Hazırlayan: M.Sena ELİKÜÇÜK
“Annemi ve babamı seven insanlarla karşılaşmak hoşuma gidiyor.”
— Öncelikle birçok insanın merak ettiği o klişe soruyla başlamak istiyorum. Böyle iki önemli ismin çocuğu olmak nasıl bir duygu?
Güzel… İnsanın annesini ve babasını seven insanlarla karşılaşması güzel bir duygu. Onlarla konuşmak hoşuma gidiyor. Bir miktar da gurur duyuyorum tabii ama önemli olan annenin babanın kim olduğu değil. Sonuçta herkes kendi yaptıklarıyla ölçülecek. Dolayısıyla iki tarafı da var. Bir taraftan gurur duyuyorum ama diğer taraftan onların oğlu olmanın bana ekstra bir şey getirmeyeceğini, kendimi kendim katlamam gerektiğini de biliyorum.
— Anneniz ve babanızın size verdiği, hâlâ aklınızda olan bir nasihat var mı?
Öyle doğrudan “nasihat” şeklinde bir konuşma pek fazla hatırlamıyorum. Ama insan annesinden ve babasından, onların davranış şekillerinden, günlük yaşamda gördüklerinden birçok şey öğreniyor tabii. Dönüp baktığımda, özellikle profesyonellik, işine yaklaşım gibi konularda onlardan çok şey öğrendiğimi düşünüyorum. Ki ikisi de son derece açık sözlü, dürüst, ayrıcalık sevmeyen, kendine ayrıcalık istemeyen insanlardı. Onlardan bana o tip huylar ne kadar bulaşmışsa o kadar iyi.
— Edebiyat her ne kadar alanınız olmasa da iki önemli edebiyatçının çocuğu olarak, bu dönemde edebiyatla ciddi anlamda ilgilenen gençlere ne önerirsiniz?
Bol bol okusunlar. Annemin ve babamın başkalarına söylediklerinden söyleyeceğim ki herkesin de söyleyeceği benzerdir: Okumak gerekiyor. Bu iş bol bol okumakla başlıyor. Her şeyden önce klasikleri okumaktan geçiyor. Birikiminizi ve beğeninizi ancak öyle ilerletebilirsiniz. Tabii ki mutlaka yazmaya ilgisi, yeteneği olan insanların o kanalları zorlaması lazım. Sadece edebiyat okumakla da olmuyor. Başka sanat dallarıyla, felsefeyle hatta bilimle de ilgilenmek gerekiyor. Daha geniş ufuklu ve daha bilgi sahibi olmak gerekiyor.
— İTÜ Radyo’da “Kış Bahçesi” adlı bir caz/blues programı yapıyorsunuz. Bu kimin fikriydi?
Programı Ali Arif Ersen’le yapıyoruz. Onun caz bilgisi benden çok daha iyi. Fikir onundu. Yapmak isteyen de oydu. Ben elimden geldiğince içerik olarak da katkıda bulunmaya çalışıyorum ama programın fikri Ali’nindir.
— Peki neden “Kış Bahçesi”?
“Kış Bahçesi”, Fransızca bir şarkının adı aslında. Başta birkaç isim daha düşünüyorduk ama sonunda bu isim kaldı.
— Caz ve blues tarzına özel bir ilginiz mi var?
Genelde rock ve pop dinlerim ama klasiğe de, caz ve blues’a da ilgim vardı. Program başlayınca bu tarza daha fazla zaman ayırmaya başladım. Ali’yle zevklerimiz benziyor zaten. Yaklaşımlarımız da benziyor. İkimiz de daha çok cazın standart parçalarını, klasik parçalarını seviyoruz.
— Önceki röportajlarınızda Edip Cansever’den birçok kez bahsetmişsiniz. Sizdeki yeri nedir?
Çocukluğumda edebiyat çevresinden, annemin babamın arkadaşlarından hatırladığım aşağı yukarı herkesi severek hatırlıyorum. Kimse için tatsız bir şey pek fazla kalmadı. Edip Amcayı da çok severim. Çok sık gördüğüm insanlardan biriydi. Hatta hep söylerim: Turgut Uyar’ın oğlu olmak bana çok ilginç gelmiyor ama “Edip Cansever Amca” diyor olmak bana daha ilginç bir şeymiş gibi geliyor.
