Atom Bombası Yazarı: Yōko Ōta

Ozan R. Kartal

Bugün 6 Ağustos. Amerika’nın Hiroshima’ya Atom bombası attığı günün yıl dönümü. Bundan tam 80 sene önce sakin bir Japonya kentine düşen bu bomba beraberinde yalnızca yıkım ve ölüm getirmedi. Her zaman öyle ya da böyle bir çıkış yolu sunan edebiyatın ışığı, yüzbinlerce cesedin arasından sızmaya başladı.

Bu ışığın en önce çarptığı isimlerden biri hiç kuşkusuz Yōko Ōta. Hiroşima doğumlu bir yazar olan Ōta, yalnızca bombanın tanığı olmakla kalmadı, onun yarattığı felaketi yazıya döken ilk kalemlerden biri oldu. 6 Ağustos 1945 sabahı, denizin dibinden fırlamış gibi yeşil-mavi bir ışıkla uyandı. Bu ışık, hem fiziksel hem de zihinsel bir bölünmenin başlangıcıydı onun için. Felaketin daha ilk günlerinde, patlamadan yalnızca haftalar sonra kaleme aldığı “Katei no yō na hikari” (家庭のような光, “Bir Ev Işığı Gibi”) adlı kısa öyküsü Hiroşima’nın bizzat içerisinden yazılmış ilk edebi eserlerden biri oldu. Ardından gelen “Shikabane no machi” (屍の街, “Cesetler Şehri”) adlı uzun anlatısı, sadece fiziksel bir yıkımı değil, toplumun çözülmesini, insanî ilişkilerin enkaz altında nasıl ezildiğini bütün yalınlığıyla gösterdi. Bu roman, bombadan sonraki dört ay boyunca Hiroşima’da geçen günleri, neredeyse kesintisiz bir tanıklıkla belgeleyen otobiyografik bir yapıt olma niteliği taşıyor. Ancak eserin yayımlanması sansür nedeniyle 1948’e kadar gecikmişti. İlk baskısı eksik, kırpılmış ve endişeyle beraber çıkmıştı ortaya. Tam metni ancak 1950’de yayımlanabilecekti. Tüm bu süreç, yalnızca bir felaketi anlatmanın değil, onu anlatma hakkı için de mücadele etmenin hikâyesiydi.

Ōta’nın yazarlığı bir gözlemcilikten çok daha ötesine geçer hâlde. O, yaşananı dışsal bir olay gibi değil, içsel bir yarık gibi ele alır. Şöyle yazar bir günlüğünde:

私は二つの目で見ていた―一つは人間として、もう一つは作家として。”

“Ben iki gözle bakıyordum: biri bir insan olarak, diğeri bir yazar olarak.”

Bu iki göz, sadece olanı görmekle yetinmeyen; gördüğünü anlamlandırmak, acının biçimini, sesini ve kokusunu edebi dile taşımakla yükümlü iki gözü temsil ediyordu. Bu gözler, ölümün sıradanlaştığı, cesetlerin günlük yaşamın bir parçası olduğu bir şehirde hâlâ insan kalmaya çalışan bir bilincin gözleriydi.

Sefaletin Kalıntıları (Zanshū tenten, 1954) adlı kısa romanında, bir kutunun içindeki eriyen sümüklü böcekleri anlatır Ōta. Bu böcekler, yaşamın çaresiz, yapış yapış, çözülemeyen parçaları gibidir. Onlara bakarken kendi içine döner. Şöyle der:

塩水に浸された彼らは、ただ静かに溶けていた。抵抗する力すら残っていなかった。”

“Tuzlu suya batmışlardı, sessizce eriyorlardı. Direnecek halleri bile kalmamıştı.”

Ōta’nın yazdıkları yalnızca edebi bir türün örnekleri değil, aynı zamanda tarihsel bir bellek, duygusal bir harita, etik bir çığlıktır. Yazmak onun için yalnızca bir ifade biçimi değil, hayatta kalmanın da yoludur. Atom bombası edebiyatı (Genbaku bungaku), onun kalemi öncülüğünde bir türe dönüşmeden önce bir zorunluluktu. “Ben yazmazsam kim anlatacak?” dediği bir yalnızlık içerisindeydi. O yalnızlığına rağmen suskunluğa karşı yazdı. Yazarken ne kadar yalnız kaldığını gösteren bir başka satırda, bu edebiyatın neden hâlâ yeterince tanınmadığı gözler önüne serilmektedir:

私は死を売る女と呼ばれても書くしかなかった。”

Ardımdan ‘ölümü satan kadındeseler bile, benim yazmaktan başka seçeneğim yoktu.”

