Pamuk İpliğinde Nükleer Akrobasi: The War Game ve Threads.

Celalettin Durak

Bir zamanlar, çok da uzak olmayan bir geçmişte, yani 20. yüzyılın ortalarında yok olmamız için bütün koşullar hazırdı. Dünya kabaca ikiye ayrılmıştı; iki kutup da dünyayı en az birkaç kez yok edecek güçte silahlara sahipti ve en az diğeri kadar savaşa hazır hâldeydi. Sadece bunlar da değil. Her iki safta da kıyameti arzulayan birçok manyak vardı. İnsanlık kıyametin eşiğinde durmuş, soluğunu tutmuş ve kendisini yıkıma çağıran sesi dinlemekteydi.

Soğuk Savaş’tan bahsediyorum. Bazen yumuşayan, bazen sıcak savaşa dönmeye ramak kala tekrar dengeyi sağlayan ama herkesin diken üstünde kaskatı olduğu bir dönemdi. İnsanoğlunun koruyucu sağduyusu ya da gerçekten göklerdeki ilahî bir kudretin dokunuşuyla her seferinde kıyametin eşiğinden döndük. Soğuk Savaş’ı üç kavramla tanımlamak istesek akla ilk gelecek olanlar; “nükleer silah, karşılıklı kesin yıkım, caydırıcılık” olurdu. Soğuk Savaş’ın bitiminden onlarca yıl sonra yazdığım bu satırlardaki kaygılar, şüphesiz o dönemin insanları için de geçerliydi. Şayet Soğuk Savaş’ın kitle psikolojisini nasıl etkilediğini merak ediyorsanız bu yazıya konu olan iki filmi izlemelisiniz.

Bu yazıda ele alacağımız iki film de olası bir nükleer savaşa dair BBC yapımı kurgu belgesel: The War Game (1966) ve Threads (1984). Her iki filmde de Doğu ve Batı Blokları arasında gerçekleşen kurgusal nükleer savaşı öncesi ve sonrasıyla İngiltere merkezli olarak izliyoruz.

BBC Two - The War Game

The War Game’in yönetmeni Peter Watkins’in belgesel-drama tarzında iki önemli filmi daha var: Culloden Muharebesi’ni anakronik bir üslûpla belgeselleştirdiği Culloden (1964) ile aynı anakronizmi yıllar sonra da sürdürdüğü La Commune – Paris 1871 (2000). Anakronizm diyorum – zira 1746’da Britanya’da gerçekleşmiş ve Jacobite Ayaklanması’nı sonlandırmış Culloden Muharebesi’ne katılanlara ya da 1871’de Paris Komünü’ndeki Fransızlara mikrofon uzatılması ve onların tanıklığına başvurulması belki de en özgün tarihsel çarpıtmalardandır. Yönetmen, The War Game’de ise tarihsel bir olayı belgeselleştirmiyor; bilâkis henüz gerçekleşmemiş ama muhtemel bir senaryo üzerinden ilerliyor: Eğer Soğuk Savaş bir termonükleer savaşa dönerse İngiltere’de ne olur? Biz de 48 dakikalık bu filmde işte bunu izliyoruz. Senaryoya göre Kızıl Ordu birliklerinin Batı Berlin’e girmesiyle fitili ateşlenen termonükleer savaş, Birleşik Krallık’ın altını üstüne getiriyor ve biz, bu nükleer holokostu anbean takip ediyoruz. Sığınak yapmak üzere alışverişe çıkmış bir kadına ya da nükleer füzelerin düşmesiyle gerçekleşen ateş fırtınasına müdahale eden itfaiye şefine uzatılan mikrofonlar, bu kıyımın ‘potansiyel gerçekliğini’ gözler önüne seriyor. Megatonluk bombaların yarattığı tahribat, insanın nesilden nesle değişmeyen kan şehvetinin büyük çaplı bir eseri olarak karşımıza çıkıyor. Nagazaki, Hiroşima, Dresden ve hatta filmin gösterildiği tarihten çok sonra Vietnam ve Felluce’de olanlar… Aynı kanlı operanın farklı sahneleri hepsi de.

