Nur Atalay
içimde soğuk bir cumartesi sakladığım o sabah,
duvara kendi nefsimden yonttuğum köstekli bir zaman astım.
ömrümce dört kez doğruyu gösterse yeter.
yıkansam yeter bu dertle dört defa.
kırkı denedim alnımda dikine bir çizgiyle.
kırk biri sana uzattım, dizlerinin üçüncüsü.
canıma sokulup daralttığın halat,
bambaşka bir yara açtı karnımda
tanıyorum bu,
annemin babama gülümsediği hata.
bana kalan, doğrulup doğrusunu aradığım uzun bir yol oldu
kardeşlerin sonuncusu
annemin uykusuzluğuydum.
ne bildimse kendimden bildim bu ahiri yanlışta
kalbime dokunmayın,
yapayalnızdım, ilk onu buldum.
annem buldu beni, babamdan hatıra bir hatayla.
sana, düştüğüm tüm çatılardan üç kırmızı kiremit sakladım.
üstlerinde, küçüklüğüme değinmiş harfler
elimde gözlerine sürüp yeşerttiğim neşe
kaburgamda doksana koşar bir yükseliş-alçalışla alıştım bu ciğere.
varamadıkça yolu duydum.
sesine bir çiçek ya da saçına bir toka
hiç olmasa oturduğun masaya bin kilometre uzaklıkta
sardım, sarardım, sarıldım saçlarımla.
beni görmeyen senin ağır elindir
yüzüme inen kokundur can çekişen bir ağaçla.
kulaklarım karalı, duymak istemiyorum.
sana bir ses borçlandım yanında susup oturmakla
insan tepelere tırmanırken, aklındakinden atarak atar her adımını
şimdi
aklımın zerreleri koşacak
seni buluncaya kadar
ya da kızgın toprakla kavruluncaya…