Sahnede Kırmızı Bir Kurdela: Miss Turkey

Mihriban Kurt

Eser adları, bize eserin içeriğine dair bir fikir vermekte, bir bakıma anahtar görevi görmektedir. Miss Turkey adlı oyunu izlemeden önce oyun hakkında zihnimde canlanan fikir; beden algısı üzerinden günümüz güzellik standartlarına yönelik eleştirel bir oyun olduğuydu. Ancak oyun başladığı anda hiç beklemediğim bir metinle karşılaştım.

Özünde bir aldatılma hikâyesi olan oyunu değerli kılan şey; evliliğin bitme nedenlerine bakılmaksızın, toplum tarafından daima kadında kusur bulunması üzerinden ataerkil topluma yönelik bir eleştiriye dönüşmesidir. Oyunun direkt olarak ‘‘Aldatıldım ben…’’ diye başlaması, izleyiciye tüm hikâyeyi ele vermiş gibi gözükse de aslında verdiği mesajın çok başka bir metin olduğu oyun ilerledikçe anlaşılmaktadır.

Birçok anlatısı bulanan oyunda anlatıcı olarak karşımıza çıkan karakter, karşılaştığı bir yıkımla zihninde dolaşan tüm düşünceleri karmaşık bir şekilde sunuyor. Bilinç akışı tekniği, bize insanın aynı anda pek çok düşünceyi düşünebilen dağınık zihnini verse de bazı anlatılarda bizi asıl metinden uzaklaştırabilmektedir. Anlatılar arasındaki geçişler, bizi esas olaydan koparır. Ancak metin içerisinde izleyiciyi olayın bağlamına geri getirecek birtakım söylemler de bulunmaktadır. Anlatıcı, zaman zaman asıl anlatının dışına çıkar, bize başka hikâyeler sunar ve ardından esas hikâyeye dönmek için bize şu sözleri söyler: ‘‘Aldatıldım ben, aldatılmış bir kadınım. Hani kış aylarında yalancı bahara aldanıp da çiçek açan kiraz ağacı gibi.’’ Roland Barthes’ın ‘‘Bir rol alıyorum: ağlayacak olan kişiyim; bu rolü de kendi önümde oynarım, beni ağlatır: kendi kendimin tiyatrosuyum. Böyle ağladığımı gördükçe, daha da fazla ağlarım; gözyaşlarım azalacak olursa, onları yeniden başlatacak kamçılayıcı sözcüğü gene kendim söylerim hemen.’’ söylemi, oyunun akışında tekrar edilen aldatılma söyleminin sebebini kuvvetlendirir, izleyiciyi ve karakteri esas hikâyeye geri götürür. Aşk söylemi olarak ele alırsak; kendine yazıklanma olarak da bu tekrarı duyarız, karakter her anlatının sonunda aynı olaya döner, aynı sahneyi yaşar, tekrar tekrar aldatılır. Söyledikçe yaşananları ve duygularını diri tutar.

Farklı anlatıların bulunması bize tek kişilik bir sahnede birçok karakteri, hikâyeyi ve duyguyu vermektedir. Anlatılar arasındaki keskin duygu geçişlerini, Ece Özdikici başarılı bir şekilde izleyicisiyle buluşturabilmiştir. Birbirini tetikleyen ancak birbirinden farklı olan duyguları söylemlerle, karakter geçişlerini ise oyuncunun sahnedeki duruşuyla verebilmiş olması takdire şayan bir performanstır. Meddahlık geleneğinde bulunan bütün tiplemeleri tek bir kişinin canlandırması ancak usta bir oyuncunun harcıdır.

Aldatılma karşısında bir kadının yaşadığı tüm duygular, doğrudan ve doğru sorgulamalarla verilmektedir. Öteki ve benlik üzerinden ‘‘Var olma daima var olanla kavranmıştır.’’ felsefesinden bakacak olursak; aldatılmanın verdiği ilk şaşkınlıkla ‘‘öteki’’siz bir ‘‘ben’’i, yani kocası olmadan kendini nasıl var edeceğini ayırt edemeyen karakterin karşısına bir de yetersizlik hissini verecek başka bir kadın çıkartılmıştır. Hikâyedeki öteki kadının fiziksel olarak hiçbir özelliği, ne anlatıcıya verilmiştir ne de izleyiciye sunulmuştur. Öteki kadın ile esas kadın arasında geçen bir telefon konuşmasında, öteki kadının entelektüel bakımdan ve zekâ bakımından yetersizliği sunulmuştur. Esas kadın işini yapmasa da bir arkeologdur, ancak öteki kadın bugünün tabiriyle ‘pick me girl’dür. Karakter, ötekinin yetersizliğiyle ‘‘ben’’i yüceltir. ‘‘Öteki, benin gözünde yetersizdir, niçin ona tercih edilsindir?’’ gibi düşüncelerle izleyicisine soru sorar gibi anlatan karakterin, bu sahne sonunda bir itirafıyla karşılaşırız: ‘‘Bu telefon konuşmasını biraz farklı anlatmış olabilirim.’’ Bu tutum, izleyiciden onay alma ve yetersizlik hissini onlardan gizleme ile ilişkilidir. Çünkü her ne şekilde olursa olsun, bir aldatılma olayında aldatılan daima yetersizlik hissiyle boğuşur, kendindeki eksiklikleri sorgular, kendinde kusur bulur. Çevresinden yetersiz olmadığına dair onay almaya ihtiyacı vardır. Oyuncu, bu psikolojik durumu başarılı bir şekilde izleyiciye sunmuştur. Oyunun bütününde bunun gibi birçok psikolojik alt nedenler, söylem ve hareketlerle başarılı bir şekilde işlenmiştir.

