A. Gülfem Özer
yanaklarımın oynarken hiç kızarmadığını ve kamburlaşmış koşullarımı köşe kapmalarında bir çorbayı kaşıklarken hatırlıyorum hep bir sapmaya uğruyor müthiş fikirlerim bir kağıda çok kez hükmediyorum sanırken yere ilk düşebilecek kadar muktedir burunları ya da bir çeyiz düzmecesi olan boyunları hiç mi hiç bilerek çizmiyorum bu dünyaya kendiliğinden düşüyor her şey düşecek başka bir dünya olduğunu sanmıyorum daha da küçülüyorum misafir odalarında bunun kendi içine sığmaya çalışmak olduğunu göbek deliğimle oynamaya başladığım yaştan beri çizdiğim kadınların kamburuna fısıldıyorum alışkınım, çilsiz bir suratla yüzmeye, kayda değer bulunmamasına başıbozukluğumun çekincesiz, pürüzlenen kollarımdan tutulmasına -üzerimdeki baskı bir sarılmanın eseri değil- bir mumun eriyip bitmesi, allah’ım avucumda hiçbir şey bırakmıyor bana tuvalime kendiliğinden düşüyor eğriler kendiliğinden olan her şey, sırrını açık etmeye daha yakın deforme olmuş yanlarım, bir gravürün oyuntusudur ancak bu beni, yanaklarının çukurları kızarmayan bir çocuğa alıştırmakla başlar, su geçiriyorum yağmurda dağılmak bu yüzden, başka bir açıklaması yok gerektiğinde okşadığım başta da boğuluyorum tuvalimde çizdiğim insanların hepsi kör, körlerin bir rengi yok taşbebekler kırılıyorlar ve gidiyorlar gölgemle birlikte büyüyor kambur, erselik saatler canıma can katıyor yedimden yetmişime hep böyleydi kuru öksürüklerden arınıyor sokak, terli alnımdan, çilsiz suratımdan hayata ortak olma yetisinden uzak, bir çorbayı kaşıklamak gibi, gizliden büyüyorum akşamüzerlerinin o kesinlik taşımayan kısa anlarından yanağıma kırmızlar, piyeslerime bekleyiş, atinalı’ya ölmekler ekliyorum tuvalimde kırmızıya gerekmedikçe yer vermiyorum
Bir Cevap Yazın