Sabaha Karşı Mukâvemet – Hasan Ay

Akşam yediği kuru soğanlı ve bol acı soslu fajita mı, yastığının bugün diğer günlere nazaran daha sert geliyor olması mı, karısının ayak tabanının bacağına değerek onu sıcaklatması mı, yoksa 5. bölgedeki sessizlik miydi, bilmiyordu bir türlü onu uyutmayan. Kafasındaki düşünceleri normal sırayla arka arkaya koyamıyordu, hipokampusunda biriken her şey gecenin sabahına ve öğlenine dair yaşanmış ya da yaşanmamış her olayı rastgele gündemine geliyor, beyni bazı hatıraları diğerleriyle karıştırarak adamı uykusundan ediyordu. Hatta onu uyutmayan şeyleri düşünürken ne alakaysa Ruiz de Galerratta’nın, Vidion ağlarına 32 metreden gönderdiği frikik golünü bile defalarca düşündüğü oldu. Ülkenin – onun ve ülkenin başkanının da taraftarı olduğu takım- kahraman takımı Vidion bu golle tam 32 yıl üst üste şampiyon olmuştu. Ülkesindeki her erkek gibi futbolu çok seviyor, düşlerinde hala futbolcu olduğunu görüyor ve 32 metreden frikik golü attığını düşlüyordu, çoğu gece. Onu uyutmayan şeyleri bir kenara koyup objektif olarak bakılırsa 5. bölgedeki sessizlik aslında olağandı, hatta iki taraf arasındaki kayıplar kıyaslandığında olağanın da ötesinde bir neticeydi. Yanağının biraz da öteki tarafıyla uyumayı denemek için soluna doğru döndü. Öyle pek de güzeller güzeli olmayan, kendine göre alımlı sayılabilecek, zeki ama dünyada olan biteni – özellikle politik gelişmeleri – pek önemsemeyen ve ayak tabanı bacağına değen karısı Culya’yı izlemeye başladı. Culya’yı izlerken bile içindeki ses sürekli ona hala 5. bölgede ne olup bittiğini düşündürüyordu. Yatmadan bir saat önce karakol komutanını arayıp bilgi de almıştı oysaki. Bu böyle olmayacaktı, yatar vaziyetten oturur vaziyete geçti yatakta. Culya yatağın titreşmesiyle birlikte uyandı. Kadın yataktan yirmi derecelik açıyla dirseklerinin üzerinde doğrularak kamaştırıp durduğu gözleriyle kocasına baktı. Culya’nın bakışlarını hisseden kocası da ona bakmaya başladı. Karısının üzerindeki beyaz yorgandan fışkıran sağ memesi ilk dikkatini çeken şey olmuştu adamın. Adam birkaç saniye canının seks isteyip istemediğini test etti, hiçbir şey söylemedi. Culya yaklaşık on saniye kocasını izledikten sonra, sağ memesini de yanına alarak vücudunu normalde yatmakta olduğu istikametin tersine çevirdi, uykusuna kaldığı yerden devam etmek için.

