Sahaflıktan Sahneye: Ahmet B. Tamu Şiirindeki Kapsamlı Dünya

Merhaba Ahmet, kitabının editörlüğünü büyük bir keyifle yaptığım için ilk söyleşiyi de ben yapmak istedim. Senin gibi çok yönlü bir kişinin yaratımı gerçekten çok değerli. Amatör müzik yapıp, stand-up gösterilerine çıkıp, sahaflığa devam etmen. Ayrıca da maaşlı bir işte çalışıyor olman beni kıskandırıyor. Bu aşamalarda oluşan şiir kitabınla ilgili sorular sunmak istiyorum sana.

İşlerle ilgili tek söyleyebileceğim, kendime daha fazla vakit yaratmak istedikçe daha fazla vaktim gidiyor. Okumaya ve üretmeye daha fazla zaman ayırmak için elimden geleni yapıyorum. Fakat sadece keyfi olarak okuma, izleme ve üretmeye daha çok odaklanabilmek isterdim. (bu kısım olmasa da olur, şu an sikörtalı iş yok, bağkurluyum)

  1. Kitaptaki birçok şiirin altına yazıldığı yer ve tarih not düşülmüş. Farklı şehirlerde, hatta farklı ülkelerde yazılmış bu şiirler senin için ne ifade ediyor? Mekânlar şiirlerine nasıl etki etti?

“O anda, orada…” olana saygı saygı duyasım var sanırım. Zamanın biricikliği ve geri dönülemezliği bana bunu yaptırıyor olabilir. Şehirler, mekanlar, zamanlar bazen her şeyi etkiliyor. Sadece zamanın ya da mekânın poetikası bağlamında söylemiyorum. Kanlı canlı hayatın içi de böyle. O sanat yapmadan, şiire bulaşmadan duramadığımız hayatın canlılığı ve her anın kıymetiyle ilgili. Sıklıkla bir mekânın ve o anki durumun bana şiir yazdırdığı vakidir. Keşke daha çok gezme fırsatım olsa… Dünyayı şiir yaza yaza gezmek isterdim.

  1. ⁠Kitabında sokak dili, popüler kültür referansları, tarihî ve akademik göndermeler iç içe geçmiş. Bu üslup tercihini nasıl belirledin? Kendi şiir anlayışını nasıl tanımlarsın?

Daha önce Türkçe’nin geniş tarih aralığında kayda değer coğrafyalarda haddeden geçmiş nezaket gibi süzüldüğünü ve bu dilde kalem oynatanlar için müthiş bir mirasa dönüştüğünü söylemiştim bir dergide. Bu mirasın bir de bana göre yansıması şiir anlayışıma dair işaret verir sanırım. Ben Türk dilinin edimlerini her anlamda kullanma eğilimindeyim sadece. Mitoloji deyince akla sadece Yunan ve Roma mitolojisi gelmesi gibi, edebiyat denince de akla bir çeşit Dublaj Türkçesi’nin gelmesi beni hep rahatsız etmişti. Mesela sevgiliye mektup yazan birinin romantik ve edebi algılanması ama watsap mesajı atanın hor görülmesi… Temelde alışkanlıkların insanı, ikisinin de bir iletim yolu olduğunu kavrayamayacak düzeyde zekanın keskinliğinden uzaklaştırmasına işaret ediyor. Her ne kadar tarih düşürme merakım olsa da, şiirin o anlardan azade hali beni büyülüyor. Şiirin insanın anını, gününü, düşünüşünü, bakışını içinde bulunduğu karmaşaları ihmal etmeden verebilmesine bayılıyorum.

  1. ⁠Kitapta “Bauman Günlükleri”, “Fiziki Keşifler Çağı” gibi tematik başlıklar yer alıyor. Bu bölümleri nasıl kurguladın? Hangi fikirlerden yola çıkarak bu temaları belirledin?

Bu bölümleri biraz senin yüzünden kurguladım. Normalde başka bölümler ve başlıklar kurgulamıştım. Onlar da hiç fena değildi ama başına oturunca bunlar çıktı. Ama böyle de iyi oldu.

Gerçek anlamda günde 14-15 saat çalışmak zorunda kaldığım bir dönemde felekten gün çalmaya çakrası yetmediğinden felekten anca kırk beş dakika koparabilen biri gibiydim. O kırk beş dakikalarda gelen yaratıcılığa birkaç dost görüşü de epey etkili oldu. Kendilerine anca kitabı imzalı hediye edebildim ama bir gün kebap ısmarlamayı da planlıyorum.

