Ozan R. Kartal ile Haydi Etek Giyelim

Ekmek Teknesi Vefa Efendi

1. Kâğıt üzerinde bir yılını doldurdu HAYDİ ETEK GİYELİM. Bu bir yıl içerisinde ne yazık ki bu ETEK GİYİLMEYE devam edildi. "İki dakikada bir gün" adlı şiirimde "yanıma ETEK aldım/ kimin BACAKLARINA GİYDİRECEĞİM" diyerek gül geçirmiş gün görmemiş bahçede durup düşünmüştüm. Bu bahçede durup düşünmek, buna ihtiyaç duymayı istemezdim. Sorum şu. Ne zaman yanımıza ETEK almayı bırakacağız?

Sence bu mümkün mü? Bizler, ceplerimizde görünmez ETEKLERLE gezen insanlarız. Bu, sadece yaşadığımız coğrafyaya özgü bir durum da değil. Dünyanın neresine gidersek gidelim, gözümüze harika görünen bir ülkede de var benzer sorunlar. Ve bunlar maalesef hiç bitmeyecek. Kim olursa olsun, gücü eline geçiren başkalaşım geçiriyor bir anda. Kendinden olmayanı, benzer şeyleri düşünmeyeni önce ötekileştirerek izole ediyor. Ardından da hedef gösteriyor belli başlı yöntemlerle. Bu ülkede her gün insanlar öldürülüyor. Kimisi devlet eliyle kimisi de eril şiddetle. Bu yüzden yanımıza ETEK almadan geçireceğimiz bir günümüz olmayacak bizim. Çünkü bu cinayetleri işleyenlerin gizlediklerini o ETEKLERLE GİYMEK zorundayız. En azından bunu yapmalıyız.





2. Şiirleriniz politik düşünce tarihi açısından kilit mahiyetinde. Sizin de bir çilingir olduğunuzu düşünürsek şiirlerinizde açtığınız kapılardan memnun musunuz, bu kapıları hiç kapatmayı düşünmediniz mi?

Ben bir kapı açmayı düşünmedim. Açıkçası insanlara bir şeyleri göstereyim, ben bir kapı açayım da başkaları da oradan girsin gibi bir derdim olmadı. Görmek isteyen zaten görür yapılanları. Görmek, görmemek ve gördüğü hâlde görmezden gelmek, bunlar kişilerin kendisini ilgilendiren durumlar. Yani kişi ile vicdanı arasında. Ben sadece kendime dair bir tutanak tutmak istedim. Ben yaşarken olanları, bana/bize yapılanları unutmayayım, en ince ayrıntısına kadar isim isim hatırlayayım diye bir hafıza odası açtım kendime. Vicdanen rahatsızdım çünkü. Ve tüm bu yapılanlara karşı bir tepki vermem gerekiyordu. Yaşadığım süre boyunca meydana gelen haksızlıkları, insanın insana ve doğaya yaptıklarını kendime hatırlatmam lazımdı. Ben bunları unutmak istemiyorum. Evet, kendime bir kapı açtım unutmamak için. O kapının açık olduğunu görenler var mı, varsa o kapıdan girerler mi bilmiyorum. 







3. Öfke, şiirde bilinci açık tutmaya yarayan en önemli ifadelerden biri. Bununla birlikte şiirde herkesin sırları vardır; söylemediği, sakladığı duyguları, istekleri, korkuları vardır. Şiirlerinizde bunlarla birlikte gözle görülen bir öfke ve kontrol seziliyor. Buna katılacak mısınız? Bu kitapta neleri saklamaya çalıştınız?

Haklısın, 22 yıllık bir öfke var bu şiirlerde. Şiddete meyletmeyen ama nefrete imkân tanıyan bir öfke. Tekel Direnişinden Metin Lokumcu'ya, Hrant Dink’ ten HES eylemlerine, Gezi'den Rabia Naz'a katlanarak artan bir nefret ve öfke. Öfke, şiir bilimcimi açık tutuyor mu bilmiyorum. Daha doğrusu hiç bu açıdan bakmadım meseleye. Ama tüm bu olanlar, bu isimler benim öfkemi diri tutuyor. Bu kadar öfke doluyken bir şeyleri saklamak mümkün mü? Belki değinmediklerim ya da hakkını veremediklerim vardır ama kitapta saklamaya çalıştığım bir şey yok. O yüzden bir kontrol de uygulamadım kendime. Ağzıma geleni yazmak istedim. 







