Serdar Süalp ile Söyleşi; “QWERTY” Üzerine

“Görsel şiirin yadırganmasının sebebi belki de görsel ile şiiri bağdaştıracak bir formun insanların zihninde henüz oluşmamış olmasıdır.”

 

Can Ülgen, Serdar Süalp ile Fabrik Kitap etiketiyle çıkan şiir kitabı “QWERTY” hakkında konuştu.

Can Ülgen: Serdar Süalp, biraz kendinden de bahsedebilir mi bize? İlk ne zaman şiir yazmaya karar verdi? Şiirdeki ne gibi eksiklik kendisini yeni bir şeyler aramaya itti?

Serdar Süalp: Ben şiir yazmaya oldukça geç sayılabilecek bir yaşta, 30’lu yaşlarımın başında başladım. Beni şiire iten ise şiirdeki eksikliklerden ziyade hayattaki eksiklikler ya da daha doğrusu yanlışlıklardı. Zaten o dönemde şiirdeki eksikliklerden haberdar olma ve dolayısıyla bu eksikliklerden rahatsızlık duyma gibi bir durum, şiire dair kısıtlı bilgim göz önüne alınırsa mümkün değildi. Şiire karşı oluşan bu ilgi, hem şiire hem poetik metinlere yönelik yoğun bir okuma sürecini de beraberinde getirdi.

Can Ülgen: Şiir bir görsellik oluşturur mu? Şiir, görülebilen bir şey midir ki şiiri görselliğin bir şiiri olduğunu iddia ediyoruz?

Ek olarak, ilk görseldeki “kaydetme” butonu aktif olsaydı, Serdar Süalp başka bir klavye ile mi çıkacaktı karşımıza?

Serdar Süalp: Şiir tabii ki bir görsellik oluşturur. Apollinaire’in kaligramları, Ezra Pound’un kantolarında kullandığı semboller düşünüldüğünde şiiri görsellikle bağdaştırma çabalarının çok da yeni olmadığı görebiliriz. Henüz yazıya dökülmediği ya da dökülemediği çağlarda şiir, topluluklara ozanlar tarafından çeşitli çalgı aletleri eşliğinde sunulan müzikal bir performanstı. Bu geleneğin bugüne uzantısı olarak da şiir yüzyıllar boyunca hep sesle beraber düşünüldü. Divan edebiyatının sese ve müzikaliteye dayanması, şiirin sözden ziyade musikiye yakın olması gibi anlayışlarla çağlar boyu gelen bu birikim, bugünün insanının zihninde şiirin ses ve müzikaliteyle ilişkisinin yadırganmayacağı bir form oluşturdu. Görsel şiirin yadırganmasının sebebi belki de görsel ile şiiri bağdaştıracak bir formun insanların zihninde henüz oluşmamış olmasıdır. Yoksa biz neden mağara duvarlarına çizilmiş resimlerde bir şiirsellik bulmayalım ve şiirin ana kaynağını neden buradan almayalım ki? Ek olarak, ilk görseldeki “kaydet” butonunu kullanan kimseye şimdiye kadar maalesef rastlamadım. Buna ben de dahilim. Belki de “kaydet” butonuna tıklamaya cesaret ettiğimiz gün bu amaçlılığımızdan da kurtulmuş olacağız. Başka bir klavye ile ortaya çıkmak mümkün mü? Kitap biraz da bu sorunun cevabını araştırıyor.

Can Ülgen: Zeka küpü görselini oluştururken veya yazarken Necip Fazıl’dan ne gibi etkilendiniz?

Serdar Süalp: Necip Fazıl oldukça tartışmalı bir isim. Ama ben şairlerin dünya görüşleri, siyasi bağlılıkları ya da ahlaki konumlarından çok eserleriyle ilgilenilmesinden yanayım. Üçlü hece ölçüsüyle şiir yazmak, hatta yazmaktan ziyade yazmaya karar vermek dil ustalığının yanında büyük bir cesaret ve kendine güven meselesi. Aynı ölçüde de büyük bir akıl ve zeka işi. İşte bu zeka meselesinin, yine zeka gerektiren bir uğraşla yani rubik küple bir benzerlik, bir analoji kurabileceğini düşündüm. Tabii beni böyle düşünmeye iten esas şey, rubik küpün de her bir yüzünün üç çarpı üç şeklinde dokuz kareden oluşması oldu.

Can Ülgen: Yapay zekanın şiir ve görsel şiirle ilişiği nedir sizce? Son dönemlerde X’de popüler olan “Grok” ile bir görsel şiir oluşturulabilir mi?