Bauman Günlükleri, önceleri kitabın adı olmasını düşündüğüm bir tamlamaydı. Rusya’nın özerk bölgesi Tataristan’ın başkenti Kazan’ın en güzel caddesi Bauman’da pek çok şiir yazma ve okuma fırsatım oldu. Fiziki Keşifler Çağı ise bir bedeni olduğunu 23 yaşından sonra fark etmiş Ahmet’in o şapşal duruşunu isimlendirme çabasıdır. Hayatın en özünde manevi bir deneyim olduğunu düşünen birisinin bu beden içinde yaşamak kaçınılmazsa zevk almaya bakıp bakmaması gerektiğini sorgularken kullanmaya çalıştığı fiyakalı bir cümledir.

  1. Bazı şiirlerinde tarihî göndermeler ve ironik bir toplumsal eleştiri var (örneğin “Buraların Yerlisi”, “Şans Eğrisi Felek Uğrusu”). Tarihle ve toplumla olan ilişkin şiirlerine nasıl yansıyor?

Tarihle ilişkim bir dönem ‘tarihçi’ olmayı isteyecek kadar yel yepelekti. Gerçi işin sonunda Türk Dili ve Edebiyatı okuyarak bir nevi edebiyat tarihçisi gibi bir şey olduk da… Fakat en çok Jonathan D. Spence’in Wang Hatunun Ölümü’nde sergilediği dil ustalığı gibi yazarlardan severim. Evliya Çelebi gibi ağaçtan çödüren adamı metne almam demeyenler, insanı rakamlarda boğmayanlar bana daha hoş gelir.

Buraların Yerlisi, ilginçtir, bir diplomatın harika bir araştırma-inceleme kitabını okurken aklıma gelmişti. Şans Eğrisi Felek Uğrusu’nu askerde yazmıştım. Zamanında “sonunu iyi bağlayamamış” diye yerdiğim Suç ve Ceza’nın yazarı gibi, sıradan insanın tarihsel kahramanlara karşı dezavantajını görmek zorunda kalacak kadar sıradanlaştığım için olabilir.

Toplumsal eleştiriyi hayatı daha çekilir kılmanın ve ilerlemenin en önemli şartlarından biri olarak görüyorum galiba. İroni de genetik olabilir. Toplum ise bazen uyum gösteremediğim için ezildiğimi düşündüğüm bazen de iyi ki varlar dediğim insanlardan oluşuyor. Bu şiirime nasıl yansıyor, gerçekten direkt şöyledir diyemiyorum. Fakat tarihten ve toplumdan bağımsız şiir kurmak mümkünse de benim sanatımda yer almasından keyif alıyorum galiba.

  1. ⁠Kitabında punk, rock, santur gibi müzik terimlerine yer veriyorsun (“Punk, Avrat, Gitar”, “My God What a Lovely Sin?”). Müzikle şiirin arasındaki bağı nasıl görüyorsun? Hangi müzik türleri seni şiir yazarken etkiliyor?

Zamanında müzisyen olsam edebiyat alemi rahat edebilirdi belki. Müzik hayatımın her alanında en azından dinleyici olarak ilişkide olduğum bir kavram. MP3’ler ben lisedeyken yaygınlaşmamış olsa dikkatimi toplayıp üniversite sınavına hazırlanabilir miydim emin olamıyorum. Rock nerden girdiyse kanıma girdi bir şekilde ve 30 yaşından sonra sahneye bile çıkmama neden oldu. Santur, Sedat Anar’ın Santurname kitabında her şairden bir şiir istemesi ile ortaya çıktı.

Müzikle şiirin arasındaki bağ çok derin ama bambaşka şeyler. Gerçi müzikte sadece dinleyen ve takliden icra eden biri olarak çok rahat olabilirim. Dönerin kokusu bize hoş gelir ama 12 saat başında bekleyen ustasına sormak lazım, gibisine, müzik bana hep hoş geldi. Beni şiir yazarken belediye otobüslerinin bip sesi bile etkileyebilir tabi ama başta Rock gelir sanırım. Türkçe sözlü hafif batı müziği hastasıyım. Canlı performanslara bayılırım. Bateristleri aşık gibi izler kalırım. Türkü ve sanat müziğinden de acayip keyif alırım. Slipknot’ın scream vokali de, Tolga Çandar’ın sesinden “Çamdan Sakız Akıyor” ya da “İzmir’in Kavakları” da aynı müzik coşkunluğunu hissettirir. Kitabı hazırladığım döneme damgasını Billy Talent vursa da Funda Arar’ın şair olmak istememde etkisi bakidir.