— Hayvanlara olan düşkünlüğünüz dikkat çekici. Bunun, insanlarla kurulan ilişkilerde yaşanan zorluklarla bir ilgisi olabilir mi?
Annemle babam da hayvanları çok severdi. Annem başka bir insandı. Onun kadar insanlarla kolay ve içten bir ilişki kurabilen pek kimse tanımadım. İsterdim mutlaka. Ama hayvanlarla ilişkilerim, insan ilişkilerimde yürümeyen şeylerin bir telafisi gibi değil. O ayrı, bu ayrı. Çocukluğumdan beri hayvanlarla büyüdüm. Evde her zaman kedi vardı. Sokak hayvanlarıyla sürekli oynardım. Ama hayvan sevgisi, insan ilişkimin yerini alan bir şey değil.
— Ailenizle ilgili hatırladığınız bir anınızı paylaşabilir misiniz?
Aslında hafızam iyidir ama günlük hayat içerisinde böyle sorulunca ilginç bir şekilde aklıma gelmiyor. Zaman zaman hatırlıyorum. Bir şekilde yazmam gerekiyor herhalde, yoksa unutuyorum.
“Limitlerini bilen bir insanım.”
— Sadri Alışık’ın oğlu Kerem Alışık ve Kemal Sunal’ın oğlu Ali Sunal gibi isimler, ailelerinin sanatlarını sürdürüyor. Siz neden farklı bir yol tercih ettiniz?
Onlarda o yetenek varmış, bende yok. Herkes sonuçta limitlerini bilecek, kendini tanıyacak. Ben yeteneklerim, becerilerim, ilgilerim neredeyse o tarafa gittim. Onların aileden gelen şeye kişilikleri de yatkın olduğundan devam etmeyi seçmişler. O sanatı icra ederken mutlu oldukları için o işi yapıyorlardır. Ben şiir ve edebiyatta başarılı olabileceğimi hiçbir zaman düşünmedim. Yazmaya da açıkçası pek ilgim yoktu. O yüzden ailede iki tane önemli edebiyatçı var diye o işe girmek de makul olmazdı benim için.
— Peki hiç yazma denemeniz oldu mu?
Hayır. Benim iyi taraflarımdan biri, limitlerimi bilmem. Haddimi de bilirim. Neyi yapabildiğimi, neyi yapamadığımı bilirim ve iyi yaptığım şeyleri yapmayı severim. Gerçi babamın bununla ilgili söylediği bir söz vardı: “Sürekli iyi yaptığın şeyleri yapmak da bir tür kolaya kaçmak.” Zayıf olduğun tarafları da geliştirmeye çalışabilirsin belki ama benim yaratıcı işlerde sorunum var. Yaratıcı zekam sanat tarafında değil, daha çok matematik tarafında çalışıyor. O yüzden bildiğim alanda kalmayı tercih ettim.
— Gelecekte anneniz ve babanız üzerine araştırma yapmak isteyen kişilere destek olur musunuz?
Tabii ki. Özellikle materyal anlamında. Çünkü arşivimiz var. Annem bu konuda daha arşivciydi. Topluyordu. Babam ise hiç ilgilenmezdi. Annemin derli toplu tuttuğu şeyler var. Arşivcilik çok önemli bir şey. Annem en doğrusunu yaptı. Babamın yaklaşımı doğru değil bu konuda. Türkiye’de ne yazık ki arşivcilik ve belgeselcilik çok zayıf. Ali’yle konuşuyorduk; “Turgut Uyar ile ilgili on saniyelik görüntü bulamıyoruz. Bu adam yaşamış mıdır, var mıdır yok mudur? Bir iki tane ses kaydı var, o kadar.” demişti. Gerçekten Türkiye bu konuda çok zayıf. O yüzden böyle çalışmaları teşvik etmek lazım. Ben de Türk edebiyatı tarihi açısından doğru olan şeylerin ortaya çıkması için elimden gelen katkıyı sağlarım.
“Merak etmiyorum. Çünkü merak etmeye hakkımın olmadığını biliyorum.”
— Daha önce annenizin isteği üzerine, annenizle babanız arasındaki bazı mektupları yırttığınızı söylemiştiniz. Bu mektupları hiç merak ettiniz mi?