The War Game (1966) police

The War Game, insanın kan şehvetini yansıtmakla birlikte, bir taraftan da savaş etiğini sorgulatıyor: “Birini vurmaya ya da öldürmeye karar verirsem, o zaman bunun manevi sorumluluğunu üstlenmeye de hazır olmalıyım. Devlete kendi adıma bir başka ülkenin insanlarını öldürme hakkını ya da imkanını veriyorsam, bu durumun öncekinden bir farkı yoktur. Bunun manevi sorumluluğunu da kabul etmeliyim.” Bu sorgulamanın peşi sıra bilanço açıklanıyor: “Yaklaşık 160 adet tek megatonluk füzeler kullanarak İngiltere’ye yapılacak bir nükleer saldırıda, nüfusun 3’te 1’i ile yarısı arasında insanın hemen öleceği ya da ağır yaralanacağı tahmin edilmiştir.”

Threads: How the nuclear bomb drama horrified Sheffield extras - BBC

Threads ise BBC’nin The War Game’de yakaladığı korkunç başarıyı bir adım daha ileri taşıyor ve 48 dakikalık bir mini-belgesel-dramayı uzun metrajlı bir filme çeviriyor. Bu sefer, İngiltere’deki bir sanayi şehri olan Sheffield’daki iki ailenin özelinde olası bir nükleer savaşın öncesini ve sonrasını izliyoruz. Uzatılan mikrofonlar ya da dış ses – anlatıcı yok. Evlilik hazırlığındaki genç bir çift, tatlı koşturmacalarına dalmışken günbegün gelişen ve patlaması kaçınılmaz bir kriz söz konusu. Kâh bir araba teybinden kâh bir pub’daki televizyondan takip ediyoruz bu krizi. Her ne kadar yıl belirtilmemişse de tarih ve gün eşleşmesinden anladığımız kadarıyla nükleer holokost bu sefer 1988’de gerçekleşiyor. Sizler için adım adım bu felaket senaryosunu listeledim.

  • 5 Mayıs, Perşembe: Bir Batı Alman televizyon ekibinin gizlice çektiği görüntülere göre, İran’ın kuzeyinde hareket hâlindeki bir Sovyet askerî konvoyu mevcut. Sovyet Dışişleri Bakanı, bir hafta önce İran’da gerçekleşen darbeyi bilinçli olarak ABD’nin tasarladığını iddia etti.
  • 8 Mayıs, Pazar: Gazetelerde manşet: “Kızıl Ordu tankları ilerliyor”
  • İran yakınlarında rutin keşif görevini yürüten ABD denizaltısı battı, 127 kişilik mürettebat hayatını kaybetti. Bu kazadan Sovyetler sorumlu tutuldu.
  • 17 Mayıs, Salı: ABD ordusu paraşütçüleri İran’a indi.
  • 19 Mayıs, Perşembe: ABD ordusu Isfahan’da savunma pozisyonu aldı.
  • 20 Mayıs, Cuma, gece: ABD’den Sovyetler Birliği’ne ültimatom: İki gün içinde karşılıklı olarak İran’dan çekilme teklifi.
  • 21 Mayıs, Cumartesi: Haberlerde İngiltere’nin NATO’ya daha fazla asker kattığı belirtildi.
  • 22 Mayıs, Pazar: Öğle 12’de ABD ültimatomu sona erdi. 13.00’te bir B-52 (ABD uçağı) SSCB’nin Meşhed’deki üssünü konvansiyonel silahlarla vurdu. Rusya ise üssünü nükleer başlıklı hava savunma füzeleriyle korudu. ABD ordusu birçok B-52 uçağı kaybetti. 14.00’te ABD, Sovyet üssüne tek bir nükleer füze ile karşılık verdi. ABD ve SSCB arasında savaş başladı.
  • 24 Mayıs, Salı: Ruslar, Batı Berlin’e giriş ve çıkışları kesti. ABD uçak gemisi “Kittyhawk” Basra Körfezi’nde batırıldı. Küba, ABD tarafından havadan ve denizden ablukaya alındı. Amerikan şehirlerinde anti-Sovyet gösteriler düzenlendi. Rus konsolosluklarına saldırılar yapıldı. Doğu Almanya’da protestolar arttı.
  • 26 Mayıs, Perşembe:35’te Kuzey Denizi üstünde bir nükleer savaş başlığı patladı. 8.37’de Birleşik Krallık’taki NATO hedeflerine ilk füze saldırısı gerçekleştirildi. Nükleer yıkım/kıyım Birleşik Krallık’ı vurdu.

