Beyza Bala & Tuba Nur Katı
kara kızanlar sızar belleğimin akışkan yamaçlarından ve sana bakarcasına baktım esmer suratlarında bir yanıp bir sönen vakur asiliğe ısırganların dişinde kırıldı dimağım seni söylettim tarumar bir yankının gidişlerine hatırlamak gereksiz sinsi bir toprağı tuttum sana yorurcasına kendimi yeniden yoğurdum susuz ve aç çürük bir kökten belki bir daha doğarım diye dünya çoraklığına ilelebet götürdüm çoban heybemi yanımda bir mektup olup içine konuverirsin diye sen bu kez çağırıldı yakup fakat hiç duymadım ben yakamda tutulan mürekkepte adın olmadı bir mektup hiç açılmamış göğün kepengine tomurcuksuz bir gül kadar kâfi gece duvarımda çınlayan körlük oysa gözlerim ellerinin inceliği kadar safi rabbin tuvalinde elzem olmayan bir lekeyim seni hangi renkten çıkarıp diksem dağ çiçeklerinin kış lütfuna habercisi olsam da umulmayan bir gelişin yine de bana yalpalayan dilinde dönüşü olmayan bir tövbeyim tenimde yalınayak gezen zülfünde hile bu kavmi ben dizdim ben dağıttım izini bilemez kurak ellerde sırlanan risale ve o esmerliğinde közlenen taşkın çocuklar bileyemez gölünü aşkın bu kitabı ben indirdim sen kapattın okuma ve sevme yalnız kusru bulaşsın bedenine bu muhkem taşranın
Bir Cevap Yazın