Adam önce sol yanındaki komodinin üzerinden sigarasını ve tabancasını aldı. Ses çıkarmamaya çalışarak -yani buna hiç gerek yoktu Culya zaten uyanmıştı- yataktan kalktı ve evinin arka tarafına, çok sevdiği Urdorya Ormanı’na bakan balkona gitti. Arka balkonu seçmesinin sebeplerinden birisi; burada bir keskin nişancı hedefi olması imkansızdı. Ormanın girişi askerleri tarafından tutuluyordu ve etrafta konuşlanılabilecek bir yüksek bina da yoktu. Bir diğeri; ön balkonda ne zaman otursa kendini aşağı atma dürtüsünden kurtulamıyordu.  Arka balkonda nedense bu dürtü uyanmıyor, kendini aşağı atma isteğiyle dolup taşmıyordu. Sigarasını yaktı.
“Yok canım.” dedi içinden ve içinden canımlı cicimli konuşmaya gerek var mıydı diye de hemen düşündü peşine. Yani; iki metrelik, kaslı ve kurşun geçirmeyen dev göğüslü, faşist kanıyla beslenen, proletaryanın kahramanı, Devrim’in müjdecisi Libertaryon, yakında dünyaya gelecek olamazdı. Ayrıca bu mit, kandırılmış, yozlaşmış, içlerinde en ufak vatan ve tanrı aşkı olmayan bir grup hainin uydurduğu masaldan, hatta masaldan öte tevatürden ibaretti. İstemeyerek, reddederek, inkar ederek de olsa sonunda onu uyutmayan şeyin ne olduğunu anladı. Yıllar önce yazlıkta satın aldığı bisikletin bir önceki sahibinin bir Tardo* (Tardo: Vatan haini, tanrı karşıtı, silahlı ve komünist piçlere verilmiş gayrı-resmi isim.) olduğunu bu yüzden bisiklete binmeden onu yaktığı anı bile aklına gelmişti kendisini uyutmayan şeyi ararken. Ancak bu uyduruk Libertaryon meselesinin uykusuna sebep olacağı aklına bile gelmemişti. Bir keresinde, ele geçirilmiş esirlerden duyduğu kadarıyla bunu resmi bir kayıtmış gibi rapor eden habercisini dakikalarca tekmelemiş, tekmeleyerek Libertaryon’u adeta onun içinden çıkarmaya çalışmıştı. İşte şimdi yalnızdı, etrafında renk vermemesi gereken kimse yoktu. İçinden de olsa onu uyutmayan şeyin bu olduğunu itiraf edebilirdi. Etmedi. Bu düşünce akışının peşine fajitayı ve şarabı fazla kaçırdığını düşündü ve durumu beraberliğe getirdi ya da getirdiğini sandı. Balkona taşıdığı kurmalı telefonla 5. bölge hudut karakolunu aradığı anda aslında bu düşünce savaşını çoktan Libertaryon’a kaybetmişti. Bu kayıp onun için mihenk taşıydı çünkü daha önce mahalle kavgası dahil hiçbir savaşta yenilgi yüzü görmemiş, onun gördüğü ve göreceği şeyler yalnızca düşmanlarının ölü yüzleri olurdu. Telefon üç kere çaldı, dördüncü kez çalsaydı hemen bütün kuvvetleri alarma geçirecek 5. bölgeye yönlendirecekti. Bu olası gizli baskınlara karşı alınmış bir önlemdi. Üçüncü çalışta telefon nihayet açıldı. Kendine bile çaktırmadı ama üçüncü çevir sesinde heyecanlamış, az da olsa hezeyana kaçamak bakışlarla göz kırpan bir paniğe kapılmıştı bile. Yıllardır süren savaş neredeyse bitmek üzereydi, bariz ve bir daha aynı isyana kalkışmanın hayal dahi edilemeyeceği görkemli bir zaferin eşiğindeydi, kendisi ve ordusu. Bunu hiçbir şeyin bozmasını istemiyordu, en ufak bir ihtimal bile onun için ciddiye alınması ve çözülmesi gereken bir tehlikeydi. 5. bölgedeki karakol, şehrin hududunda, Tardoların -belki- ele geçirebileceği tek kaleydi. Çünkü 5. bölge Tardoların irin yuvası, mabedi olarak gördükleri, kutsal toprakları olarak saydıkları -sözde- Etribil kentiyle komşuydu. Etribil hala alınamamıştı belki evet. Ancak kente giden yollar kesilmiş, gıda ve silah ikmali durdurulmuştu. O istese – hatta şu an emir verse – kentin düşmesi yarım saatten biraz fazla süre alırdı. Hayır, Tardoların sonunu devletin vergileriyle üretilen, her bir vatanseverin hakkı olan mermiler getirmeyecekti. Onların sonunu açlık ve sefalet getirecek, birbirlerine ve davalarına olan inançları zamanla bitecekti, yani adamın planı buydu. Bu şekilde yok olmaları hem gelecek nesiller için bir örnek teşkil edecek, hem de açlıktan birbirine düşen Tardoların, yıllardan beridir dillerinden düşürmedikleri, etik anlayışının, merhametin, sözümona – o böyle tarif ederdi- erdemin dünyadaki son kalesi gibi sahte, gerçek dışı, romantik ve ucuz propagandası tarihten silinecekti.

Kendinden emin ve gür bir ses karakolda ve 5. bölgede sorun teşkil edecek bir maraz olmadığını dile getirmeye hazırlanıyordu ki 138.43 mm’lik bir mermi konuşabilse kendinden emin ve gür bir sesle konuşacak karakol komutanının boğazına saplandı, merminin kısa süreli sahibi olan silahın çıkardığı ses adamın kendini aşağı atma dürtüsüyle dolmadığı arka balkonuna kadar ulaştı. Üstelik 5. bölge, balkona aşağı yukarı – bunu net bir şekilde ölçebilirlerdi, neden yapılmadı bilinmiyor- 50 kilometre uzaklıktaydı, normalde mermi sesinin 1. bölgedeki balkona ulaşması imkansızdı ancak o gece belli ki imkansızların, imkansızlığa inananların gecesiydi. Silah sesini önce ahizeden sonra gerçekten duyduğu anda ayağı kalktı, normalde sevmediği ancak tek başına otuz iki tane Tardonun canını aldığı için saygı duyduğu ve terfi ettirdiği komutanının boğazından gelen hırıltıları hala duyuyordu. İçine hiçbir şey giymemişti ve ayağa kalktığı an üzerindeki pelerinden sıyrılıp vuran rüzgarı penisinde hissetti. O an neden ilk hissinin bu olduğunu anlayamadı ve anlayacak vakti yoktu. Balkon masasının üzerinde tuttuğu beylik tabancasıyla havaya bir el ateş açtı. Ateş açtığı anda ormanın uzak bir bölümünde bir ışık parladı, söndü. Bu üç yüz yıldır savaş kaybetmeyen, yenilmez, heybetli ve “şanlı” ordusunu alarma geçiren ilk işaretti.