Etmedim. Birinin mahrem olan bir eşyası beni ilgilendirmez. O yüzden yırtarken de merak ederek yırtmadım. İkisinin arasındaki bir şeydir, benim üstüme vazife değil. Tam tersine, başkasının özel bir şeyini görmek beni rahatsız eder. Merak etseydim de fark etmezdi; yine aynı şeyi yapmam gerekirdi. Ama merak da etmiyorum çünkü merak etmeye hakkımın olmadığını biliyorum. Ben olsam, bana yapılmasını istemezdim. Ben de yapmam.
“Çekingen bir yapım var. Babama çok benzerim o bakımdan.”
— Ekşi Sözlük’te hakkınızda “sert ve mesafeli” bir insan olduğunuza dair yorumlar var. Ben ise daha çok çekingen bir yapınız olduğunu düşünüyorum.
Evet, gayet çekingen bir yapım var. Babama çok benzerim o bakımdan. Mesafeli olduğum doğru ama sert bir insan değilim aslında. Yardımsever, nazik, yumuşak bir insanımdır. Ama yaptığım iş gereği böyleyim. Sonuçta sosyal bir iş yapıyorum. Ben hiç sosyal bir insan değilim. Ama yaptığım iş sosyal bir iş. Bu bir profesyonellik meselesi. Profesyonel olarak işimi yapmam lazım ve kendimi öğrencilere karşı sorumlu görüyorum. Özellikle ilgi gösteren öğrencilere karşı bir sorumluluğum var. O yüzden de sınıfta belirli bir düzeni sağlamam gerekiyor. Bazen kurallar açısından sert davranmam gerekebiliyor. Aslında sertlik değil, kuralcılık diyebiliriz. Mesafe ayarlamanın bu mesleğin bana öğrettiği en değerli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum.
Bilge Karasu’yla çok güzel bir anımız vardır. Bir gün, tam çıkacağı sıra, annemle Bilge Amca kapı ağzında benim hakkımda konuşuyorlardı. Annem, “Turgut bizim gibi değil. O, insanlardan bu kadar kazık yemiyor. Çünkü onun alnında enayi yazmıyor.” dedi. Bilge Amca da, “Yok bakma, aslında onun da alnında enayi yazıyor ama kimseyi okuyacak kadar yanına yaklaştırmıyor.” dedi. Bu çok doğru bir tespitti. Çekingen bir insanım. Bu çekingenlik bazen ukalalık veya suratsızlık olarak algılanabiliyor.
— Annenizin daha önceki ilişkilerini duymak sizi rahatsız ediyor mu?
Kesinlikle hayır. Gayet normal bir şey. İnsanların ilişkilerinin, sevgililerinin olması kadar doğal bir şey yok.
— Eğer bir şansınız olsaydı, annenizin ve babanızın sizin hangi döneminizde yanınızda olmasını isterdiniz?
Aslında ben onu tersine görüyorum. Keşke o kadar küçük olmasaydım, biraz daha aklımın erdiği zamanlarda onlarla daha aklı başında konuşma şansım olsaydı. Annemle daha yetişkin konuşmaları yapma şansım oldu ama babam öldüğünde daha ergenlikteydim. Keşke en azından yirmili hatta otuzlu yaşlarımda onlarla konuşma fırsatım olsaydı da, yetişkin bir insan olarak onların söylediklerini duyabilseydim. Çok isterdim. Ama kendi hayatımdaki dönemler açısından, “babam şu dönemde yanımda olsaydı” dediğim bir şey hiç olmadı.
“Zaman geçtikçe özlediğini hissediyor insan.”
— İnsanların sizi sürekli annenizin ve babanızın isimleriyle anmaları sizi rahatsız ediyor mu?
Hiçbir şekilde etmiyor. Tomris Uyar ve Turgut Uyar’ın oğluyum. İnsanların beni bu şekilde anmaları gayet doğal. Beni rahatsız etmez. Kaybettiğim insanlardan bahsedilmesi bakımından… Normalde bundan beş altı yıl öncesine kadar pek yoktu ama zaman geçtikçe hakikaten daha fazla özlediğini hissediyor insan. Çünkü Tomris Uyar, Turgut Uyar, Edip Cansever, Bilge Karasu gibi insanlarla büyümüşüm. Onlar gibi insanları bazen tekrar görmek istiyor insan. Ya da eksikliğini hissediyor en azından. Son birkaç yıldır, normalde nostaljik olmamama rağmen, keşke tanıdığım o tip insanları hâlâ görüyor, onlarla konuşabiliyor olsaydım hissine kapılıyorum.
Kaynak: Parende Dergisi, 2015, Sayı:10