Bu cümledeki çelişki ve kararlılık, Ōta’nın hem vicdanını hem de edebiyatını belirleyen ahlaki gerilimi açık eder. Yazmak, onun için ne bir teselli ne de bir kahramanlıktır. Yazmak, kelimelere bulaşmış radyoaktif bir tanıklıktır. Zamanla bu tanıklığın taşıdığı yük onu hastalıklı, takıntılı, yalnız bir figüre dönüştürür; ama bu figür, Hiroshima edebiyatının temelini atmıştır.

Yine de ne Japonya’da ne Batı’da Ōta’nın adı, Tamiki Hara ya da Nagai Takashi gibi diğer hibakusha (Atom bombası şahidi) yazarlar kadar görünür olamaz. Bu gölgede kalmışlık, bir kadının ölümle kurduğu ilişkiye dair yazdıklarının, toplum tarafından nasıl bastırıldığını da gösterir. Oysa onun edebiyatı, yalnızca bombanın yıktığını anlatmaz; insanın içindeki yapının nasıl söküldüğünü, bir şehrin hafızasını nasıl kaybettiğini, kadın bedeninin ve ruhunun nasıl radyasyon ile parçalandığını da kaydeder. “Han ningen” (半人間, “Yarı İnsan”) adlı romanı bu parçalanmanın doruğudur. Bu eserde, bedensel olmayan, tamamıyla zihinsel bir deformasyon yaşanır. Yazdığı karakterin bir yarısı hâlâ insandır, öteki yarısı ise ışığın altında kuruyup çatlamış bir gölgeden ibarettir yalnızca.

Yōko Ōta’nun edebiyatı, Hiroşima’daki Atom Kubbesi kadar somut, ama bir o kadar da soyut bir anıttır. Onun kelimeleri, yıkımı yalnızca belgeleyen değil, onu dönüştüren birer hatırlatıcıya dönüşür. Bugün hâlâ Hiroşima’ya bakarken, onun sözleri olmadan zamanında meydana gelmiş o yıkım tam olarak görülemez. O, cesetlerin arasından konuşan, eriyen böcekleriyle insanlığı anlatan, ateşböceklerinde ruh gören bir yazar. Yazdıkları ise bombaların ardından ortaya çıkan ışık kadar yakıcı ama aynı zamanda o ışığın içinde hapsolan çığlıkların görünür olmasını sağlayan bir yankı gibidir. Ve o yankı hâlâ duyulmayı beklemektedir.

Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atılmasının üzerinden üç çeyrek asır geçti

“Hiroşima Kubbesi” – Günümüzde Hiroşima Barış Anıtı olarak, restore edilmemiş hâli sergilenmektedir.

En Yeniler

Tanık Olmayı Reddetmenin Bedeli: Kurtlar

“Sizinkiler böyle ölür, Böyle ölür sizinkiler.” Bazı hikâyeler, bütün büyük hikâyeler...

2025 Nobel Edebiyat Ödülü Macar Yazar László Krasznahorkai’ye Verildi

İsveç Kraliyet Akademisi, 2025 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nü çağdaş...

Buzdokuz Dergisinin 28. Sayısı “İz İmza Özne” Dosyasıyla Yayınlandı

Buzdokuz bu sayısıyla 6. yılına girdi. Ekim–Kasım–Aralık 2025 tarihli 28....

Ama En Çok Bulantı – Onur Ocak

Günlerim böyle aynı olmasa Uyusam, uyusam Dünyanın anlamsızlığına ve buna gücenikliğime...

160. Kilometre’den Üç Yeni Kitap: “Adaletler”, “Gerçek Apt.” ve “Sizi Kaçırıyorum”

Bağımsız şiir yayınevi 160. Kilometre, son yayın döneminde üç...

Mustafa Köz’ün İç Odası: Söyle Sonsuzluğun Unuttuğunu

İnceleme: Handan Deniz Tinik Ağır aksak, tökezleyerek yürüdüğüm dünya; şiir....

Benzer İçerikler

Pamuk İpliğinde Nükleer Akrobasi: The War Game ve Threads.

Celalettin Durak Bir zamanlar, çok da uzak olmayan bir geçmişte, yani 20. yüzyılın ortalarında yok olmamız için bütün koşullar hazırdı. Dünya kabaca ikiye ayrılmıştı; iki...

Bir Sesin Peşinde: Ornella Vanoni’nin Müziğini Keşfetmek

Azimet Avcu Bir Sesin Peşinde: Ornella Vanoni’nin Müziğini Keşfetmek Ornella Vanoni’nin müziğiyle tanışmam yaklaşık on yıl önceye dayanıyor. Stelvio Cipriani’nin Anonimo Veneziano filmi için bestelediği unutulmaz...

Öldürdüğünüz Şeyler: Kimliklerin Sınırlarında Bir Yolculuk

İnceleyen: Pelin Yavuz Çil Alireza Khatami'nin "Öldürdüğünüz Şeyler" adlı filmi, modern sinemanın kimlik, bellek ve kültürel aidiyet temalarını en derinden sorgulayan eserlerinden biri olarak karşımıza...