İzleyiciyi olayların içine çekerek onlara bir gerçeklik sunan oyuncu, zaman zaman izleyici ile iletişime geçer. Onlara sunulan şeyin bir kurgu olduğunu hatırlatır. Her ne kadar kurgu olsa da ele aldığı konular ve değindiği toplumsal bozukluk içinde kadına biçilen rolü, izleyiciye tüm çıplaklığıyla verir. Dikkat çeken söylemlerden biri de tarihin belleğinin, bir erkek belleği olmasıdır. Asırlardır süren ataerkil toplum düzeninde elbette böyle bir son kaçınılmazdır. Dünya sahnesinde kadının her zaman geri planda tutulmaya çalışılması, kadın aklının bilime, sanata, felsefeye ve diğer her şeye yetmeyeceği inancı, kadının noksan bir varlık olarak tanımlanması, tek görevinin çocuk doğurmak ve ev hanımı olması gerektiği düşüncesi, bunlarla ilgilenen kadınların cezalandırılması ve katledilmesi bize erkek belleğinden sunulan bir tarih bırakmıştır. Oyunda değinilen bu nokta çok kıymetlidir.

Oyunun en kuvvetli nesnesi oyuncunun beline bağlanmış kırmızı kurdeledir. Kırmızı kurdele, metaforik olarak pek çok noktaya dikkat çeker. Birincisi, kültürde yer alan baba evinden kız oğlan kız çıkmak anlamına gelen, evlendiğinde gelinin beline bağlanan kırmızı kuşak; ikincisi ise karakterin kocasıyla, eviyle ve evliliğiyle kurduğu bağdır. Bele bağlanmış olan kuşağın, karakterin evi terk etmek üzere hazırladığı kendi söylemiyle ‘her şeyini’ koyduğu bir valizin

içine doğru uzanması da ayrı bir metaforik unsuru temsil etmektedir. Karakter, kendi kurduğu güçlü bağları temsil eden kırmızı kurdeleye, duygusal yüklerin fazla olduğu sahnelerde sürekli takılır ama düşmez; öfkenin yükseldiği anlarda ise bağın ve valizin etrafında dolanır ve hiç takılmaz. Oyunun son sahnesinde toplumsal bozukluğun getirisi olan kadın cinayetlerine, çocuk gelinlere, katledilen hayvanlara ve birçok adaletsizliğe yönelik söylemlerinde karakter bu bağı tüm bedenine sarar; öfkeyle kalkıştığı bu davranış, en sonunda eline bir makas alıp tüm bağları kesip ondan kurtulmasıyla sona erer. Ayakkabıları çıkarıp her şeyini koyduğu valizi de sahnede bırakıp giden karakter yeni bir valizle ve ‘‘Miss Turkey’’ yazılı yeni bir kırmızı kuşakla gelir. İzleyicinin karşısına tüm bağlarından kurtulmuş, yeni bir hayata sahip ve yetersizlik hissinden sıyrılmış bir kadın olarak çıkar.

Alt metin okumaları doğru yapıldığında birçok duyguyu yaşatmasının yanında birçok düşünceyi ve sorgulamayı da beraberinde getiren oyun, izleyiciye dolu dolu bir 70 dakika yaşatıyor. Akıştaki birtakım bozukluğun dışında eleştirilecek bir yanı bulunmayan oyun, Ece Özdikici’nin başarılı oyunculuğuyla tüm övgüleri hak eden bir eser.

KAYNAKÇA

BARTHES, Roland (2005). Bir Aşk Söyleminden Parçalar, ss. 148, İstanbul: Metis Yayınları.

LEVINAS, Emmanuel (2021). Zaman ve Başka, ss. 64, Ankara: Fol Kitap.

En Yeniler

Ezra Pound – Kanto 4

Çeviren: Tugay Kaban Dumanlı ışıkta saray, Troya, kül olmuş taşlar yığını, ANAXIFORMINGES!...

James Webb ve Şiirin Kozmik İmgeleri: f. Rüzgâr ile Söyleşi

Hazırlayan: Gönül DEMİRCİOĞLU f. Rüzgâr’ın James Webb’i Temmuz 2023’te Orlando...

Vinícius de Moraes: Şair ve Bossa Nova’nın İzinde Bir Müzisyen

Vinícius de Moraes, Brezilya'nın en önemli şairlerinden ve bossa...

Şairin Hikâyesi

Mihriban Kurt Günlerim bu masanın başında, pencereye karşı, sokak gürültüsü...

Orlando Art Yeni Kitaplarıyla Okuyucu Karşısına Çıktı

Orlando Art son dönemde sınırlı sayıda sadece belirli kesimin...

César ve Rosalie: Bir Aşk Üçgeninin Özgürlük Arayışı

İnceleyen: Azimet Avcu Claude Sautet’nin 1972 yapımı filmi César et...

Benzer İçerikler

César ve Rosalie: Bir Aşk Üçgeninin Özgürlük Arayışı

İnceleyen: Azimet Avcu Claude Sautet’nin 1972 yapımı filmi César et Rosalie, aşkın kalıplara sığmayan doğasını ve insan ilişkilerinin karmaşıklığını zarif bir anlatımla gözler önüne seriyor....

Gotik Bir Masalın Psikolojik Katmanları: Nosferatu

Ezgi Kasa The Witch ve The Lighthouse gibi başyapıtların ardından Robert Eggers'ın 2024 yapımı "Nosferatu" filmi, gotik atmosferi ve etkileyici görselliğiyle izleyiciyi hemen içine çeken...

Bir David Lynch Kâbusu: Kayıp Otoban

İnceleyen: Abdullah Karaaslan 1997 yılında gösterime girdiğinde gerek ticari anlamda gerekse de eleştiriler açısından bir fiyasko olarak görülen, ancak yıllar içinde kült statüsüne ulaşan David...