  1. ⁠Modern Dünya ve Dijital Kültür: “Memler/Memesis” adlı şiirinde internet kültürüne bir gönderme var. Dijital çağ ve sosyal medya şiirini nasıl etkiliyor? Şiir yazma biçimini değiştirdi mi?

İçinde bulunduğumuz çağlar şiiri de dönüştürür. Dîvan şiirinde ibn-i vakit diye bir mazmun vardır. Zamanının çocuğu, gibi bir şey yani. Sözlüklerden bakınca ek anlamları falan iyice insanı keşif zevkine vardırır. Bu bağlamda modernizmin dijital ile başka boyuta geçtiği ya da bittiği (tam emin değilim değilim mi bitti mi ama) bu dönemde bunu şiirin dışında tutmak bir çeşit tutuculuk olabilirdi. Cenaze haberlerini telefonla alırken şiirde mektuba telgrafa takılıp kalmak taklitçiliğin, kendine has olamamanın diplerinde gezinmek gibi gelir bana örneğin. Haberleşme ve dijital çağ ekmek yiyişimizi, lavaboda kalış süremizi değiştirdi. Daha hayatın ne kadar içinde olacak… Şiiri hayatın ne kadar dışında tutabiliriz ki?

Biraz da kimin hayatında ne var mevzuu… Çeşme başında âşık olup hayallenen ile instagramdan tanışıp yuva kuran nesillerin şiirlerine giren çıkan öğeler başka olacaktır.

Yazma biçimim değişti denebilir. Genelde ilkin kağıda yazmak keyifli olsa da bazen telefonun notlar kısmına ya da watsap’tan ses kaydına attığım oluyor unutmamak için. Fakat son yeri hep Word oluyor. Sanırım epey değiştirmiş.

  1. “Sisifos Öğleni” gibi şiirlerde felsefi göndermeler yer alıyor. Hangi filozoflar veya düşünce sistemleri şiirini besliyor?

Bir şekilde modern edebiyat okurluğu batağına düşüp felsefeden tamamen uzak kalamazsınız. Felsefe zaman zaman merak sarıp sıklıkla basit düzeyde okumalarla algılamaya çalıştığım bir alan. En çok bağ kurabildiğim Albert Camus olabilir. O da muhtemelen futbola olan tutkusundan. Atinalı Timon’un gerçek dostlarından biri olup onunla felsefe yapmak hoş gibi gelse de, Türkçe’nin kıymeti bilinmemiş şairlerinden Sedat Umran çevirisiyle okuduğum Weischedel imzalı Felsefenin Arka Merdiveni tarzı kitaplara da bayılırım. Şiirimi çok sistemli düşünce gelenekleri ve filozoflarla besleyebildiğimi düşünmüyorum. Daha ziyade ilkellere nazaran gelişkin bir kozmos, mitolojik bir dikotomi, farkına varmakta zorlandığım bir halk bilgisi sarmalından ne artarsa onunla karnını doyuruyor. Kendine hayatın devamlılığı ve dinamizm bağlamında bir nevi “mana” oluşturmaya çalışıyor.

  1. Daha önce öykü ve deneme yazdığın biliniyor. Şiire geçiş sürecin nasıl oldu? Şiirle kurduğun bağ diğer türlerden farklı mı?

Aslında ben yazmaya şiirle başladım. Okul dergisinde bir “annem” şiiri, ortaokulda bana defter hediye eden bir arkadaşla (şiir kitabının sözleşmesini imzaladığım gün toplu taşımada yıllar sonra onunla karşılaşmam pek gizemli gelmiştir bana hep),  defter dolusu şiir yazıp birbirimize göstermemiz, birlikte skeçler yazıp oynayamamamız… Benim ilk toparladığım dosyam da şiir dosyamdı. Fakat ekle çıkar vs derken, öyküler çok daha önce “biz hazırız” diye dile geldi ve ilk kitabım öykü oldu. İki kitabımın çıkışını da Gümüldür’de karşılamamış olmam da açıklayamadığım bir olaydır. Şiire geçmedim, hep şiirdeydim. Aynı anda birçok türde yazmak daha makul geldi. Çünkü konu kendi türüyle geliyor ve onu yazdırıyor aslında. Deneme ise Salâh Birsel üstadımın da sayesinde ciddiye aldığım ve zevk aldığım bir türdür. Bir deneme-araştırma dosyası da 2020’den beri hazırlamaya çalışmaktayım.

