Herkes hür ve her şey hürceydi. Şiir yazma özgürlüğümüze dair kimse bize bir ısrarda bulunmadı bugüne dek. Yazmaya başladığımızda yazma denilmedi. Şiirlerimizi bir dergiye gönderirken gönderemezsin, izin vermiyorum gibi cümlelere maruz kalmadık asla. Yaptığımız her şeyi içimizden geldiğince yaptık. Gayrişiir meselelerde de bu tutumumuza devam ettik. (Belki bu kısımdan itibaren biz dilini ortadan kaldırıp ben diline geçme vaktim gelmiştir.) Özellikle “R.” nam ben, içimden geldiğinin dışında davranırsam keyfimin kaçacağını düşündüm. Bana keyif sağlayan şey içimden geldiği gibi davranmak oldu hep. İşin fail kısmı böyleyken, dergicilikte de aksi şekilde davranmak olmazdı.
Azimet (Avcu [sanki karıştırılabilecek bir alternatifi varmış gibi…]) sanırım dergiciliğe 2015 yılında başladı. Ben 2017 yılında fanzincilik ile başladım, Taşbina ile. İlk dergi tecrübem 2019 yılında oldu. Gebe Dergi ile küçük de olsa bir ses getirdik. O sıra Ahmet Murat Alper ile yapıyorduk bu işi. Gayet havalı görünüyor ve kuvvetli bir içeriği haiz oluyordu. Günümüzde keyifle takip edilen pek çok kişiyi o zaman, Gebe ile tanıdım. Utku’can Yazıcı ve Esra Asar bu isimlerin başında gelir. Ardından Ecinniler ekibine dahil oldum. Asıl işi orada öğrendiğimi söylesem yalan olmaz. 2 seneye yakın beraber çalıştık tecrübeli diyebileceğim insanlarla. Tasarım, içerik, dizgi ve dağıtım gibi meseleler orada oturdu. Şahsi edebi varlığımı da oluşturmaya başladığım bir dönemdi. Pek çok ismi Ecinniler sayesinde tanıdım ve okudum. Ardından ise henüz Ecinniler’deyken yer yer ortak işler yaptığımız Azimet’ten Banliyö’ye dair bir teklif aldım. İlk çalışmaları yaptığımızda dergi ortada yoktu. Uzun süre, zaten var olan edebiyat ürünlerini tekrardan göz önüne getirmeye çalışıyorduk. Banliyö’de ana maksadımız buydu, hala da bu. Fakat mevcut yayınların kalite yükünü kendi başlarına sırtlayamadığını fark ettiğimizde, halihazırda elimizde bulunan bu platform ile yayıncılık yapma kararı aldık. İşte asıl mesele de burada başlıyor…
2022 Ocak’ında Banliyö, kendine herhangi bir şekilde site, dergi, blog gibi hiçbir anlam ifade etmeyecek bir isim vermeden yayın hayatına başladı. Biz basmakalıp bir ismi uygun görmesek de yaptığımızın dergicilik ve editörlük olduğunu gayet iyi biliyorduk. Web site meselelerine hâkim değildik. Nihayetinde ilk sayımızda bu işin hakkından gelip 11 şiir ve 2 söyleşi yayınladık. Güzel tepkiler epey motive hissetmemize sebep oldu. Şubat ayında 18 şiir, 2 söyleşi, 1 öykü ve 1 çeviri ile 2. sayı yayımlandı. Benzer istatistiklerle yayınlar devam ederken ilk bu ne alarmları gelmeye başladı. Nida Onan meselesi henüz pîk halindeyken, şiirindeki temel meseleyi beğendiğimiz için yayımlamış ve epey olumsuz tepki almıştık. Sonrasındaki sayıda Beyza Bala, Sinem Karaçam ve Fatih Ceyhan, böylelikle Nida’yı takip etti. Ve son (5.) sayıda Esra Asar ve Ebru Polat şiirleri, viral diyeceğimiz seviyede yorumlara sebep oldu. Peki biz neye göre şiir yayınlıyoruz?
Günümüzde yazılan şiirin farklı hisler uyandırdığını kabul etmesek olmaz. Klasik anlayışın epey uzağında yer alan bir şiirle karşı karşıyayız günümüzde. Bugünkü işler, Türk şiirinin 90’lar sonu ve 2000’ler başında edindiği anlayışın izlerini taşıyor. Ben bu şiire yamuk şiir diyorum. Neredeyse hepimiz yamuk şiir yazıyoruz. Oldukça güldürüyoruz. Bazen mizahı kuvvetli şekilde kullanarak bazense okuyana utanç hissi vererek. Öyle ya da böyle günümüz şiirinin okuyanı çoğunlukla güldürdüğünü kesinlikle söyleyebiliriz. Biz, bunu yazmaktan keyif alıyoruz. Kendimizi böyle ifade ediyoruz. Sevgili kari ise günümüzde yazılan şiirden, 70 sene önce yazılan şiirlere benzer bir beklenti içinde olmak yerine doğrudan 70 sene önce yazılan şiire başvurabilir. Bunun onlarca metodu var. Okurun belli başlı şiir okuma talebini illa günümüzde yazılan şiir karşılamak zorunda değil. Bu basit meseleyi şiir seven insanlara aktarmak ise epey güç fakat bunu er ya da geç başaracağız. Çünkü şiir yazan belli bir kısım, kendini şiir yazan diğer insanlarla rabıta halinde hissetmiyor, onlarla aynı şeyi yaptığını kabul etmiyor ve okur ile olan bağını şiirin yahut diğer şairlerin aleyhine kullanmaktan çekinmiyor. Peki ya bunu kim yapar? Bu soruya başka bir yazıda uzun uzun yanıt vereceğim.
