Cinler, Cüceler ve Periler; Bilgehan Tuğrul’un Masalsı Evreni

 

 

  1. Bilgehan Tuğrul kimdir ve okuyucuya bu kitabında ne vadediyor? 

Şiveli havlayan köpeklerin sokağa kazandırılması projesinde yer almış,  şımarık kedilerin ev yemeklerine karşı gösterdikleri davranış bozuklukları hakkında makale yazmış ve narkotikten emekli köpeklere bedava kemik dansı yapmış eğri bir peri; sinema okuyor, dolu zamanlarında öykü, senaryo ve şiir yazıyor. İlginç Bilgeler’de çocukluğunuzun coşku belleğine değeceğimi ve kısa süreliğine de olsa yetişkinlik adı altında terk ettiğiniz peluşların hayaletlerini yanınızda bulabileceğinizi söyleyebilirim. Gölgeleri izlediğiniz evrende yüz dakikalık saygı duruşu. (Tekerlekli sandalyede olanlara, felçlere ve skolyozlara farz değil.)

 

  1. Hayatında sanatın farklı disiplinlerinden (oyunculuk, film tasarımı, belgeselcilik) besleniyorsun. Bu çok yönlü deneyimlerini, “Midilliler Hakkında İlginç Bilgeler” kitabının şiirsel dünyasını nasıl şekillendirdi? 

Şiirlerim kurmacayla belgeselin karışımı. Görsel olarak hayal edebildiklerimi yazmayı daha çok tercih ediyorum ama bu sinemadan gelen bir durum değil, çocukluğumdan beri böyle. Yazdıklarımda kendimi özne olarak görmeyi seviyorum. O yüzden bütün arkadaşlarım filmlerinde beni oynatsın istedim. Aslında neysem edebiyatta da o’yum. Kitaptaki şiirlerim bana apaçık ve yalın gelmişti, arkadaşlarım dilimi anlamakta zorluk çektiklerini söylediklerinde şaşırdım. Peri Bakıcısı İçin Teşekkürler’de gördüğüm rüyadan bahsediyordum. Babamla Paris’teydik. Mağazada bana beyaz elbiselerden bakıyorduk sonra dışarı çıkıp zürafayla konuştuk. Ama diyoruz ki zürafa Türkçe nereden bilsin? O yüzden İngilizce konuşmuştuk.  “paris’e gittik, girdik mağazaya

sen bana beyaz bir kuğu beğendin v yaka… kısa zürafayla İngilizce konuştum.” İtiraf etmem gerekirse zürafa gayet uzundu ama ben işi melgesele (mockumentary) çevirdim. Şimdi düşününce zürafa ne İngilizce biliyordur ne de Fransızca, Allah bilir Eiffel’in dibinde zürafacayı bile sökememiştir. Sürekli kendimden bahsediyor oluşumu da oyunculuk iştahımın açıklığına bağışlıyorum.

 

  1. Şiirlerinde çocukluk travmaları, kayıplar, kırılganlık ve isyan temaları yoğun biçimde hissediliyor. Bu temalar senin kişisel hafızandan mı doğdu, yoksa kuşaklar arası bir his aktarımı mı yaratmak istedin?

İkisi de.

 

  1. Şiirlerinde sıkça geçen aile bireyleri — özellikle baba, dede ve anne figürleri — kitapta nasıl bir metaforik rol üstleniyor? Bu karakterler bireysel mi yoksa daha kolektif bir hafızayı mı temsil ediyor? 