4. Bir şiire başlarken ya da kitap sürecinde kendinizle karşılaşmayınca kendinize yükleniyor musunuz? HAYDİ ETEK GİYELİM'de hem bize hem kendinize fazlasıyla yüklendiğinizi hissettim. Bizi boş verin, kendinize yüklenmeye devam edecek misiniz?

Ben HAYDİ ETEK GİYELİM'e kadar genel anlamda kendimden bahseden ya da yaşamımdan beslenen şiirler yazdım. Bunu kötü bir şey olarak görmüyorum esasında. Herkes kendinden yola çıkar yazarken. Bu kitapta da kendimle karşılaştığım çok şey var. Ama kendimi, kişisel evrenimi siyasi bir düzleme taşımaya çalıştım. "Kişisel olan politiktir”den yola çıkarak kendi siyasi geçmişimi sıradan yaşamımla birleştirdim. Bütün bunlar olup biterken yani insanlar katledilip çevre yağmalanırken, çocuklar istismar edilip insan dışı varlıklar sömürülürken, ırkçılık alıp başını gitmişken insan ne kadar "kendi" olarak kalabilir ki? Ben bu kitap tamamlandığında şunu düşündüm: Ne yazarsam yazayım, neye değinirsem değineyim, mutlaka bir şeyler eksik kalacak. Ve benim yazdıklarım/bizim yazdıklarımız asla yeterli olmayacak. Bunun bilincinde olduğum için de kendime yüklenmeye devam edeceğim. 






5. HAYDİ ETEK GİYELİM'de Türkiye tahliliyle birlikte bir Dünya tahlili söz konusu. Tahlil kelimesi şiir için ne kadar doğru, tartışılır. Şunu söylememe izin verin. Şiirleriniz, düşmanlarınızın kim olduğunu biliyor, buna eminim. Burada düşman kelimesini en öfkeli anlamıyla kullanıyorum. Birilerinin neden düşman olduklarını siz biliyorsunuz elbette. Bu nedenleri şiirlerinize söylemeyi düşünüyor musunuz?

Hayatım boyunca kimseye düşmanlık beslemedim, besleyeceğimi de sanmıyorum. Dediğim gibi, benim duygusal olarak gidebileceğim en uç nokta nefrettir. Güzel nefret ederim. Ama bu nefret, nefret ettiğim kişiye ya da başkalarına zarar verecek türden bir nefret değildir. Kendi içime gömdüğüm, içimde yaşatmaya çalıştığım bir nefrettir. Bunu da ancak yazıyla/şiirle ifşa edebilirim. Zaten bunu yaptım yani yaptığımı düşünüyorum. Nefret ettiğim her şeyi, herkesi şiirlerimde söylemeye çalışıyorum. Benim düşmanlarım var elbette, bunu biliyorum. Ama ben onlardan sadece nefret ediyorum, o kadar.






6. Son olarak şunu söylemek isterim. HAYDİ ETEK GİYELİM benim için ikiye ayrılır. Gökyüzünde OZAN R. KARTAL'ın meydan terbiyesi görmüş kuşları var, eminim buna. Yeryüzünde de yağmur terbiyesi görmüş selleri var. Yerden alıp göğe, gökten alıp yere veren OZAN R. KARTAL, olası bir göçte ya da olası bir felakette nerede duracak?

Gökyüzüne ne kadar yakınsam yeryüzüne de o kadar yakınım. Baştan beri ikisinin arasında bir yerdeyim. Gökyüzünün de yeryüzünün de bana/bize ait olmadığını ve ikisini de bizden daha kadim canlıların hak ettiğini öğrendiğimde çocuktum. Bu yüzden ben kuşları terbiye edemem, selleri de. Ama onlar beni iyi terbiye ettiler. Çok şey öğrendim doğadan. En basitinden ona sahip olmadığımızı, sadece onun küçücük bir parçası hatta en önemsiz parçası olduğumuzu. Olası bir göçte olduğum yerde kalırım sanırım. Kalmam da gerekir. Çünkü ikisinden birinde yaşamayı hak edip etmediğimi bilmiyorum. Keşke doğa karar verebilse buna. Yeryüzü ya da gökyüzü "bu bizdendir" diyebilse. Şayet göç değil de bir felaket ise bu olasılık, bu felakette yok olmayı arzu ederim kesinlikle. O felaket bizden, insandan kaynaklıdır çünkü. Yeryüzü ya da gökyüzü yok olacağına ben yok olayım, razıyım.

Bir Cevap Yazın