Serdar Süalp: Yapay zeka ile çok etkileyici görseller elde edilebilir. Ama bu görsellerin şiirsel yanı olur mu, olursa hangi niteliklerde olur, bunun yanıtını alabilmek için belki biraz zaman geçmesi gerekiyor. Buna Grok da dahil. Burada asıl soru, bu görsellerde yapay zeka mı insana tabi olacak, yoksa insan mı yapay zekaya boyun eğecek? QWERTY’deki görsel şiirler içinde yapay zekayı sadece Monet, Pollock, Klee ve Miro tablolarını konu alan görsellerde kullandım. Ama yapay zekayı boşa düşürmek için. Bunu da yapay zekaya insanın duygusal tarafı bir şekilde ‘öğretilebilse’ bile yaratıcı tarafının öğretilebilecek bir şey olamayacağını gösterebilmek adına yaptım.

Can Ülgen: “QWERTY” üzerinde çalışılmış bir dosya. Fabrik Kitap’ın klasikleşen şiir serisiyle okuyucu önüne geliyor. Serdar Süalp için “QWERTY” tanımlamaların dışında nedir? Teknoloji geliştikçe şair artık kalemi bırakıp klavye yazarı mı oldu(!)

Serdar Süalp: Matbaanın gereği olarak şairler kalemi bırakalı çok oldu (!) Yahya Kemal bile şiirlerini kalemle yazıp sonradan eşine dostuna daktilo ettiriyordu. Sonra bilgisayara geçildi. Daktilo, bilgisayar ya da gelecekte yazı aracı her ne olacaksa, sadece şairin zihninde oluşanların matbu düzene aktarılması için aracı bir işlev görecekler. Yani burada esas olan şiirin şairin zihninde oluşması, daha doğrusu oluşabilmesi. Bu noktadan sonra şiirin okura sunulacağı mecraya (kağıt, ekran vb.) nasıl aktarıldığının çok da bir öneminin olmadığını düşünüyorum.  Bu bağlamda da QWERTY, insanın yararcı bakış açısına kurban edilen her şeyin ortak bir temsili olarak düşünülebilir.

 

Can Ülgen: Şiiri oluştururken; yaşanmışlık, dize işçiliği, ses, bağlam, yenilik vesaire unsurlar önemliyken görsel şiiri oluşturmada ne gibi kreatif düşünce veya unsurlardan geçiyorsunuz? Görsel şiir nasıl çıkıyor ortaya? Görsel şiiri, klişe şiir karşısında yeni bir akım olarak görüyor musunuz?

Serdar Süalp: Elbette ki görsel şiirle uğraşan her şair bu konuda farklı şeyler söyleyecektir. Bana göre görsel şiirde, şiirin, resmin ya da başka bir disiplinin kurallarına, kalıplarına bağlı kalınmadan salt yaratıcılık ön planda olmalı. Bu yaratıcılığın da nasıl işleyeceği ise sadece şaire kalmıştır ve şair sayısı kadar bir üslup çeşitliliği çıkar önümüze. Görsel şiiri, metin şiir karşında yeni bir akım olarak hem görüyorum hem görmüyorum. Bu arada metin şiirin klişe olarak değil de klasik şiir olarak nitelenmesi daha doğru olur diye düşünüyorum. Görsel şiir, şu an için şiir kategorisi içinde olduğundan elbette metin şiir karşısında yeni bir akım olarak değerlendirilebilir. Ama öte yandan, görsel şiirin ayrı bir disiplin olarak bağımsızlığını henüz ilan edemediği için şiirin çatısı altında barındığını söylersek, yakın gelecekte böyle bir değerlendirmede bulunamayacağız demektir.

Can Ülgen: Momento Mori şiiri “gülmüş bulundum” şeklinde bitiyor. Size bir söyleşide gelecek on sorudan biri elbette ki Edip Cansever hakkında olacaktır. Fakat ben etkilenmenizden daha çok Edip Cansever şiirinin etkilerini görsel şiirde bulabildiniz mi onu merak ettim. Siz bu durumda ne söylemek istersiniz?

Serdar Süalp: Memento mori, ölümü hatırla, ölümü aklından çıkarma gibi anlamlara gelen Latince bir deyim. Ben bu deyimi dilsel bir sapmayla, ‘ölüm anı’ anlamına gelebilecek bir forma çevirdim. Bu bağlamda Momento Mori, ölümün akıldan çıkartılmadığı bir ömrün sonundaki ölüm anı olarak okunabilir. Belki Momento Mori, ‘Gelmiş Bulundum’ şiirini Cansever’in bıraktığı yerden almış, sonuna kadar götürmüştür. Edip Cansever söz konusu olduğunda ise bence söylenebilecek ilk şey, Cansever’in çok geniş bir yaratıcı güce sahip, büyük bir sanatçı olduğudur. Derin okumaları bırakın, şiirlerine şöyle bir göz gezdirseniz bile bu gerçeği görürsünüz. Böyle bir sanatçının şiirlerini okuduğumda zihnimde oluşan imajların mutlaka görsel şiirlerim üzerinde etkisi olmuştur.