Bireysel. Babamı hayatımda birçok güzel şey olarak görüyorum. Adının kısaltılışı (OZ) büyücü olduğunu hissettiriyor. Bazı şiirlerimde bab diye geçiyor. “Bir harf eksilterek içimde” bab’a ithafen ama tek karşılığı değil. Bab kelimesi bana her zaman lise yıllarında öğrendiğim Bâbüssaâde’yi çağrıştırmıştır. Topkapı Sarayı’nın saadet kapısı. İstemeden istediğim bir anlam elde etmişim. Belki şans belki de bilinç dışının benden daha bilge oluşu. Dedelerimin hiçbirini tanımadım. Sadece ufak tefek şeyler duydum. Şiirlerimdeki dede babamın babası olan. Kendisi çok iyi at sürüyormuş.  “ben balkondan atlarken atla gelecek inşallah” demem ondan. Kitaptaki anneye gelecek olursak hükümeti temsil ediyor denilebilir…

 

  1. Kitap boyunca dinî, mitolojik ve masalsı öğeler (Bambi, flamingo, cinler, periler, kuğular) belirgin. Gerçeklik ile hayal arasındaki bu ince çizgiyi kurarken neyi amaçladın? 

Gerçeklikle hayal arasına çizgi yerleştirmeyi amaçlamadım hiçbir zaman. Yazdıklarımın ya yaşandığını ya da yaşanacağını düşündüklerimdir.  Uzaylıların bizi yok saymaları, varlığımızı ortadan kaldırmadığına göre unicornlar da kesinlikle anksiyetelerinden dolayı gözükmek istemiyorlar. Bir gün balkona kanatlarını serip “Artık abonman yaptırmana gerek yok. Bizdensin.” deseler şaşırmam. “Demiştim.” derim sadece.  Gerçek/hayal mevzusunda beni üzen şu oldu: kitabım çıkmadan, öykülerim/şiirlerim yayımlanmadan önce düşündüklerimi bazı arkadaşlarıma anlattığımda beni çok uçarı bulup “senin uyku vaktin gelmiş.” diyen o sohbeti orada bırakanlar oluyordu. Ama o cinleri, cüceleri kitapta gördüklerinde tebrik ettiler. Hayran kaldıklarını, epey yaratıcı bulduklarını söylediler. Oysa onlara gerçek olarak anlattığımda kurmaca hallerinden daha kıymetliydi.

 

  1. Şiirlerin genel yapısında çok yoğun bir ‘kırılganlıkla başkaldırı’ hali var. Sence bu kitabı yazarken içsel bir iyileşme mi, yoksa bir tür ‘kayıp belgeleri’ oluşturma arzusu mu ağır bastı? 

Unutmayı sevmiyorum ama olduğu gibi hatırlamayı da pek tercih etmiyorum. Kayıp belgeleri kırpıp simleyip arşivliyorum diyebiliriz.

 

  1. Kitaptaki şiirlerde biçimsel olarak kesik cümleler, ani sıçramalar ve sözdiziminde kırılmalar dikkat çekiyor. Bu anlatım tekniğini tercih ederken okuyucunun nasıl bir deneyim yaşamasını hayal ettin? 

Anlamın çoğulluğundan yararlanmak istedim. Es vermeyi seviyorum. Algılamayı kolaylaştırıyor ve derinliği arttırıyor. Binadan atlarken direkt yere çakılmak mı keyifli olurdu yoksa komşuların neler yapıp ettiğini kesik kesik görebilmek mi? Tabii ki hiçbiri. İçeri girin ve dedeniz süvari değilse balkondan atlamayın.

 

  1. Bazı şiirlerde mizahi, hatta absürd bir üslup beliriyor (develere tükürelim sevgilim, penguenle kaçmak, piç leylekler gibi). Bu kara mizah tonunu nasıl geliştiriyorsun? Bilinçli bir strateji mi, yoksa yazarken kendiliğinden mi ortaya çıkıyor? 

Bu benim hayatı algılama biçimim. Hiç ana akım senaryo yazamıyorum ya da bir şeylerle dalga geçmeyen öyküler/şiirler. Asıl geliştirmem gereken taraf o. Hayatı ciddiye almayı bırakınca beynimin işleyişi değişti. Cenazelerin komik yanlarını işaret eden bir haylaza dönüştüm.

 

  1. Kitabın bütününe yayılan yoğun bir kayıplar coğrafyası var. “Ahlar kasabası” gibi kavramlarla bu kayıp coğrafyaları kurarken, çocukluk mu, toplum mu yoksa bir tür varoluşsal yalnızlık mı temel çıkış noktandı?