Culya, Tardoların karakollardan birine saldırdığını çok sevdiği kocasının beylik silahından çıkan sesi duyduğunda çoktan anlamıştı. Beş yıldır bu şifreyi kaç kere duyduğunu hatırlamıyordu ama sayısı 14’ü geçmezdi. Gözlerini açtı ama yataktan çıkmadı. Kocasının ona geleceğini biliyordu. Adam geldi, ön sevişme dahil tam 7 dakika 42 saniye seviştiler. Sevişmenin ardından yaklaşık 2 dakika 18 saniye sonra adamın yaveri, şoförü ve habercisinin bulunduğu, üç tekerlekli, saatte 100 km hızla giden zırhlı araç kapıda durdu. Adam ön balkonuna yaptırdığı, 2 metrelik demirden çok şık ve atik bir şekilde kayarak arabanın yanına indi. Haberler kötüydü, kötü haberi kapıyı açtığı anda, henüz deri koltuğa oturmamışken kıçı havadayken aldı. 5. bölge karakolundan alınan telgrafta sadece şu yazıyordu; Libertaryon henüz geldi.

Bu haberden sonra adamın aklına ilk gelen şey cümledeki bariz dil bilgisi hatası oldu. İçinden güldü, bu mesajı daha düzgün verebilirlerdi diye düşündü. “Tardolar neyi iyi yapabiliyorlardı ki düzgün cümle kurabilsinler” diyecekti vazgeçti, şöyle dedi;

– Telgraf aceleyle çekilmiş, orada fazla kalmayacaklar.

– Sizce bu doğru mu?

Yaverin, endişe, kaygı ve korku karışık gergin ses tonuyla arabanın camlarını titrettiği soru buydu. Sorunun daha işareti koyulmamışken adam elinin tersiyle yaverinin yüzüne cuk diye oturan müthiş bir tokat attı. Bu tokadı yüz kere atsa 99’unda bu şekilde temiz, net atamayacağına, içinden bunu düşündü. Tokadı yiyen yaver susarak kafasını öteki yana çevirdi ve camdan dışarıya bakmaya başladı. Normalde böyle günlerde bardaktan boşanırcasına yağmur yağması gerekirdi ancak o gün esintili, yumuşak hatta yoldan birini çevirip sorma şansınız olsaydı, çok güzel bir hava vardı. Libertaryon efsanesini ilk duyduğunda yanılmıyorsa 9 yaşındaydı, yanılıyorsa taş çatlasın 11. Babasının asker arkadaşlarıyla aralarında yaptığı geyik muhabbetinde ilk kez kulağına ve dimağına yerleşmişti. Kalıcı olması ise Libertaryon’u araştırırken babasına yakalanmasıydı. Babası bu yaratığı, bu iğrenç emellere sahip, ilkesiz ve sapkın ucubeyi, kendisine sormadan bizzat araştırdığı için onu iki gün boyunca günde beş vakit dövmüştü. Çok ağır dövmüyordu ancak sistematik bir şekilde dayak yemesi, çok ağır dayak yemesinden daha kötüydü. İkinci günün sonunda yatsıdan – yani son dayaktan- sonra babası ona bilmesi gereken her şeyi anlattı. Hatta o geceden sonra ona, Libertaryon’u kendi iradesiyle araştırmasına izin verdi. Adam sonrasında Tardoların efsanesini hiç araştırmadı. Babasını seviyor, ona inanıyor, Libertaryon’u bir daha araştırırsa vatan haini olacağını düşünüyor, tanrıyı ve milletini aşağılacağını hatta satacağını düşünüyordu. Böyle düşünerek tam 20 yıl geçirdi. Libertaryon’un ortaya çıkışı kitaplarda şöyle anlatılıyordu; Zulüm artacak, zulüm kabul edilemez bir noktaya gelecek, düşmanda merhamet kalmayana dek bekleyecek, çünkü Libertaryon düşmanın merhametsizliğinden doğacak.