“Şair” denilen kişinin, yalnızca “şiir yazan kişi” olmadığına dair çeşitli düşüncelerim -doğru bulmayanların sayısı epey çok olsa da- kafamın içinde büyük bir yer kaplıyor. Şairin, “toplumu okuma” zorunluluğu olduğunu düşünüyorum. Belki, toplumdan bağımsız bir şair fikri önceki yıllar için mümkün olsa da günümüzdeki sert-homojen yapı sebebiyle pek de imkân dahilinde görünmüyor. Şairin, yazdığı şeyi sırtlama, yazdığının arkasında durma mecburiyeti de var. Sanatsal olsun yahut olmasın, artık üreticisinden bağımsız bir ürün düşlemek güç. Üretici niteliği, ürün niteliğini etkileyecek kadar önem taşıyor. Bunun doğru olup olmadığını tartışmayı gönülden arzulamakla beraber, meselenin, olmalılığı ya da olmamalığı haricinde, varlığından bahsediyorum yalnızca. Görülen bu. Bunlar doğrultusunda artık şair, şiir için, şiir yazmak dışında pek çok şey yapmak ile de mükelleftir. Yayımladığımız şairlerde rastlanan en büyük ortak nokta tam olarak bu.
Buna rağmen Banliyö, niçin okurlar tarafından beğenilmeyen şiirler yayımlıyor? Çünkü Banliyö, şairler tarafından çıkarılan ve yayın merkezinde şiir olan bir platform. Haliyle bir şiir platformundan ziyade bir şair platformu. Yine haliyle, şiirin özelliklerini taşımak yerine şairin özelliklerini taşıyor ve bünyesinde tabii bir şekilde beğenilmeyen şiiri barındırıyor. Bir şairin her şiirinin güzel olmasını bekleyemediğimiz gibi, niteliğin güzellikle bağlantılı olmasını da bekleyemeyiz. Şair, kötü şiir yazması gereken kişidir de. Çünkü iyi, güzel veya makbul şiire değil, nitelikli şiire ihtiyacımız var. Banliyö’de kötü – çirkin – tat kaçıran – surat ekşiten – utanç veren – beğenilmeyen – iştah kaçıran – yamuk şiirlerin şairlerine ve hatta Banliyö’de herhangi bir şiir yayımlamış herhangi şaire bir bakmak gerekirse, saptanabilecek tek özellik vardır: Nitelik. Şöyle ki, şiirlerini beğeni ve bir çeşit gurur-sahiplenme arası duyguyla yayımladığımız şairler, bizim yer verdiğimiz şiirleri beğeni-dışı olsa da, muhakeme yeteneği yerinde olan insanların anlayabileceği doğrultuda “makbul” şiiri de istedikleri takdirde yazabilecek vaziyetteler. Onlar, eğer dikey bir sütun hayal edersek, bu sütunun üzerinde oturup, aşağıdaki kelebekleri ellerindeki uzun saplı fileler ile yakalıyorlar. Sanırım bazıları buna avangart diyor.
Sözün özü, Banliyö beğenilmeyen şiir de yayımlıyor. Bu beğenilmeyen şiirleri, iyi şiirler yazan şairlerden alıyor. Nitelikli işlerle dolu. Belki geleceğe yön verecek şiire, belki unutulup gittiği için gelecekte Azimet Avcu’ya benzer birinin derin kuyulardan çıkartıp insanlara sunacağı şiire yer verdi. Bunu, henüz bu yazıyı okuduğumuz sırada içinde bulunduğumuz “an”dayken bilmemiz çok zor. Nitelikli bir kıta, nitelikli bir beyit, nitelikli bir mısra veya nitelikli bir kelime bile bizim için değerli. Haliyle nitelik haricinde bir kriterimiz yok. Elbette ki niyetinin olumlu olduğunu düşündüğümüz herkesin fikirlerine yer verip bu doğrultuda ortak işler yapıp çeşitli güncellemelere yer verdik, buna açığız. Eleştiri ve güldürünün daima dostu ve neferiyiz. Fakat nasıl ki şiir seven arkadaşlarımıza iyi şiiri bulmaları konusunda yardım ediyorsak, konu niteliksiz şiir olduğunda da göz atmamız gereken yerin Banliyö olmadığı konusunda onları uyarmalıyız.
Azimet Avcu ve Ozan R. Kartal iştirakı ile ortaya çıkan Banliyö, çok yakında gelecek olan 6. Sayısıyla, maksadı doğrultusunda yayın yapmaya ve banliyo.org adresine girer girmez sağ üstte bulunan R. isimli menüde büyük münekkit R.’nin efkarına yer vermeye devam edecek.
Şimdilik bu kadar.
En yakında en uzağa, keyifle ve nitelikle kalın.
Bir Cevap Yazın