Çocukluk. Birini kaybetmek yalnızlığı da beraberinde getirdi zaten.

 

  1. “Kesintisiz Kan” gibi şiirlerde ölüm, kayıp ve savaş imgeleri çocuksu bir dil ile sunuluyor. Bu dil tercihiyle, travmalarla başa çıkmanın bir yolunu mu arıyorsun? 

Bugüne kadar yaşadığım herhangi kötü durumu ya da olguyu travma olarak adlandırmamıştım açıkçası. Bu kelime bana çok yabancı geliyor. Depresyon burjuva hastalığı diyenler vardır ya… Ben de kendime tanı koymaktan hep uzak durdum. Çocuksu dilin sebebi bir şeylerle başa çıkmaktan ziyade başka dilimin olmamasıydı. Sadece Türkçe bilen birinden İnekçe yazmasını beklemezsiniz değil mi? Ama neyse ki 2024’te üslubum kendine yeni jartiyerler aldı. İlk şiir kitabım şiirimin çocukluk çağıydı. Böyle bir tane daha dosya var elimde. Ama şu an yazdıklarımla edebiyatımın ergenlik çağına adım attım. Ne kadar sürecek bilmiyorum. Başka evreye atladığımı hissettiğim için heyecanlı ve sevinçliyim.

Onların özel hayatını ifşa etmek ne kadar doğru bilmiyorum ama artık ponyler azgın, cüceler erekte…

  1. Son olarak genç ve ilk şiir kitabını yayınlayan bir şair olarak etkileşim alanların nelerden oluşuyor? 

Köylüler, film festivalleri, karşılıklı eylemsiz aşk.

 

En Yeniler

Yeni Çıkanlardan; Fabrikanızın Keyfi Yerinde mi?

Zeynep Karaca, 2022 yılında yayımlanan ilk şiir kitabı Gövdesi...

Sait Faik’in Ardından Bir Veda, Bir Vasiyet, Bir Fısıltı: Selim İleri’nin Son Tanıklığı “O Derin Fısıltı”da Okurla Buluşuyor!

(Basın Bülteninden) Farklı diyebileceğimiz üç kuşaktan üç yazar, aynı zamanda...

Tanıdık Bir Hikâye: Önce Herkes Derin Bir Nefes Alıp Versin

Mihriban Kurt   Söze Tolstoy’un ‘‘Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz...

Tanrı Kırıntısı

Barış Yıldırım Islık çala çala yürüyorum sırdaşım barakalar yeni düşmüşüm boyumu...

Incendies: Belleğin Kırılganlığı Üzerine

Leyla Bayrı   Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nin 2010 yılında sinemaya uyarladığı...

Serdar Süalp ile Söyleşi; “QWERTY” Üzerine

“Görsel şiirin yadırganmasının sebebi belki de görsel ile şiiri...

Benzer İçerikler

Tanıdık Bir Hikâye: Önce Herkes Derin Bir Nefes Alıp Versin

Mihriban Kurt   Söze Tolstoy’un ‘‘Mutlu aileler birbirine benzerler, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.’’ cümlesiyle giriş yapmayı uygun buldum. Her ailenin trajedisi biriciktir,...

Incendies: Belleğin Kırılganlığı Üzerine

Leyla Bayrı   Kanadalı yönetmen Denis Villeneuve’nin 2010 yılında sinemaya uyarladığı Incendies (Türkçeye “İçimdeki Yangın” olarak çevrilmiştir), çağdaş sinemanın en çarpıcı savaş sonrası dramlarından biri olarak...

Serdar Süalp ile Söyleşi; “QWERTY” Üzerine

“Görsel şiirin yadırganmasının sebebi belki de görsel ile şiiri bağdaştıracak bir formun insanların zihninde henüz oluşmamış olmasıdır.”   Can Ülgen, Serdar Süalp ile Fabrik Kitap etiketiyle...