Bütün efsanelere ve hurafelere olduğu gibi Libertaryon’a da ancak Tardolar inanırdı, Allah’ın belası Tardolar, öyle bir mit oluşturmuşlardı ki tam bitti denilen yerde tekrar doğacaktılar, onlara kalsa. Ama pek tabii onlara kalmayacaktı. “Peki neden daha önce gelmedi? Tardoların erdemi miydi yine? Koskoca Libertaryon’u durduk yere çağırmak istemediklerinden mi? Peki alınan onca canın günahı neydi, neden Libertaryon’dan sonrakiler yaşayacaktı, öncekiler yaşamayı hak etmiyor muydu?” Şeklindeki afaki ve yersiz sorgulamaları zihninde bir oraya bir buraya dolaşıyor, ağzından kaçırmasına ramak kala son anda durduruyordu, yaldızları, düğmeleri, çelenkleriyle muhteşem üniformalı adam. İçinde bulunduğu araç 5. bölgeye son süratle ilerlerken Sardonya halkının, yavaş yavaş evlerinin ışıklarını yakmasını izledi. Evet bir teyakkuz hali vardı, evet bazı sesler duyulmuştu ancak bu koşuşturma halkı uyandıracak seviyede değildi. Bu uyanış onda tedirginlik yarattı. Hemen habercisine tüm ülkeye ulusal marşlarını dinletmesini emretti. Haberci kucağında bulunan taşınabilir telgrafla haberi Sardonya Ulusal Radyosuna iletti. Ülkenin en ücra köşesine kadar kurulan devasa hoparlörler – bu hoparlörlerin maliyeti Tardolardan ele geçirilen ganimetlerle karşılamıştı- bangır bangır Sardonya Ulusal Marşı’nı çalmaya başladı. Önce şoförü başladı, ardından yanağındaki kızarıklık henüz geçmemiş olan yaveri, sonra habercisi ve en son kendisi ulusal marşı okumaya. Marş hiddetlendikçe araba adeta daha hızlı gidiyor, arabanın içindeki dört erkeğin gözyaşları, marş seslerine karışıyordu. 3. bölgede bulunan zırhlı tugaydan çıkan 26 adet tank arkalarına takılınca aracın içindeki duygu seli iyice arttı. 26 tankın peşine 9. bölgeden kalkan 52 savaş uçağının sesi duyuldu. Bu Tardolarla yapılacak son savaştı. Herkes bunun farkındaydı. Hem hurafeler, hem tarih, hem gökyüzü hem de bugün yaşanan her şey bunu söylüyordu. Artık bu kokuşmuş, yozlazmış lağım farelerinin zamanla ölmesi beklenmeyecekti. Tardoların benzini olmayan iki tankı ve -her nasıl oluyorsa- hala uçabilen iki uçağı vardı, bildikleri kadarıyla. Araba tam gaz yoluna devam ettiği ve 5. bölgeye 25 kilometre kaldığı anda Haberci’ye yine kötü bir haber geldi. 8. bölge düşmüştü. Tardolar 8. bölgeyi ele geçirmişti. Bu nasıl mümkün olabilirdi, adam bir süre haberi duymazdan geldi. Sessiz kaldı. Libertaryon gerçekten gelmiş miydi?

Haberciye istihbarat servisinden şöyle bir mesaj daha ulaştı;

2,5 metre boyunda, zırhlı, normal insandan dört kat daha hızlı hareket eden bir canavar 8. bölgeyi birkaç dakikada ele geçirdi. 157 şehit, 162 esir. 162 esirin tamamı canavara katıldı.

Zırhlı aracın içinde inandıkları hemen hemen bütün ilkeleri yitirmek üzere olan zırhsız dört adam büyük bir sessizliğe bürünmüştü. Adam telgrafın son cümlesine kadar kafasını kaldırmamıştı, son cümlede kafasını kaldırdı. Yıllar önce yaptığı ve işkence görmesine sebep olan araştırmalarda Libertaryon’un, Menekşe halkından*(Menekşe: Tardoların gerçek ve bilinen tek adı. Menekşe halkının bir insan ve çiçeğin çiftleşmesinden yaratıldığı inanılıyor.) ve onun sindirilmiş, tehdit edilmiş, zorla dini değiştirilmiş, şantaj yapılmış, sistematik bir şekilde cahil bırakılmış halkından güç aldığı, onlardan beslendiğini öğrenmişti. Culya’yı düşündü. Her savaştan önce onunla son kez sevişiyor gibi sevişirdi, bunun ona şans getirdiğini düşünüyordu. Bugüne kadar hakikaten de getirmişti. Culya’yı ve onun dipdiri memelerini düşünmeyi hemen bırakıp Sardonya Başkanı’nı uyandırması gerektiğini hatırladı. Sardonya Başkanı -ona göre- hımbıl, çıkarcı, pragmatist, konformist, oportünist ve ayak fetişisti biriydi. Ama bütün bunlar ondan nefret etmesini sağlamıyor, dahası onu bu ülkeyi yönetecek tek insan olarak görüyordu. Gerçek bir vatansever vatanını sevdiği ve Tardolara göz açtırmadığı sürece çıkarcı olabilir ve doyabildiğince ayak yalayabilirdi.* (Tardo nüfusunun yüzde 85’i ayak fetişisti olduğu için Sardonya’da ayak yalamak suçtu.)