Can Ülgen: Nedir bu şairdeki resim merakı? Şair, yenilikten uzak mı durmalıdır(!)

Serdar Süalp: Bu soruya öncelikle “resim merakı olanlar yenilikten uzak duranlar mıdır (!)” gibi bir kontra-soruyla karşılık vermek isterim. Bunun yanında, resim, düşünce tarihini en somut ve görsel olarak takip edebileceğimiz sanat dallarının başında gelir diyebilirim. Örnek vermek gerekirse Orta Çağ’ın dogmatik düşünce dünyası, iki boyutlu dinsel resimlerle ilahi olanı yüceltip insanı geri plana atarak kendini gösteriyordu. Ardından Rönesans ve hümanizmle beraber resmin ana eksenine insan oturdu. Aydınlanmanın öne çıkardığı akılcılığa karşı romantizm gelişti. Sonuç olarak insan, yaşadığı çağın egemen görüşüne hep sanatla karşılık verdi ve hala da veriyor. Bugün içinde bulunduğumuz tektipleştirici teknoloji çağının antitezini ise soyut ve dışavurumcu sanatın öznelliği ön planda tutan tavrında bulduğumu söyleyebilirim. Teknolojinin bu alana müdahalede edemeyeceği düşüncesini somuta dökme çabası da soyut/dışavurumcu resimlerin görsel şiirlerimde bu denli yoğun kullanımını getirdi.

Can Ülgen: Garip, Türk şiirinde duruluk ve saflık getirmek için başlatılan bir akımdı. Garip’in izlerine 1950 Türk öykücülüğünde de rastlıyoruz. Garipçiler içinde, bir bakıma fazlalıkları metinden süpürmek ve daha basit bir anlatım biçimi kullanmak düşüncesi de hakimdi diyebiliriz. O dönemle bu dönemi kıyaslarsak görsel şiir ortalığı süpürmek gibi benzer bir metafor barındırıyor mu?

Serdar Süalp: Her akım yeni bir anlatım tarzı, yeni bir söyleyiş oluşturmak iddiasıyla ortaya çıkar. Garip, az önce de söylediğiniz gibi, fazlalık olarak gördüğü söz sanatlarını şiirden çıkararak şiiri daha duru ve basit bir anlatıma kavuşturmak amacıyla ve en önemlisi de bir manifestoyla bu amacı temel amacı haline getirerek ortaya çıktı. Yani daha ortaya çıkarken bile gelecekte dogmatik bir yapıya bürüneceğini istemeden de olsa ilan etmiş oldu. Görsel şiirin de farklı bir anlatım tarzı oluşturma amacıyla ortaya çıkışı, Garipçilerin ortaya çıkış amaçlarıyla karşılaştırıldığında benzerlik gösterebilir. Aslında bu açıdan bakıldığında görsel şiirle bütün akımlar arasında bir benzerlik kurulabilir. Görsel şiirle uğraşan tüm şairler adına elbette konuşamam ama en azından benim için görsel şiir temel amaç değil, yeni anlatım olanaklarının araştırıldığı ve bu olanakların bulunduğu yerde yerine yeni anlatım tarzlarının ikame edilebileceği bir alandır.

Can Ülgen: Şiir, somut bir şey olsaydı dilimizde soyutlama eksikliği oluşmaz mıydı? Görsel şiir, bu soyutlamayı somuta dönüştürmek için mi yazılıyor? Ya da yazılmaktan çok oluşturuluyor mu? Gördüklerimizin bilincimizde kalması mı görselliği oluşturur, yoksa sanatçıların ne anlattığı anlamak zorunda mıyız? Yoksa aksine, görsel şiir eksik bir soyutlamayı mı tamamlıyor?

Serdar Süalp: Abdülhak Hamit’in sevdiğim bir sözü var: “şiir, bir hakikat-i müthişenin tesiri altında hiçbir şey söyleyememektir”. Bu söyleyememe işi de metin şiirin soyut alanında gerçekleşiyor. Görsel şiir ise belki yine ‘hiçbir şey söyleyemiyor’ ama hakikat-i müthişeyi daha somut bir alana çekerek daha görünür kılıyor.