Tam şu röportaj sorularını cevapladığım masada, 17 yaşındayken, yıllar sonra bir şair-yazar olarak en çok hangi türe yakın olduğuma dair bir soruyu, “hepsinin yeri başka ama ben kendimi esas şair hissederim” diye cevapladığımı hayal ettiğimi hatırladım. Bir hayalim gerçek olmuş, sevinebilirim.

  1. ⁠Kitap yayınlandıktan sonra oluşan tepkiler ve bundan sonraki üretimlerinden bahseder misin? Kısaca yeni projelerin var mı?

Kitap yayınlandıktan sonra sıklıkla “nerelerin yerlisi?” şeklinde kelime esprilerine maruz kaldım. Güzel tebrikler, güzel dönüşler, sıkı eleştiriler duydum. Eş dost biraz ilgilendi gibi oldu, sağolsunlar. Hiç beklemediğim ilgi ve tebrikler hoş sürprizler de yaşadım.

Bundan sonrası için hazır olan ikinci öykü dosyama ek olarak, bir korku hikayeleri dosyası, bir deneme-inceleme dosyası ve bir de roman dosyası çalışmalarını eş zamanlı olarak yürüt/eme/mekteyim. Bir melek yatırımcının beni Maldivler’e, Turcs and Caicos adalarına, Tristan da Cunha’ya ya da hiç olmazsa Simav Eynal kaplıcalarına sadece yazmam için bir altı ay kadar tatile göndermesi birçok şeyi çözer. Adam Philips’in editörü Otostopçunun Galaksi Rehberi’nin dördüncü cildini yazsın diye onu bir otel odasına kapatmış. Beni kapatmanıza gerek yok, vakitlice havuza saunaya gider, döner gelir metnin başına da otururum.

Bir de şu işler istediğim seviyeye gelirse belki kendi kendimin meleği olur projelere hız veririm. Şimdilik gıdım gıdım.

Şiirilerimin birkaçı da bestelenme aşamasında inşallah şarkı olarak dünya yüzü de görecekler.

En Yeniler

Ezra Pound – Kanto 4

Çeviren: Tugay Kaban Dumanlı ışıkta saray, Troya, kül olmuş taşlar yığını, ANAXIFORMINGES!...

James Webb ve Şiirin Kozmik İmgeleri: f. Rüzgâr ile Söyleşi

Hazırlayan: Gönül DEMİRCİOĞLU f. Rüzgâr’ın James Webb’i Temmuz 2023’te Orlando...

Vinícius de Moraes: Şair ve Bossa Nova’nın İzinde Bir Müzisyen

Vinícius de Moraes, Brezilya'nın en önemli şairlerinden ve bossa...

Şairin Hikâyesi

Mihriban Kurt Günlerim bu masanın başında, pencereye karşı, sokak gürültüsü...

Orlando Art Yeni Kitaplarıyla Okuyucu Karşısına Çıktı

Orlando Art son dönemde sınırlı sayıda sadece belirli kesimin...

César ve Rosalie: Bir Aşk Üçgeninin Özgürlük Arayışı

İnceleyen: Azimet Avcu Claude Sautet’nin 1972 yapımı filmi César et...

Benzer İçerikler

Sözü Olmayan Baba, Yüzleşemeyen Çocuk: “Babam, Ev ve Yumurta Kabukları” Üzerine Bir Söyleşi

    Fatma Nur Kaptanoğlu & Azimet Avcu Kitaplarınızda, genellikle şehir hayatı ile taşra arasındaki geçişler ve içsel hesaplaşmalar ön plana çıkıyor. Bu temalar...

Dilara Elitaş’la Kozmik Şaşma Üzerine Söyleşi

Bahaddin Tuncer: Merhaba Dilara, öncelikle yeni kitabın için seni kutlamak istiyorum. Şiir serüvenin açısından umarım güzelliklere vesile olur. Kozmik Şaşma (Epona, 2024), isminden de...

Oğuzhan Kayacan Söyleşisi

Grapon Kağıtları Ekibinin Önsözüyle: "Oğuzhan Kayacan ve Grunge Poetry bağımsız düşünülemez elbette fakat bu röportajda Oğuzhan Kayacan’ı da iyi tanımak istiyoruz. Keza bizi bu güzel...