Havalı üniformalı komutan, haberciden telefonu istedi. Bu sadece başkanı arayabilen ve ülkede uzaktan çalışabilen tek telefondu. 1 numarayı tuşladı, çevir sesini duymaya başladı. Telefon bağıra çağıra çalıyordu ama karşı taraftan yanıt gelmiyordu. Telefonu kapattı, haberciye geri verdiği anda telefon çalmaya başladı. Hemen açtı. Tek kelime etti; Emredersiniz.

Başkan ülkedeki bütün orduyu 5. bölgeye göndermesini emretti, bu oldukça saçma bir emirdi. Çünkü ülkenin kuzeyinde komşu oldukları Laverna adlı ülke yıllardan beri Sardonya’yı ele geçirmek istiyor, soğuk denizlere inmek istiyordu. “Soğuk denizleri ele geçirip ne yapacaklarsa.” diye düşündü yine, bugün nedense aklına savaşta yapacağı hamleler, alması gereken kararlar, uygulaması gereken stratejiler hariç her şey geliyordu. Başka ülkeler Sardonya’yı işgal edecek olsa da emri uygulayacaktı, çaresi yoktu. Laverna’nın Sardonya işgali Tardoların yapacağı devrimden yüz bin kere daha hayırlıydı.

  1. bölgeye 4 km kala bütün Sardonya uyanmıştı, yolda ilerledikçe bunu yakından teneffüs ediyor, evlerin ışıklarının teker teker ve sırayla yandığını görüyordu. 5. bölgeden bir önceki yerleşim alanı olan Uyartu kasabasından geçerken cüce bir dağın yamacındaki dev hoparlörün devriliğini gördü. Hoparlör devrildiği halde Sardonya Ulusal Marşı boğuk bir sesle de olsa çalmaya devam ediyordu, yüzleri sarılı birkaç adamın hoparlörü ateşe verdiğini gördü, başka da bir şey göremedi çünkü araç hızlıca ilerliyordu. Şoför, pek sevmediği ama korktuğu için saygı duyduğu komutanına dikiz aynasından baktı. Göz göze geldiler ama konuşmadılar. Yani konuştular ama dile dökmediler. Az önce şahit oldukları olay Sardonya’da yaşanmıyordu tabii ki gözleriyle buna inandılar. Sırtı yola dönük oturan Haberci ve yediği tokadı hala unutamamış vaziyette yolun öteki tarafına bakan Yaver yaşananları göremediler. Bu yüzden onların bu olaya yapacakları yorumu asla bilemeyeceğiz…

Sardonya Marşı gümbür gümbür çalıyor, uçakların sesleri ve tankların top atışlarına karışıyor, amına koyduğumun – adam böyle demişti – Tardolarının saldırısını püskürtmeye çalışıyordu. 5. bölge karakolunu savunan askerlerin ardından desteğe gelen bin kişilik piyade ekibinin bir kısmı şehit olmuş bir kısmı da yok olmuştu. Ya da iddia edilen üzere Libertaryon’a katılmıştı. “Aslında” dedi içinden adam “Buralar çok güzel sayfiye yerleri, hiç gezmiyoruz ülkemizi, gezsek aslında ne güzel yerleri var, cennet adeta cennet. Orato’nun ötesinde bir türlü geçemedik. Hata bizde.”

