıtmak oldu. Gençliğimin öfkesini, yaşadığım coğrafyanın üzerime yüklediği agresifliği bütünüyle bu kitaba yansıttım. Bilinçli bir şekilde tüm öfkemi, acemiliğimi ve taşkınlığımı Dislektik Fünye’de topladım. Böylece diğer kitaplarımda bu tonlara yer vermeyecektim.
2. Şiirlerinde toplumsal normlara ve düzene karşı güçlü bir başkaldırı hissediliyor. Bu isyanın kaynağını nasıl tanımlarsın?
Bu isyanın temelinde, 27 yıl boyunca Türkiye’de yaşamış olmak yatıyor. Gördüğüm tüm haksızlıkların birikimi bu. Bu başkaldırı benim varlığım sürdükçe değişmeyecek. Aksine, kitaplarıma ve hayatıma daha da yansımaya devam edecek. Çünkü ne bu coğrafya değişecek, ne de benim boyunduruk altında yaşamaya karşı duyduğum isteksizlik. Bu yalnızca benim değil; şahit olduğum tüm haksızlıkların da isyanı.
3. İlk gençlik yıllarında “Necip Fazıl Say” mahlasıyla yazıyordun. Bugünkü Fatih Ceyhan ile o dönemdeki sen arasında nasıl bir fark var?
O dönemde şiire bir katkım olduğunu düşünüyordum. Şiire verilen zararların—bana göre verilen zararların—tam karşısında yer alıyordum. Ancak bu sürekli çatışma hali, şiire odaklanmamı zorlaştırıyordu. Şimdi, Fatih Ceyhan kimliğinde yalnızca şiire odaklanıyorum. Ve kabul ediyorum: Şiire en büyük zararı belki de ben veriyorum.
4. Fanzin kültüründen gelen bir şair olarak, bağımsız edebiyatın şiirine etkisi nasıl oldu?
Fanzin kültürü, bana şiirde hiçbir şeyi sansürleme, gizleme, kime ne derim diye düşünme zorunluluğu yüklemedi. Ne anlatmak istediğimi özgürce ifade edebildiğim bir alan sağladı. Alternatif edebiyat sayesinde şiirimi daha geniş ve rahat bir alanda geliştirme imkânı buldum. Bu alanda taş taşımak, kasıntı popülist çevrelerde latte içmekten çok daha kıymetli.
5. Şiirlerinde sık sık ironiye rastlıyoruz. Bu, yaşadığın çevreye karşı bir savunma mekanizması mı?
İroni, şiirimin tam merkezinde yer alıyor. İlk şiirim dahi tamamıyla ironi üzerine kuruluydu. O gün yakama yapışan bu “laneti” bilincimden söküp atamıyorum. Artık şiirimde bir DNA kodu gibi yer etti. Savunma mekanizması mı? Belki. Ama ben buna “vazgeçilmez parçam” demeyi daha çok seviyorum. Yaşadığım çevreye ya da deneyimlere ironiyle değil, doğrudan nefretle yaklaşıyorum.
6. Kendini “kendi benliğinde kaybolmuş birisi” olarak tanımlıyorsun. Şiir seni bulmaya mı götürüyor, yoksa daha da mı kaybettiriyor?
Şiir benim için, kendimi arama dürtüsünün en büyük tatmin aracı. Bu arayış asla bitmeyecek. Kendimi buldum dediğim an şiirden vazgeçerim belki. Ama şiirimde kendimi görmezden gelmek… işte o sonsuza kadar sürecek.
7. Kitaptaki şiirlerinde bireysel bunalım ve toplumsal kaos iç içe geçmiş. Sence bireyin huzuru ile toplumun huzuru birbirinden bağımsız olabilir mi?
Olamaz. Her sabah bu topluma uyanmaktan nefret ettiğimi biliyorum. Kaosu seviyor muyum? Belki. Artık o da benim bir parçam. Bunalımım, bu kaosun içimde olmasıyla ilgili. Ve bundan da nefret ediyorum.
8. Şehir, özellikle İstanbul ve Gebze, şiirlerinde güçlü bir atmosfer oluşturuyor. Şehir senin için bir ilham mı, çıkmaz mı?
İstanbul tılsımlı bir yer. Orada bir manzara kurmak, o manzarada bir parça olabilmek şiir için büyüleyici. Gebze ise çocukluğum. Her sokağında geçmişimi görüyorum. Bu bana güvensizlik, çıkmazlar ve bir tür şefkat boşluğu yaşatıyor. Hâlâ elini tutmadan yürüyemeyen o çocuğu içimde taşıyorum.
9. “Ben hiç lirik şiir yazmadım” diyorsun. Sence şiir yalnızca lirik anlatımla mı sınırlı kalmalı?
Kesinlikle hayır. Ben çeşitliliğin peşindeyim. Her şiirim, diğeriyle yan yana geldiğinde aynı biçimde görünmesin istiyorum. Ancak bu deneme hâli, bazen bir anlatım biçiminde ustalaşırken diğerinde acemice kalmaya da yol açabiliyor. Yine de vazgeçmeyeceğim: Belki bir gün yeni bir anlatım biçimi bulurum.
10. “Bir hap atıp şu kırgınlıklara son verelim” gibi dizelerinde melankoliyle mizah arasında gidip gelen bir dil var. Bu dengeyi nasıl sağlıyorsun?
Delirmiş olmaktan başka bir açıklamam yok. İçimdeki kaos, ancak mizah aracılığıyla ifade edilince rahatlıyor. Benim için mizah içermeyen acı, henüz yaşanmamış acıdır. Bu yüzden şiiri bir rahatlama biçimi olarak görüyorum.
11. Şiirlerinde sert ve vurucu bir dil kullanıyorsun. Bu dili benimsemendeki en büyük etken neydi?
Çocukluktan beri içimde taşıdığım öfkeli, agresif ve “istediğim olacak” diyen sesin dili bu. Şiir dilim, onun dili.
12. Kitabında “Dislektik Fünye” adlı bir şiir var. Disleksi ve patlama metaforu nasıl doğdu?
Disleksi olan kardeşimle birlikteyken, topluma yansıttığı gafların tamamını bir metafora dönüştürmek istedim. Onunla nereye gitsek bir “patlama riski” vardı. Bu yüzden bu şiire Dislektik Fünye adını verdim.
13. Şiirlerinde politik göndermeler ve sistem eleştirileri dikkat çekiyor. Sence şairin politik duruşu olmalı mı?
Bence şiir, politik sistem eleştirilerinden uzak durmalı. Ama Türkiye’de yaşarken bu mümkün olmuyor. Günümüz şairinin bir kez bile Süleyman Soylu’dan bahsetmemesi bana şiir yazmadığını düşündürüyor.
14. Bugünün genç şairlerine dair düşüncelerin neler? Alternatif edebiyatın geleceğini nasıl görüyorsun?
İsim vermek istemem ama bu şiirin kaderini, bol takipçili, gerçekten iyi şiir yazan bir influencer belirleyecek. O zaman hepimiz göreceğiz ne olduğunu.
15. Son olarak, Fatih Ceyhan bundan sonra ne yazacak? Yeni projelerin var mı?
İki şiir dosyam hazır. 2025’in sonuna doğru ya da 2026’nın ilk çeyreğinde yayımlamayı planlıyorum. Sonrasında ise şiirin yönünü ve dilini bambaşka yerlere çekerek devam etmek istiyorum. Şiir üzerine çalışmak bende asla tükenmeyecek.