Threads, sansürsüz sahneleriyle insanın yüzüne birbiri ardına tokatlar atmada daha cüretkâr olduğu için belki de The War Game’in bir tık üstünde konumlandırılıyor. Keza benim için de öyle. Sebebi ise Threads’in en başta daha “insanca” olması. Threads, merceği genele tutmak yerine özele odaklıyor ve bize iki genç âşık ve onların ailelerini merkeze alarak bu insanlık trajedisini gösteriyor. The War Game ise bireylerden ziyade toplumu merkeze aldığı için ve elbette süresi nispetince daha “yavan” kalıyor. Yine de bu iki yapım, ait olduğu türün/türlerin gerekliliğini fazlasıyla karşılıyor. Bu filmler, Soğuk Savaş’ın felâket tellallığını yapmıyor, akıl başa devşirilmezse varılacak neticeyi sunuyor. Hangi güç bizi Soğuk Savaş’ın sonunda bekleyen küresel yok oluştan alıkoymuş bilemiyorum. Belki insanoğlunun koruyucu sağduyusu belki de tanrısal bir müdahale – ne olursa olsun, bu bize verilmiş bir şans.

Threads (1984) - Moria

İnsanlık, 20. asırda şansını fazlasıyla zorladı. 21. asırda ise şansımızı zorlamaya daha hevesliyiz ve henüz bu yeni asrın ilk çeyreğini bitirsek de kayıplarımız dehşetengiz bir boyuta ulaşmış durumda. Kıyamet Saati, kitlesel imhamızı işaret eden ‘gece yarısına’ hızla ilerliyor. Gece yarısı geldiğinde duyacağımız ise ‘gong!’ sesi olmayacak. İsrafil’in Sur’u da olmayacak. Eğer duyacak kadar hayatta kalırsak sadece göklerin çatısını çökertecek yüzlerce megatonluk bombaların patlamasını duyacağız. Sonra – Sonrasında ise kimsenin ağzını bıçak açmayacak.

Siz yine de her daim dinlenebileceğiniz bir gölgelik ve dinleyebileceğiniz hikâyeleri düşünerek umut edin. Ave atque vale!

En Yeniler

John Berger ve Yves Berger’in Görsel Konuşması: Top Sende

İnceleyen: Süleyman Tanrıverdi John Berger ve oğlu Yves Berger’in Metis...

İyi Şeyler Yayıncılık: Şiir Nesnesi Olarak Kitap ve Bugüne Çağrı

Azimet Avcu Twitter’da yeni ismiyle X’de dolaşırken bir kullanıcının İyi...

Matruşkanın En Küçüğü – Emine Güler

Evde un biter, yumurta biter, süt biter, leş sinekleri...

Kolektif Hafızanın Edebi Çıktısı: Hatırlayacaksınız Geçtiğimiz Günlerde…

  Edebiyatın en güçlü taraflarından biri, gündelik hayatın sıradan görünen...

Sarah Elizabeth Green – Öbür Dünya

Çeviren: Leyla Bayrı 1. Herhalde sabah bulantısı böyle bir şeydir: ıspanaklı omleti...

Tuzbiber Komedyenleri Komik mi?

Ozan R. Kartal     "Düşünce için kahkahadan daha iyi bir başlangıç...

Benzer İçerikler

Öldürdüğünüz Şeyler: Kimliklerin Sınırlarında Bir Yolculuk

İnceleyen: Pelin Yavuz Çil Alireza Khatami'nin "Öldürdüğünüz Şeyler" adlı filmi, modern sinemanın kimlik, bellek ve kültürel aidiyet temalarını en derinden sorgulayan eserlerinden biri olarak karşımıza...

Suçluları Neden Öldürmeliyiz?: “Escape From New York” ve “No Escape”

Suçluları Neden Öldürmeliyiz? Aynanın İki Yüzü: “Escape From New York” ve “No Escape”   Celalettin Durak   Suçluların cezalandırılması, rehabilite edilmesi, toplumdan uzaklaştırılması ya da imhası insanlık tarihi...

Zaman Aşımına Uğramamış Bir Divan: Turgut Uyar’ın ‘‘Sâlihat-ı Nisvadan Saffet Hanımefendiye’’ Şiirinin İncelenmesi

Cansu Usluy   İkinci Yeni’nin Oluşumu ve Etkisi 1950’li yıllarda Türk şiirinde önemli bir kırılma noktası oluşturan İkinci Yeni, kendisinden önceki şiir anlayışına karşı bireysel bir çıkışın...