Ne kadar yersiz bir pişmanlıktı. Binlerce Tardoyu öldürmüş, adına stadyumlar, heykeller yapılmış, ismi Sardonya sözlüğüne kahraman kelimesi yerine geçirilmiş biri milli kahramanın akılda kalıcı, ayakları daha fazla yere basan pişmanlıkları pek tabii olabilirdi. Araç 5. bölgeye 1 kilometre kala destek kuvvetlerinin konuşlandığı merkezde durdu. Adam daha araç hareket halindeyken kapıyı açıp dengesini bir an bile kaybetmeden inmiş, subaylarına emirler yağdırmaya başlamıştı. 5. bölgedeki çatışma sesleri durmuyordu, daha geleli 2,5 dakika olmuştu ki 5. bölge semalarında 2 uçağın düşürüldüğünü kendi gözleriyle gördü. Tardolar – Libertaryon olsa bile – nasıl 2,5 dakikada iki uçak düşürebiliyorlardı? Bunun cevabı çok geçmeden ordunun en yetkili ikinci ismi Lülektaş*(Sardonya’da bir askeri rütbe. Günümüzde orgeneralin karşılığı.) Azmin Kozayoviç’ten geldi. Uçakların 5. 4. 8. ve 9. bölgeye kamikaze dalışı yaptığı haberi adamı derinden yaralamış, üzmüş ve şaşırtmıştı. Bu vatan hainliği nasıl bir gecede baş göstermiş koskoca Sardonya nasıl bu ihaneti ön görememişti. Bir türlü aklı almıyordu. Adam Kozayoviç’i bir süre daha dinledi. Kozayeviç mert adamdı, büyük komutandı ama güldüğünde üst diş etleri gözüküyor, adam da bundan nefret ediyordu. Adam, Kozayeviç’e Orato’yu tutma emrini vererek onu daha fazla mide bulantısı yaşamamak gözünün önünden uzaklaştırdı.

