Mustafa Torun – Soruşturma #001

Mustafa Torun kimdir?

Artvin doğumlu 30’lu yaşlarda Hollanda’da yaşayan Boğaziçi mezunu bir veri mühendisi. Evli üstelik çocuklu. Şiirin dışında geriye kalan bunlar galiba. Başka ne olabilir, dur bakıyim… Artvin’de, İstanbul’da, Brasilia’da ve Rotterdam’da yaşadım. Bir de işte mezuniyetten sonra, üniversitemde master yaparken çalıştım, sonra bir takım şirketlerde, ardından Brasilia’da yine üniversitede çalıştım derken şu anda Hollanda’da bir devlet kurumunda mühendis olarak çalışıyorum. Galiba bu kadar.

Okumaya nasıl başladın? Kimler ile başladın?

Hmm, düşünüyorum düşünüyorum… evet sanıyorum ilkokulda bir aklı evvelin dünya klasiklerini tek tek elime tutuşturmasıyla başladım. Birçoğunu anlamadan ama inatla tamamladım. Kitabı yarıda bırakmaktan o zamandan beri ödüm kopuyor. Hiç hazzetmem. Misal bu yüzden Veba Geceleri’ne başlayamıyorum.

O yaşlardan aklımda kalan şey, Sefiller’in üzerimde büyük bir iz bıraktığı. Hikayeyi hatırlarken hala çocukluk hislerimle hatırlarım. Her türlü okumamda, yazmamda hatta zevk algımda zannediyorum Sefiller’in izleri var. Çok uzun zaman önce okuduğum için unutmaya başlamış olmama rağmen.

Efendim sonra ortaokulda Anadolu lisesine başladım; tüm derslerimizi İngilizce gördük – bu biraz saçma mı ne- sonra bi sürü İngilizce kitaplar sokuldu hayatımıza. Derken dedim ki ya bu klasiklerin İngilizce olanlarını bi bulayım neymiş. Birkaç orijinal metin okuma denemem oldu. Mesela İki Şehrin Hikayesi, gerek yoktu buna. Sonra da Türkçe klasiklere başladım, romanlara. İşte bunlar ilk okuma denemelerim, biraz garip başlamış evet.

Şiir hayatına nasıl girdi? Kimlerle girdi?

Şiir hayatıma ne zaman girdi biliyor musun… hiç hatırlamıyorum ya. Ortaokulda günlük ve öykü yazdığımı hatırlıyorum. Öykü yazıp arkadaşlarıma okuturdum- genelde kızlara. Erkekler dalga geçerdi, hayvan herifler. Sonra da hadi bakalım adımız kız Mustafaya çıktı. Kızlarla takılıyor, kitap okuyor, “yazı” yazıyor, ses zaten Allah tarafından kısılmış…

Şiire dönersek, evet; galiba lisede. Yani ortaokulda yazdığım şeyleri saymazsak. Lisede artık okuyarak yazmaya başladım fakat bilinçsiz okumalardı bunlar tabi, Arif Nihat Asyalar vs! Bayrağı selamlamadan uçan kuşun yuvasını bozacakmış. Valla bunları okuyup iyi sağlam kalmışız biz ha. -kalmış mıyız?

Sonra efendime söyleyeyim tabi ne oldu lirik geldi kapıya dayandı. Zor kovduk. Ve üniversitede Dağlarca ile tanıştım. Gençleri okumaya geçtim ardından. Aslına bakılırsa üniversitede artık ne okuduğumu bilerek şiir okumaya başladım denebilir.

Fark ettiysen sorunun ikinci kısmına hala cevap verebilmiş değilim çünkü bilmiyorum. İlk okuduğum örnekler Asya, Beyatlı, Haşim fakat şiirin onlarla hayatıma girdiğini söyleyemem. Belki sonrasında tanıştığım Dağlarca bir kapı oldu denebilir. İkinci yeniyi çok severek okudum. Özellikle Cansever. Asıl söylemem gereken belki de, geç tanıştığım Eloğlu ile Günçe olmalı. Şiir uzun bir çabadan sonra onlarla girdi hayatıma diyelim hadi…

Yazmaya nasıl başladın? Neden başladın?

Yazmaya ortaokulda – biraz çelimsiz ve yalnız bir çocuk olarak – günlük tutmakla başladım. Zihnim daha ötesine gidemiyor. Günlük, öykü hatta cahilce roman denemelerim oldu. Artık bendeki o hastalık ne idiyse ancak şiirle yatıştı sanıyorum. Bazen şairlerin hayatlarında erken yaşlarda başlayan bir bozukluk olduğunu hayal ederim. Yoksa niye şiir yazsınlar ki gibi gelir. Acaba bozuk insanlar mıyız ya biz, ondan mı şiir yazıyoruz! Hayatımızın bir yerinde bir sapma oluyor galiba, bir bozulma… ya da kimliklerimiz bir kurmacadan ibaret. Öyle de denebilir, evet olabilir. Ben bir kurmacadır bence, evet öyle galiba… ondan sonra al sana şiir! Yani demem o ki nasıl başladım, neden başladım hepsi bir kurmaca!