Can Ülgen: Kitaptaki görsel şiirler daha önce denk geldiğim muğlak, baskı karartmalı ve sembolist görsel şiirlerden daha farklı. Serdar Süalp’in dize işçiliğine de bir yorumda bulunabilir mi okuyucu burada?

Serdar Süalp: Görsel şiirleri, az önce konuştuğumuz o hakikat-i müthişeyi okuyucuya ya da izleyiciye tam olarak yansıtmasa bile en azından sezdirmesi gerektiği düşüncesiyle oluşturdum. Biçimsel olarak farklı olsa da metin şiirlerin ardında yatan kaygı da aynı. İkisi arasındaki bağlantıyı elbette en iyi şekilde okuyucu/izleyici değerlendirecektir.

Can Ülgen: Serdar Süalp, sadece görsel şiir temasıyla yeni bir şey söyleyerek değil aynı zamanda şiir kurmasında ve deneysel biçimiyle de bir yenilik kurduğunu düşünüyor mu? Ayrıca “QWERTY” yabancı kökenli bir isim. Dosyaya bu ismi verirken ne gibi varsayımlarınız oldu?

Serdar Süalp: QWERTY’nin yabancı kökenliden ziyade yabancı bir kelime olduğu doğru. Üstelik bu yabancılık sadece kelimede de kalmıyor. Soyutlamayı bir yana bırakıp nesne olarak düşünürsek de QWERTY, üzerinde belli harfler bulunan ve bir klavye üzerinde art arda yer alan tuşlardan oluşan bir seri. İnsanın kendisini ifade etmesine aracılık eden bu harfleri, art arda bulunuşun getirdiği düzenlilik içinde düşündüğümüzde düzenliliğin ifadeye ağır bastığını ve ifadenin ikinci planda kaldığını görüyoruz. İşte insanın kendi ifadesiyle arasına giren bu düzenlilik veya düzenlilik amacına yönelişin son kertede insanın ‘kendi klavyesine’ yabancılaşmasına, başrolde olduğu bir oyunda kendisinin seyircisi bile olamamasına sebep olduğunu düşünüyorum.

Can Ülgen: Benimle birlikte bu söyleşiyi yaptığınız için ve sorulara içtenlikle cevap verdiğiniz için çok teşekkür ediyorum. Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?

Serdar Süalp: Hem kitabın okurun gözünde daha net bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olan hem de benim kitap hakkında farklı açılardan tekrar düşünmemi sağlayan bu anlamlı ve üzerinde çalışılmış sorular için asıl ben çok teşekkür ederim.

 

En Yeniler

Ezra Pound – Kanto 1

Çeviren: Tugay Kaban Ve sonra gemiye indik, Omurgayı dalgalara çevirdik, kutsal...

Kısa Film Festivali: “Gelecek Kısa” İzleyiciyle Buluşuyor

İstanbul Modern Sinema, nisan ayında Türkiye’den kısalara yer veriyor....

Zafer Yalçınpınar’ın Yeni Şiir Kitabı: ÇALMAYAN & KÖTÜ yayımlandı!

İlk edisyonları açık kaynaklı e-kitap olarak 2014 ve 2018’de...

Yaşantının Atomları

Süleyman Sabri Genç siyahı parlatan ipektir   I siyah ipekle yırtılıyor anlatının miti mum...

Sokakta İsim Yok: Güç, İsyan ve Unutulanlar

"Ancak gücün kendisini gerçekten tehdit altında hissetmesi için, bir...

Everest Yayınları’nın Yeni Şiir Kitapları Yayınlandı

Asuman Susam, Mehmet Said Aydın ve Onur Şahin’in yeni...

Benzer İçerikler

Sözü Olmayan Baba, Yüzleşemeyen Çocuk: “Babam, Ev ve Yumurta Kabukları” Üzerine Bir Söyleşi

    Fatma Nur Kaptanoğlu & Azimet Avcu Kitaplarınızda, genellikle şehir hayatı ile taşra arasındaki geçişler ve içsel hesaplaşmalar ön plana çıkıyor. Bu temalar...

Sahaflıktan Sahneye: Ahmet B. Tamu Şiirindeki Kapsamlı Dünya

Merhaba Ahmet, kitabının editörlüğünü büyük bir keyifle yaptığım için ilk söyleşiyi de ben yapmak istedim. Senin gibi çok yönlü bir kişinin yaratımı gerçekten çok...

Dilara Elitaş’la Kozmik Şaşma Üzerine Söyleşi

Bahaddin Tuncer: Merhaba Dilara, öncelikle yeni kitabın için seni kutlamak istiyorum. Şiir serüvenin açısından umarım güzelliklere vesile olur. Kozmik Şaşma (Epona, 2024), isminden de...