Sardonya Başkanı için en güvenli ülkenin Patora olduğuna karar verdi havalı üniformalı adam ve iki genç ve yeteneksiz subayını emir erleriyle beraber bu iş için görevlendirdi. Bu sırada silahları ellerinden alınmış bir grup asker destek üssüne koşarak geldi. Üssü koruyan askerler hemen bu kaçan – ya da öyle gözüken – askerlere nişan aldı. Adam atış emri vermedi. Bekledi. Bir manga asker koşarak üsse sağ salim vardı. “Komutanım” diyebildi, manga komutanı. Adam hemen sözünü kesti, “2,5 metre miydi?” diye sordu, manga aynı anda evet anlamında kafasını salladı. Manganın en arkasındaki Yatabareli asker “Libertaryon, efendim… efendim gerçek.” Askeri üste bir anda homurdanmalar kendi kendine konuşmalar, birtakım sorular ortaya atılmaya başlandı. Bu hep olur ve bu rabarbayı susturmak pek tabii oradaki en yetkili ve sakin kişiye düşer. Bu sefer öyle olmadı. Adam rabarbayı epey dinledi, bir sigara yaktı. Beklemeye başladı. Göğsünü yokladı, hançer oradaydı. Bu hançer dedesinin babasından kalan, efsaneye göre Libertaryon’u öldürebilecek tek hançerdi. Efsanelere inanmazdı evet, kendisiyle çelişmiyordu. Sadece olasılıklara karşı alınmış basit bir önlemdi. Ona sorsanız böyle cevap verecekti. Sigarasını bitirdi. 5. bölgeden kaçan mangayı yaverinden aldığı makineli tüfekle dakikalarca taraya taraya bizzat öldürdü. Yaveri hariç askeri üste bulunan herkese Sverion şehrine çekilmelerini emretti. Yaveri cesaretini toplayıp “Komutanım ben de gitseydim.” dedi. Adam yaverine baktı ve teklifini kabul etti. Askeri üs yaklaşık 5 dakikada boşaltıldı. 5 bin kişilik ordu bir saat içinde inanılmaz bir manevra kabiliyetiyle Sverion’a çekildi. Bu sırada 5. bölgenin düştüğü, 5. bölgenin batı hududunda bulunan karakoldan havaya sıkılan bir el ateşle duyuruldu. Adam, yanına sadece beylik tabancasını ve göğsünden ayırmadığı hançerini yanına alarak ağır ama temkinli adımlarla 5. bölgeye doğru yürümeye başladı. Libertaryon ile karşılaşacak dahası onu yok edecek olmaktan dolayı haşyetle karışık heyecan duyuyordu. Kendine asla ama asla itiraf edememiş olsa da Libertaryon onun çocukluk kahramanıydı. Onu yenecek ve yok edecek olmak Sardonya aşkının da ötesinde, Culya’nın da ötesinde, apayrı bir tatmin sağlayacaktı. 5. bölgedeki hoparlörün tamamı yirmi dakika önce yıkılmıştı ve Sardonya Marşı artık çalmıyordu. Şu an Sardonya marşı eşliğinde ülkenin en büyük düşmanına doğru yürümeyi çok isterdi. Çok havalı olacağını düşündü ve marşı ıslıkla çalmaya başladı. 5. bölgeye yaklaştıkça kutlama sesleri artıyordu. Her ne kadar onların güvenliği ve bekası için hayatını adamış, çocukluğunu cephelerde geçirmiş, yıllarca savaşmış ama sağ kolunu kaybetmemiş olsa da Sardonya halkından pek haz etmiyordu. Yine de bu kadar çabuk ve kolay teslim olacaklarını da hayal edemezdi açıkçası. Demek anlatılanlar, yazılanlar, söylenenler, inanılanlar ve beklenenler gerçekti. Göğsünü bir kez daha yokladı. Libertaryon’u yok edecek silahı evde unutmuş olma ihtimali onu biraz güldürüyor biraz da kızdırıyordu. Hançer yanındaydı, unutmamıştı. Yürümeye devam etti. Şehre girdi, balkondan olan biteni izleyenler adamı görünce hemen içeri girdiler ve ışıkları söndürdüler. Adam uzunca bir caddeden temkinli adımlarla yürüyerek evlerin ışıklarını söndüre söndüre şehrin merkezine girdi. Şehrin merkezinde, Sardonya milli otobüslerinin, zırhlı araçlarının, polis arabalarının, sütçü kamyonlarının -ne gerek varsa- yakıldığını gördü. Adamın görüşüne göre Tardolar yine kendine yakışanı yapmış devletin malına zarar vermişti. Yanan araçların ve Sardonya bayraklarının arkasında büyük bir insan kalabalığı vardı. Kalabalığın önünde sigara içen 1.92 boyunda bir adam gördü. Libertaryon ile sonunda karşılaşmıştı. Hiç beklediği gibi değildi. Bir kere esmerdi bu, daha sarışın daha yakışıklı bir Libertaryon hayal etmişti. Omzunda eski muhtemelen her üç atışta bir namlusu şişen ve tekleyen bir karabina asılı, kot pantolon ve siyah gömlek giymiş halk kahramanı… Böyle olmamalıydı diye düşündü yine içinden. Düşünürken Libertaryon’a da iyice yaklaşmıştı. Mesafe kısalınca şehir meydanını çevreleyen evlerden ve kalabalığın içinden tetiğe sürülen mermi sesleri duymaya başladı, silahların kurma kolunun yankılandığını hissetti tüm bedeninde. Libertaryon ile arasında 50 metre mesafe kala durdu. Sözde Libertaryon adamın yürüyüşünü bir müddet izledi. “Beni mi arıyorsun?” dedi kadın mı erkek mi olduğu anlaşılmayan hafif robotik ve güçlü ses. Adam çok hızlı etrafını taradı, sigara içen mavi kotlu adamın dudağı oynamamıştı. Adam kimin konuştuğunu anlamaya çalışıyor, evlere, evlerdeki insanlara bakıyordu. “Boşuna arama sesin nereden geldiğini anlayamazsın çünkü ses bir yerden gelmiyor.” dedi robotik ses. Adam “Geleceğine inanmıyordum ama biliyordum, şimdi çık karşıma, göster kendini de seni yok edeyim Libertaryon.” diye klişe sinema filmlerinde esas oğlanlara söyletilen bir replikle yanıt verdi. “Libertaryon karşında işte, Libertaryon büyüyor, Libertaryon gittikçe büyüyecek taa ki zulüm bitene kadar.” Adam içinden bir şey düşünecek oldu ki ses konuşmasına devam etti. “Şimdi, sen ezilenler tek ses oldu, tek vücut oldu, ölümün ve devrimin üstüne yürüyor, ne kadar sıkıcı, banal ve sloganvari diye düşünüyorsun, değil mi?” Adam hakikaten de böyle düşünüyordu. “Hakikaten de böyle düşünüyormuşsun iyi tutturdum.” dedi ses. “Düşüncelerimi okuyamıyor yani sadece tahmin mi etti yani?” diyorsun şimdi içinden de diye adamın aklıyla alay etmeye devam etti üstelik. Kalabalık olan biteni ilgiyle ve adamın haline gülerek izliyordu. Adam Culya’yı özlemişti. Göğsünü yokladı ve paslı demir hançeri çıkardı havalı üniformasının ön cebinden. “Evet bu hançer Libertaryon’u öldürebilecek tek hançer ve senden önce bu babandaydı, ondan önce de dedendeydi, değil mi?” diye sordu ses. Adam sadece susuyordu, konuşacak bir şeyi kalmamıştı çünkü aklından geçirdiği her şeyi robotik ses vasıtasıyla duyuyordu. İnandığı bütün davanın zihninin içinde erimesi onu üzüyordu ama bir taraftan da rahatlatıyordu. Yani kimse bir halk devriminin karşısında duran o ilahi güç olmayı istemezdi. “Hadi hazırlan.” dedi ses ve ekledi “Devrime katılıyorsun. Erdemlilerin, doğru yaşamaya gönül verenlerin, Menekşelerin devrimine” diye ekledi. Tam o anda adam elindeki paslı hançeri kendi kalbine sapladı. “Sizin gibi kokuşmuş, tembel, vatansız ve tanrısız insanlarla, ne insanı, iğrenç hayvanlarla hiçbir yere gelmiyorum” dedi adam. Yavaş yavaş dizlerinin üzerine çöktü. Acı çekiyordu, yine de Tardoların devrimine katılmayacağından dolayı sevinçliydi. Culya’yı düşündü, onu özleyecekti. O kalbine hançer sapladığı sırada 1. bölgedeki en büyük hoparlörü ateşe veren Culya’yı… İyi ki dedi içinden “Culya ile son kez seviştim.” diye bitirdi sözünü ses. Adam düşünmeyi bıraktı, Libertaryon ona son anlarında sevdiklerini düşündürmemeye kararlıydı. Havalı üniforması nasıl olduysa baştan aşağı tamamen kanla kaplandı adamın. Adam sırt üstü uzandı. 5. bölgenin ışıkları yeniden teker teker yanmaya, adama doğrultulan tüfekler emniyete alınmaya başlandı. Halk, yerde yatan halk düşmanını ayağı kaldırdı, dik durabilmesi için bir tabelaya bağladı. Adamı, yani Sardonya kahramanını, binlerce kokuşmuş askerin önderini, en büyük Tardo – onların deyimiyle Menekşe- katilini, önlerine katarak Sardonya’yı özgürleştirmeye devam etmek için ülkenin iç kıyı kısımlarına doğru bir yürüyüş eylediler.