İlk yayınlanma sürecin nasıl oldu?

Daha önce başka bir yerde de söylemiştim galiba, şiir yayımlatmaya çok geç başladım. Yerel, kısa süreli çıkan fanzinlere gönderiyordum. Yayımlayan oluyordu arada bir. Üniversite yıllarıma denk geliyor bu. İlk Temrin diye bir dergide şiirimi gördüğümü hatırlıyorum. Ama üniversiteye başladıktan sonra – iyi de burs alıyordum söylemesi ayıp- her ay bi sürü parayı dergilere harcardım. O zaman e-dergi vardı da biz mi okumadık! Her ay birçok dergi okurdum. İyi bir şey diye söylemiyorum da (hatta kötü bir şey evet), takip ediyordum yani. Sonra ne olduysa işte -belki okurun (3 kişi mi 300 kişi mi artık neyse) karşısına çıkmaya yeni hazır hissettim- yaygın dergilere de göndermeye başladım.

Ödül için sürecin olumlu ve olumsuz yanları nelerdi? Ödülün sana kattıkları oldu mu?

Şimdi benim ödüle başvurmamda oldukça pragmatik ve basit bir amaç var. Otuzlarımı geçmişim, tık yok (!) biraz bir şey yapmam lazım artık diyerek ödülü buna bir fırsat bildim. Yani dedim ki ödülü bana verirseler şiir okuruna- yani çoğunlukla şairlere- ulaşmamın yolu kısalır. E öyle de oldu açıkçası. Yani sonuçta hmm bu eleman da kimmiş bi bakalım diyenler oldu. Bundan rahatsız neden olayım, olmuyorum yahu. Ödülün benim için anlamı ve faydası bu. Ödüle büyük bir anlam yükleseydim bunun çok büyük zararları olabilirdi ama henüz bir zararını görmedim. Görmem inş. Öyle bi yerlerim kalkmadı yani-kabarmadı mı diyorduk ya! Neyse velhasıl ödüle büyük mana yükleyenlerden olmadığım gibi, ödül mü sizi sersemler diyerek gizli bir önemseme sezdirenlerden de değilim. Benim için ödül nedir biliyor musun Ozancıım, benim için ödül okurun beğenisidir (gülüşmeler) haha yok yahu, benim için ödül buydu kutladık bitti işte. Höff.

Güncel olarak edebi kendine ve edebi çevreye karşı bakışın nasıl? Seni direkt olarak etkileyen isimler var mı?

Güncel olarak edebi kendimden bıktım. Okura hızlı ulaşayım derken biraz üst üste şiir yayımladım, kendimden sıkıldım. Bu şiirler üst üste yazılmadı, yayımlanması öyle denk geldi. Ama sonuçta sürekli ismimi görmekten rahatsız olmaya başladım gerçekten. Bunu okuyanlar da olm biz seni tanımıyoruz bile bıkmışmış havalanma diyorsa, o zaman iyi sorun yok. Belki de dar bir çevrede şiir yayımlıyor olmamdan böyle bir hisse kapılmışımdır. Ama işin aslı, bir şiirin hazır olduğunu hissedince de onu elimde tutamaz oldum. Can sıkıcı bu. Şu an bu illetle uğraşıyorum açıkçası.

Edebi çevreee, evet hadi bakalım… Valla Ozancığım, kendilerine karşı bir bakışım yok. Tam olarak ne ve nerede olduklarını bilemediğim için bir bakış gelişmedi bende. Belki şöyle anlatabilirim: Uzun süre hapis yatan biri çıkınca demiş ki uzağa bakmaya alışamadım. Sürekli yakın mesafeyi görmekten/yakına bakmaktan, mesafe artınca uzağa bakışını yitirmiş. Edebi çevreye bakışım budur, edebi “muhit”lerden ise hiç hazzetmem!

Beni doğrudan etkileyen bir isim söyleyemem ve bunun nedeni gerçekten söyleyemiyor olmam. İçimin yağları eriye eriye okuduğum şairlerden bahsedilebilir misal Ergin Günçe, Metin Eloğlu. Gülten Akın’ı da ayrı seviyorum ya, böyle sadece şiiri değil asıl ama bi ayrı sevgim var yani… Güncelden şiirlerini çok beğendiğim arkadaşlarım var da şimdi birini yazsak öbürüne şey olacak. Aman da şiir öldü, nerde o eski ozanlar diyenlerden değilim. Bence çok iyi şiirler yazılıyor günümüzde. Gavurlardan ise Celan severim. Çelan diye okunuyormuş biliyor muydun?

Cevapların için çok teşekkür ederim.

Rica ederim.

R.

Bir Cevap Yazın

banliyö şiir&sanat sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et