Menekşe Devrimi Oros ayının dördüncü perşembesi gerçekleşti. Sardonya Başkanı Papaz Muhtemelen 13. Kastanza Patora’ya sağ salim vardıktan 13 dakika 32 saniye sonra Patoralı bir vatansever tarafından öldürüldü. Bütün bunlar yaşanırken Laverna’da da daha önce görülmemiş haklılıkta bir halk hareketi başladı ve bağnaz ve yozlaşmış Laverna hükümeti 45 dakika süren iç savaştan sonra düştü. Hemen peşine Dünya’nın 17 kıtasında da yavaş yavaş halk hareketleri baş göstermeye başladı.

 

Her şey bittiğinde, olayları sonradan torunlarına ya da başka tanıdıklarına anlatanlardan duyulan kadarıyla şöyle demişti robotik, kadın mı erkek mi olduğu anlaşılamayan ses: Sürekli devrime.

 

 

En Yeniler

Plüton Dergi On Üçüncü Sayısıyla Yörüngede Salınıyor!

2013 yılında ''Yeraltının asi çocukları'' olarak nitelendirilen ve kendi...

Cristina Gutiérrez Leal – Bir Duvara Çarpıp Patlayan Denizi Bilirim

Çeviren: Nil Gürel Arostegui Bir duvara çarpıp patlayan denizi bilirimkabarması...

Kuşatma – Burak Demirtaş

Burak Demirtaş   Oh-oh, here she comes Watch out, boy, she'll chew...

Yeni Şiire Dair İpuçları: Abdullah Ezik ve Ozan R. Kartal şiiri.

Gazi Giray Günaydın Yeni Şiir, Yeni Edebiyat     Türkiye’deki güncel şiir yazını...

Makinenin Gölgesinde Bir Şiir Kitabı: Nergihan Yeşilyurt – Bençağının Sonu

Nergihan Yeşilyurt, ikinci şiir kitabı Bençağının Sonu’nda insanı kurmaya,...

Yontu, Yara, Yalınlık: Arife Kalender’in Tenden Gömlek’i

İnceleyen: Handan Deniz Tinik Uzayan yalnızlıkları tıkırdayarak gölgeleyen adımlarım nerede?...

Benzer İçerikler

Sonsuzluktan Verilen Bir Selam – Beste Naz Karaca

gün ışığında yeterince bekletilmiş bir bardak suyu içerseniz güneşi tadabilirsiniz. bir çocukluk günlüğüne benzer. ne dediğini anlamasak da ne yaşadığını anladığımız paçalarındaki çamurun renginden hangi ormanda kaybolduğunu...

Sem 101 – Mustafa Aran

   “Bunları atma vakti geldi ya da aramızda bölüşelim.” diye ses geldi arkadaşından. Bölüşmek, herkesin ihtiyacına göre alması iyiydi. Hem çöpe atsalar kime ne...

E Blok – Merve Balcıoğlu

Köpek diye boynuna ip bağlayıp evin geniş koridorlarında gezdirdiğim dinozor oyuncağımı hiç unutmadım. Ana caddeye bakan arka balkonu, şimdi nereli olduğunu hatırlamasam da her sabah...